Siren Yayınları tarafından Avi Pardo çevirisiyle
yayımlanan, Henry Miller’ın “Marousi’nin Devi” kitabı üzerine…
yayımlanan, Henry Miller’ın “Marousi’nin Devi” kitabı üzerine…
Öyle bir kitap düşünün ki hem seyahatname, hem anı-otobiyografi hem de düşünce kitabı olsun. Yani Henry Miller her zaman yaptığını yapmış
ve birçok türü bir araya getirmiş “Marousi’nin Devi”nde…
ve birçok türü bir araya getirmiş “Marousi’nin Devi”nde…
“… Türk
bende neredeyse anında antipati uyandırdı. İnsanı çileden çıkaran bir mantık
takıntısı vardı adamın. Çarpık bir mantık, üstelik… Ülkelerinde onlar için
hayat olmadığını söylediler. Hayat ne zaman başlar? Bunu öğrenmek istedim… O
güne dek tanıdıkları en tuhaf Amerikalı olduğumu söylediler. Fakat sevdiler
beni.”
bende neredeyse anında antipati uyandırdı. İnsanı çileden çıkaran bir mantık
takıntısı vardı adamın. Çarpık bir mantık, üstelik… Ülkelerinde onlar için
hayat olmadığını söylediler. Hayat ne zaman başlar? Bunu öğrenmek istedim… O
güne dek tanıdıkları en tuhaf Amerikalı olduğumu söylediler. Fakat sevdiler
beni.”
Henry
Miller, Paris’teki günlerinde, yirmi yıldır tatil
yapmadığını fark ederek bir yıl boyunca devam edecek bir tatil planı yapar. Yazar
bir arkadaşı olan Lawrence Durrell’ın yazdığı mektuplarda kendisi hep
Yunanistan’a davet edilmiş ve bunu yıllar sonra gerçekleştirebiliyordur. II. Dünya Savaşı’nın hemen öncesinde rotasını
Yunanistan’a çevirir ve o bir yıl boyunca çalışmama sözü verir kendine. Sanırım Miller’ın burada söz ettiği “çalışmama” hali, yazı yazmamayı
kapsıyor. Zira kendisi zaten sigortalı bir işte hiç çalışmamış. Ancak kitap
boyunca birkaç kez aldığı notları okurla paylaşmayı da ihmal etmiyor.
Miller, Paris’teki günlerinde, yirmi yıldır tatil
yapmadığını fark ederek bir yıl boyunca devam edecek bir tatil planı yapar. Yazar
bir arkadaşı olan Lawrence Durrell’ın yazdığı mektuplarda kendisi hep
Yunanistan’a davet edilmiş ve bunu yıllar sonra gerçekleştirebiliyordur. II. Dünya Savaşı’nın hemen öncesinde rotasını
Yunanistan’a çevirir ve o bir yıl boyunca çalışmama sözü verir kendine. Sanırım Miller’ın burada söz ettiği “çalışmama” hali, yazı yazmamayı
kapsıyor. Zira kendisi zaten sigortalı bir işte hiç çalışmamış. Ancak kitap
boyunca birkaç kez aldığı notları okurla paylaşmayı da ihmal etmiyor.
Hayatı boyunca tecrübe ettiği hemen her şeyin
sağlamasını yapan Miller, yine hayat felsefesini satırların arasına sızdırmakla
kalmıyor, kendi anlayışının kulu kölesi olmasının sevincini de bütün
hücrelerinde hissediyor: İnsanoğlunun ne kadar az şeye sahip olursa o kadar
mutlu olacağını birkaç kez belirtmekten geri kalmıyor yani.
sağlamasını yapan Miller, yine hayat felsefesini satırların arasına sızdırmakla
kalmıyor, kendi anlayışının kulu kölesi olmasının sevincini de bütün
hücrelerinde hissediyor: İnsanoğlunun ne kadar az şeye sahip olursa o kadar
mutlu olacağını birkaç kez belirtmekten geri kalmıyor yani.
Miller bu kitapta birçok Yunan şair ve yazarın
adını geçiriyor, Yunanistan’ın neredeyse her bir santimetre karesine övgüler
yağdırıyor. Bu arada belirtmeden geçemeyeceğim, Miller’ın Türkiye’ye geldiğine
ve İstanbul, İzmir gibi yerlerde zaman geçirdiğine, Türk yazar ve şairlerle tanıştığına
dair herhangi bir cümle göremedim kitapta. İyi de ne alaka, diyebilirsiniz
şimdi. Şu alaka: Her fırsatta Türkiye’ye ve Türklere en hafif tabirle
“giydiriyor” Miller. Gelmiş olsaydı mutlaka yazardı diye düşünüyorum. Kitaptaki
abartılı Yunan ve Yunanistan aşkını ise yazarın romantikliğine veriyorum
açıkçası. Ki kitabı okuduğunuzda görebileceğiniz gibi Miller’da “millet”
kavramı pek gelişkin bir şey değil; İngilizlere “yağcı”, Almanlara “lahana
turşusu” diyebiliyor. Yunan şairlerin kendi şiirlerini yerden yere vururken
Fransız şiirini yüceltmelerine de şaşırıyor, “zaten,” diyor, “Fransız
savunucuları en çok Fransa dışından çıkar.” Peki, en çok hangi ülkeye
“giydiriyor” diye sorarsanız, hiç teklemeden ABD derim. “Yunanlı bir yeri terk
ettiğinde geride bir boşluk kalır, oysa Amerikalı bir yeri terk ettiğinde
ardında çöp bırakır,” sanırım bu konudaki yeterli bir alıntıdır.
