Tecrübe etmek yıllar yılı
Hiçbir şeyin iyiye gitmediğini
Yalnız kötülediğini – Umutsuzluğun Yedi Katmanı üçüncü dize / John Berger
Herkes dans ediyor. Barın değişik köşelerinde kur mevsimi başlıyor adeta. Adam yaklaşıyor kadına. Dönmeye başlıyor çeşitli figürler yaparak. Kadın oralı değil ilk başta, umursamıyor adamı. Adam ısrarcı. Kadın umursamaz. Adam sıradanlaşmak üzere… Kadın acıyor adama, yüreği kaldırmaz diye sıradanlaşmasını. Gülümsüyor. Günlerden çarşamba. Gece yarısına on beş dakika var. Burası Kadıköy.
Ortadan ikiye ayrılan ömrümün ilk yarısında olduğumu biliyorum. Yaşanmış, çürümüştür. Sindirilmiş ve atılmıştır hatta geçmiş. Geleceğe gübre yapmak isteyen faydacılar olabilir ama mitolojik bir insanlık gururu var bende, yapamam bunu. Bu yüzden sorularını cevaplarken çok rahatım. Hayat benim için bir bölü iki. Çürüyecek olana güzel bir tabak ayarlasam ne çıkar?
-Kaç yaşındasın?
-Küçükmüşsün.
-İstanbul kusuyor beni. Vapurlar kursağına takılıyormuş gibi şehrin, her karşıya geçişimde gıcık tutuyor boğazımı.
-Evet çağrışımlardan etkilenecek yaştayım. Bedenim eskiyor. Ruhum -eğer varsa- yorgun.
-Sen anlat.
Anlatıyorum. Anlaşılıp anlaşılmadığıma bakmadan anlatıyorum. Bir bira daha! Anlatıyorum. Yeni tanıştığım bu kadına elimdeki renkli tüyleri sunuyorum. En tiz çığlıkları katıyorum sesime. Kelimelerim dans ediyor kulaklarında. Kendini beğendirmek isteyen genç erkek, dişinin etrafında dört döner. Dişi, genç erkeğin yakınlaşmasını hoş karşılar ama bir yandan grubun diğer erkeklerini süzer. Çünkü her zaman daha iyisi vardır!
-Aşıktım ben. Garip bir aşktı bizimkisi ama gerçekten aşıktım. O, başka kadınlara gidiyordu. Ben başka erkeklere gidiyordum. Özgürdük sanırım ama aşıktık gerçekten.
-Hayır şimdi aşık değilim. Uzun zaman önceydi. Burada Kadıköy’de geçerdi gecelerimiz. Onun beni sevmediğini anlamam yıllarımı aldı. Zaten bu körlük haline aşk diyorum ya.
-Sen hiç aşık oldun mu?
Oldum mu? Bir bira daha! Olduğumu sandım. Evirdim, çevirdim, kıvırdım. Birkaç kadından bahsettim. Kendimi övebilecek romantizmi koydum masaya, iğreti durdu. Sert bir tanışma, keskin ve kolalı cümleler sarf ediyoruz. Kuyruğumuz dik henüz. Bir bira daha! “Sahi aşık oldum mu?” Sorusunu soruyorum kendime. Dalıyorum uzaklara. Uzaklar: Beş altı metre ötedeki genç çift ve yanlarında getirdikleri yalnız kadın. Anladı daldığımı. Dalıp giderken bile çıkarcı davrandığımı anladı. Onun beynindeyim şimdi. Yanlış anladı. Ne kötü bir beyin burası… Ne temiz bir kalp ve etrafında kurulmuş olan bu bacası filtresiz düşünce sanayi. Oldum.
-Hızlı içiyorsun. Saat kaç?
-Arkadaşım gelecek Rock bara gideceğiz. Sen de gel.
-Aldatmak olmuyor bence. Aklın tutulunca seksin bir önemi kalmıyor. Tuzlu fıstık gibi birayla falan, seks bu hale geliyor.
-İzleri kalıyor tabi. Soğudum mesela ben. Önce erkeklerden, sonra insanlardan.
