neredeyse hiçbir şeyi değiştirememenin
ve sarılmak bu “neredeyse”ye
hep başka bir çıkmaza götüren – Umutsuzluğun Yedi Katmanı dördüncü dize / John Berger
Güçlü, oturaklı bir kişiliği var. Korkarım böyle insanlardan. Birkaç saniye sonrasını, leb demeden leblebiyi, gözlerinin içindeki hikâyeni bilir. Bilmekle kalmaz, yorumlar lime lime eder. Senin niyetinin önemi yoktur onun gibiler için. Zekâsının keskin bıçağını boğazına dayar ve seni korkudan terlerken görmek ister. Gördükten sonra mı? Ya vicdanını dinler, sırıtarak bırakır seni ya da keser boğazını ve özgüvenin bir ego tanrısına kurban edilmiş olur, kıpkırmızı.
O ilkini yaptı.
Gel zaman git zaman arkadaş olduk. Onun önderliğinde bir arkadaşlık. İktidarına yan baktığın an yanıp kül olan bir arkadaşlık.
“Aslında sizinle konuşmak keyifli…”
“Neden?”
“Bütün sorumluluk sizde… Ben istediğimi yapmakta özgürüm, zaten her an hata yapacakmışım gibi hissettirdiğinizden dilediğim gibi düşünebiliyorum. Kaybetmenin verdiği özgürlük bu…”
“Kaybeden biri özgür olamaz. Kuyunun dibinde hazine bulmak gibi bir şey… İşe yaramaz ama gurur verir, eğlendirir. Ben kuyunun ağzındayım. Sorumluluk dediğin seni dipte bırakıp bırakmama tercihiyse, bu sadece bir seçim benim için. Önemsiz bir seçim hem de. Unutabileceğim, göz ardı edebileceğim, erteleyebileceğim.”
“Yine de keyifli. Sizi gözlemlerken aslında olmak istediğim kişiyi mi gözlemliyorum diye düşünüyorum. İçimdeki o ihtimali ve geçmişimi yatırıyorum masaya.”
“Seni sevmemin nedenlerinden biri de bu, hayatı içinden yansıtman. Aslında benden nefret ediyorsun ama ben olma ihtimalini de göz önünde bulunduruyorsun. Ben olmanın zeki ve atak yönlerini kurguluyorsun. Hayatın nasıl değişirdi sence, benden birkaç özellik alabilme ihtimalin olsa?”
“Sizden birkaç özelliği şimdiki halime monte ederek mi yani?”
“Evet.”
“Yazarken mesela… Tanrı olurdum.”
“Şimdi yazarken ne hissediyorsun?”
“Yine büyüklüğe ve sonsuzluğa dair hisler, ama eksik. Zaaflarla dolu bir serüven yazmak, benim için. Oysa büyük yazar olmak için sizin keskinliğinizi yazarlığıma yerleştirmeliyim. Bundan adım gibi eminim.”
“Kötü olmanı gerektirirse bu?”
“Tereddüt etmezdim.”
“Ruhunu şeytana satardın o zaman?”
“Siz bu özelliğinizi şeytanlık olarak mı görüyorsunuz?”
“Ben etki alanımı biliyorum. Seni, onu, bunu etkiliyorum sadece. Sen Tanrı olmaya oynuyorsun. Ben buna cesaret edemezdim. Cesaret edemediğim için şeytanlık olarak gördüğüm, doğru.”
“Kıskançlık mı? Yazma fikrim ve Tanrı olma fikrim sizin duvarınızı zedeledi mi?”
“Sayılır. Benim içimdeki küçük hücrede sen kalıyorsun ve bu Tanrı olma fikriyle çıldırıp duvarları içerden tırmalıyorsun. Tırnakların kopuyor ve çaresizsin. Evet, duvarlarım zedelendi ama o duvarı zaten sana ayırmıştım, istediğini yapabilirsin… Hadi asma suratını. Başka hangi özelliğimi alırdın?”
“Başka… Hırsınızı almak isterdim. Sabırlı ve soğukkanlıyım ancak hırslı değilim.”
“Aslında hırslısın.”
“Nasıl?”
“Benden daha hırslısın. Direkt öldürmek istiyorsun beni. Benim gibi olmak için çabalamadan beni öldürerek özelliklerimi, yerimi almak istiyorsun. Fantastik bir dünyan var senin. Büyüye, sihre, mucizelere inanıyorsun içten içe. Gözlerimin içine dik dik bakarak beni ortadan ikiye ayırabileceğini düşünüyorsun ve bu düşünce seni mutlu ediyor. Bu mutluluk seni frenleyen… Yine ihtimaller yani.”
“Tembelliğimi böyle derinleştirmeniz ne kadar garip. Oysa hiç derin biri gibi durmuyorsunuz. Tamam kurnaz ve zekisiniz, tamam cesursunuz ama gayet sığ görünüyorsunuz.”
“Öyleyim zaten. Senin kurduğun dünyada ben sıradan bir üç kâğıtçıyım. Bana özendiğin anlarda daha çok zarar görmemek için beni kralın yapıyorsun.”
“Sandığımdan daha karmaşıksınız.”
“Beni tekdüze buluyordun.”
“Kendime itiraf ettim ve size bunu açıkladım.”
“Seninle konuşmak keyifli aslında.”
“Ne zaman isterseniz konuşuruz.”
Birkaç saat sonra tekrar gittim odasına. Yoktu. Gitmişti. Günler geçti gelmedi. Odasını bana verdiler. İşlerini, eşyalarını…
Bu saçma yok oluşa alışamadım. Herkes ondan bahsediyor, yeteneklerinden söz ediyor. Yok oluşu bile beni eziyor. Boşluğu bile beni itiyor. Nasıl olur? Kokusunu silmek için parfüm şişeleri boşalttım odaya, her yeri sildim izi kalmasın diye. Gölgesizliği üşütüyor aklımı. Bir o bakardı cüce gibiymişim gibi bana, şimdi bütün insanlar öyle bakıyor. Deliriyorum. Onsuz olmuyor. Kralsız olmuyor.
“Bu işkenceyi bitirelim mi?”
“Bitirelim ama nasıl?”
“Öldür beni.”
“Öldüreyim mi?”
“Evet. Yaz: Yirmi dokuz Mayıs İki Bin On Dört. Bu gün günlerden ne?”
“Perşembe.”
“Per-şem-be… İşte hazır.”
“Ne bu?”
“Beni öldürdüğüne dair mektup.”
Mühendis / Yazar. Çeşitli kitap eklerinde kitap inceleme / eleştiri yazıları çıktı. Kalemkahveklavye site ve dergisinde öykü, deneme, kitap incelemeleri yazmaya devam ediyor.