adını geçiriyor, Yunanistan’ın neredeyse her bir santimetre karesine övgüler
yağdırıyor. Bu arada belirtmeden geçemeyeceğim, Miller’ın Türkiye’ye geldiğine
ve İstanbul, İzmir gibi yerlerde zaman geçirdiğine, Türk yazar ve şairlerle tanıştığına
dair herhangi bir cümle göremedim kitapta. İyi de ne alaka, diyebilirsiniz
şimdi. Şu alaka: Her fırsatta Türkiye’ye ve Türklere en hafif tabirle
“giydiriyor” Miller. Gelmiş olsaydı mutlaka yazardı diye düşünüyorum. Kitaptaki
abartılı Yunan ve Yunanistan aşkını ise yazarın romantikliğine veriyorum
açıkçası. Ki kitabı okuduğunuzda görebileceğiniz gibi Miller’da “millet”
kavramı pek gelişkin bir şey değil; İngilizlere “yağcı”, Almanlara “lahana
turşusu” diyebiliyor. Yunan şairlerin kendi şiirlerini yerden yere vururken
Fransız şiirini yüceltmelerine de şaşırıyor, “zaten,” diyor, “Fransız
savunucuları en çok Fransa dışından çıkar.” Peki, en çok hangi ülkeye
“giydiriyor” diye sorarsanız, hiç teklemeden ABD derim. “Yunanlı bir yeri terk
ettiğinde geride bir boşluk kalır, oysa Amerikalı bir yeri terk ettiğinde
ardında çöp bırakır,” sanırım bu konudaki yeterli bir alıntıdır.
Kitabın daha başlarındayken seyahatname
görünümlü bir anı-düşünce kitabıyla karşı karşıya olduğumu anladım. Miller’ın “En
iyi metnim” dediği ve pek çok eleştirmenden de aynı değerlendirmeyi alan kitabın
kendini en çok sevdiren özelliği ise, elimizdeki metnin Miller gibi bir
romantik serserinin hayatla ilgili naif düşüncelerini etkili bir şekilde bir
araya getirmiş olması. Yani Atina’yı,
Korfu’yu ve daha birçok yeri istediğiniz zaman istediğiniz biçimde
öğrenebilirsiniz ama işte “kayaları
konuşturan” ve onlara anlam yükleyerek saf saf sırıtan adam Miller olunca
metnin değeri artıyor.
görünümlü bir anı-düşünce kitabıyla karşı karşıya olduğumu anladım. Miller’ın “En
iyi metnim” dediği ve pek çok eleştirmenden de aynı değerlendirmeyi alan kitabın
kendini en çok sevdiren özelliği ise, elimizdeki metnin Miller gibi bir
romantik serserinin hayatla ilgili naif düşüncelerini etkili bir şekilde bir
araya getirmiş olması. Yani Atina’yı,
Korfu’yu ve daha birçok yeri istediğiniz zaman istediğiniz biçimde
öğrenebilirsiniz ama işte “kayaları
konuşturan” ve onlara anlam yükleyerek saf saf sırıtan adam Miller olunca
metnin değeri artıyor.
Miller’ın karşılaştığı insanlar, olaylar ve
durumlar karşısındaki tespitleri ve tanımlamaları ise bence kitabın zirvesini
oluşturuyor. Ne demek istediğimi anlatmak için yine Miller alıntılarına
yöneliyorum:
durumlar karşısındaki tespitleri ve tanımlamaları ise bence kitabın zirvesini
oluşturuyor. Ne demek istediğimi anlatmak için yine Miller alıntılarına
yöneliyorum:
“Hikâye
anlatmak için dünyaya gelmiş birinin gördüm onda, bir yumurtayı bile muzaffer
kılabilecek birini.”
anlatmak için dünyaya gelmiş birinin gördüm onda, bir yumurtayı bile muzaffer
kılabilecek birini.”
“Bitirdiğimde
bana, ‘Tamam. Paketle, bütün seti alıyorum,’ der gibi baktı.”
bana, ‘Tamam. Paketle, bütün seti alıyorum,’ der gibi baktı.”
“Fırtınanın
farkında olmak ve içinde yaşamak, onunla savaşmak her şeydi bana kalırsa.
Antoniou’nun yüzünde her daim fırtına izleri görmek mümkündü; Sherwood
Anderson’ın yazılarında da hep vardır fırtına izleri. Kanlarında fırtına barındıran
adamları severim ben.”
farkında olmak ve içinde yaşamak, onunla savaşmak her şeydi bana kalırsa.
Antoniou’nun yüzünde her daim fırtına izleri görmek mümkündü; Sherwood
Anderson’ın yazılarında da hep vardır fırtına izleri. Kanlarında fırtına barındıran
adamları severim ben.”
Henry Miller’ı zaten bilen ve tanıyanlar için,
bilmeyenleri de daha fazla merakta bırakmanın âlemi olmadığı için yazıyı burada
kesiyorum. Ve keserken söylemeden geçemiyorum; kitabın sonuna ‘Ek’ olarak yerleştirilen Lawrence Durrell’ın
son mektubunda anlattığı gibi, Katsimbalis’in tüm gücüyle Ü-ürü-ü diye ötüşünü bir gün bizler de duyabilir miyiz?
bilmeyenleri de daha fazla merakta bırakmanın âlemi olmadığı için yazıyı burada
kesiyorum. Ve keserken söylemeden geçemiyorum; kitabın sonuna ‘Ek’ olarak yerleştirilen Lawrence Durrell’ın
son mektubunda anlattığı gibi, Katsimbalis’in tüm gücüyle Ü-ürü-ü diye ötüşünü bir gün bizler de duyabilir miyiz?
—
*Marousi’nin Devi, sf 206.