-Yargılanmaktan nefret ediyorum. Kadınları sadece bu gözle gören erkek egemenliğinden nefret ediyorum.
-Bu nefret ve inat beni erkeklerin kapanına atmış olabilir mi? Düşündüm bunu. Tam tersi hislerle onlarla birlikte oldum. Kontrol benim elimde ve ben hazzı sizden çalıyorum, hissiyle. Tek başına devrim yapmaya çalışan kadının sistematik orgazmları! Böyle anlatınca bana da saçma geldi.
-Sustun sen. Korktun benden.
Korktum. Kadınlardan korktum ve insanlardan. Rüzgâra güvenmeyen kavak tüyü gibiyim. Manasız geldi her şey bir anda. Ya sarılmalıyım bu kadına ve ölmeliyim orada ya da kaçmalıyım arkama bile bakmadan. Gözleri… Bir bira daha! İçimdeki şiirin kafasına vurmaktan yoruldu damarlarım. Çünkü çok gerçek bu masa, bu kadın, bu ben… Çünkü Kadıköy şiiri sevmiyor, anladım ben.
-Hadi gidelim, gelmiş.
-Başka kızlara bakarsan ben de başka erkeklere bakarım.
Gülüyor. Anlatmadım onu kendime. Yanlış tanımasın parmaklarım. Yumuşacık, zeki, sevimli bir kadın o. Gülüşü şakacı. Anlattıkları uymuyor ona ama yalan da söylemiyor. Ben kadere inanmıyorum ama onun kaderi var. Onun kaderine inanıyorum. Onun kaderinde benim seyirci olmam benim de kaderim olduğu anlamına gelir mi? Bilmiyorum. Yaşadıkları ve yaşayacakları o kadar aşikâr ki kendimi mezarda görüyorum. Onun kaderinde ebedi seyirci ben, onun gözlerinde mezardayım. Bir bira daha! Arkadaşı geldi. O nasıl biri?
-Bahçeye gidiyoruz biz, sigara içecekmiş.
-Uzun zamandır görüşmemiştik sıkılmadın umarım.
-Tuvalete gidiyoruz biz.
-Sonra barın dışına çıktık. Biz yokken çok içtin mi?
Yokken. Neden bu kadar tedirgin oldum. Gider diye mi? Gelir diye mi? Başka bir erkekle dans eder diye mi? Müzik çok güzel. Bir bira daha! Korkudan iplerle bağlanıyorum hayalet gemiye. Hiçbir şey beklemiyor benden, bardan, biradan… Nefes alış verişimi bile onun iznine bağlıyorum ben. Tuzağına mı düştüm diyorum. Öyle bir niyeti yok. O kadar umursamaz ki tanrısı beni kenara çekip onu uyarmamı isteyecek neredeyse. Camdan saçları koluma değiyor. Ölüyorum. Aşık oluyorum.
-Şu adamla konuşuyor. Gidecekler galiba.
Müzik tenimde. Arkadaşı şu adamla gidiyor. Ya o da giderse dememe kalmıyor. Artık yalnızım. Konuşma çizgilerini unutmuş masamda. Zaten çok da yokmuş. Topluyorum. Bir bira daha! İstemez. Genç erkek kaybediyor. Yaralarını yalayarak bardan çıkıyor. Uzun bir süre dişilere yaklaşmaz.
Herkes dans ediyor. Barın değişik köşelerinde kur mevsimi başlıyor adeta. Adam yaklaşıyor kadına. Dönmeye başlıyor çeşitli figürler yaparak. Kadın oralı değil ilk başta, umursamıyor adamı. Adam ısrarcı. Kadın umursamaz. Adam sıradanlaşmak üzere… Kadın acıyor adama, yüreği kaldırmaz diye sıradanlaşmasını. Gülümsüyor. Günlerden çarşamba. Saat gece yarısını çoktan geçti. Sabah boğazlayıp denize atıyor beni. Burası Kadıköy…
Mühendis / Yazar. Çeşitli kitap eklerinde kitap inceleme / eleştiri yazıları çıktı. Kalemkahveklavye site ve dergisinde öykü, deneme, kitap incelemeleri yazmaya devam ediyor.