Ona kalsa birbirlerinden bir kadavra çıkarana kadar sevebilirdi adamı, sevişebilirdi. Ona kalsa o sokağın girişine heykellerini bile diktirirdi Beyoğlu Belediyesi’yle anlaşıp. Kadına kalsa adam onu istemeye geldiğinde, Türk Kahvesi’nin yanında çiğ et ikram edebilirdi. Allahın emri, Peygamber’in kavliyle bileklerini kesebilirdi ona kalsa. Ama ona kalmadı…
Tanıştıkları gece adam gözlerini hafifçe kısarak “İçmeye
benim ofisimde mi devam etsek?” dedi. Kadın bunun ne demek olduğunu biliyor ve “evet”
dediği anlaşılmasın diye evinde özel olarak çalıştığı masum bakışı
kullanıyordu. Yaşadıkları kaotik şehrin en pis sokağındaki ofiste, açık
camların önünde, tahta masanın üzerinde sevişmişlerdi. Sevişmek de sayılmazdı aslında. En iyi ihtimalle kadın Jenna Jameson, adam Rocco Siffredi kadar aşk istiyordu sefil hayatlarında. Ve
ikisinin de hesaba katmadığı tek şey, bu tutkulu porno yıldızlarının bile aşk dolu evlilikler yaptığıydı.
benim ofisimde mi devam etsek?” dedi. Kadın bunun ne demek olduğunu biliyor ve “evet”
dediği anlaşılmasın diye evinde özel olarak çalıştığı masum bakışı
kullanıyordu. Yaşadıkları kaotik şehrin en pis sokağındaki ofiste, açık
camların önünde, tahta masanın üzerinde sevişmişlerdi. Sevişmek de sayılmazdı aslında. En iyi ihtimalle kadın Jenna Jameson, adam Rocco Siffredi kadar aşk istiyordu sefil hayatlarında. Ve
ikisinin de hesaba katmadığı tek şey, bu tutkulu porno yıldızlarının bile aşk dolu evlilikler yaptığıydı.
Orospuların, pezevenklerin, dolandırıcıların,
yankesicilerin, torbacıların, çocuk tacizcilerinin ve çocukların alt katında
itinayla dayak yediği karakolun tam karşısında başlayan aşkları, elbette gülümseyen
dostların şampanya köpüğünden kahkahalarla kaçtığı bir kır düğünüyle son
bulamazdı.
yankesicilerin, torbacıların, çocuk tacizcilerinin ve çocukların alt katında
itinayla dayak yediği karakolun tam karşısında başlayan aşkları, elbette gülümseyen
dostların şampanya köpüğünden kahkahalarla kaçtığı bir kır düğünüyle son
bulamazdı.
Uyuşturucunun
beyin hücrelerini öldürdüğünü söyleyen tüm haberlerin yalan olduğunu
anlıyorlardı her geçen gün. Çünkü uyuşturucu kalp hücrelerini öldürürdü. Aşka
merhametsizliğin adı, aşkın kendisiyle
aynı adla anılıyordu ne yazık ki.
beyin hücrelerini öldürdüğünü söyleyen tüm haberlerin yalan olduğunu
anlıyorlardı her geçen gün. Çünkü uyuşturucu kalp hücrelerini öldürürdü. Aşka
merhametsizliğin adı, aşkın kendisiyle
aynı adla anılıyordu ne yazık ki.
Belki üç beş kez sevişir sonra sıkılırız, dedi ikisi de
içlerinden. Çünkü adamın dönmesi gereken bir kadın, kadının da beklemesi
gereken bir adam vardı. İkisi de yaşamıştı daha önce böyle ilişkiler. Bu kez de keyifli bir remake yaparız, diyorlardı. Sevişmeye başladılar. Yalnızca
sevişmeye başladılar. Her sevişmeleri, birbirlerinin üzerine akıttıkları damla
damla terle yıkanıyordu. Her gecenin üçü, duvarları kendileri yerine komşuların
yumruklamalarıyla son buluyordu. Yalnızca sevişiyorlardı. Her gün biraz daha
fazla… Hayatları, yeni çarşaf örtmekle ve internetten söyledikleri tostları
pis çarşafların üzerinde yemekle geçiyordu. Yataktan ayrı kalmaya o kadar
dayanamazlardı ki, vücutlarında ekmek ve beyaz peynir kalıntılarıyla uyumaya
bile alışmışlardı. İlişkilerinin başladığı yere saygı duyarcasına, her
sevişmelerinde dövüyorlardı birbirlerini sevişirken. Aslında suçlu onlar
değildi, belki Çocuk Esirgeme Kurumu’nda ya da bir sosyal medya organındaki masum bir mesajla tanışsalardı her şey
daha farklı gelişebilirdi. Daha merhametli olurlardı ruhlarına ve bedenlerine
birbirlerinin.
içlerinden. Çünkü adamın dönmesi gereken bir kadın, kadının da beklemesi
gereken bir adam vardı. İkisi de yaşamıştı daha önce böyle ilişkiler. Bu kez de keyifli bir remake yaparız, diyorlardı. Sevişmeye başladılar. Yalnızca
sevişmeye başladılar. Her sevişmeleri, birbirlerinin üzerine akıttıkları damla
damla terle yıkanıyordu. Her gecenin üçü, duvarları kendileri yerine komşuların
yumruklamalarıyla son buluyordu. Yalnızca sevişiyorlardı. Her gün biraz daha
fazla… Hayatları, yeni çarşaf örtmekle ve internetten söyledikleri tostları
pis çarşafların üzerinde yemekle geçiyordu. Yataktan ayrı kalmaya o kadar
dayanamazlardı ki, vücutlarında ekmek ve beyaz peynir kalıntılarıyla uyumaya
bile alışmışlardı. İlişkilerinin başladığı yere saygı duyarcasına, her
sevişmelerinde dövüyorlardı birbirlerini sevişirken. Aslında suçlu onlar
değildi, belki Çocuk Esirgeme Kurumu’nda ya da bir sosyal medya organındaki masum bir mesajla tanışsalardı her şey
daha farklı gelişebilirdi. Daha merhametli olurlardı ruhlarına ve bedenlerine
birbirlerinin.
İlk ağır kıskançlık kavgalarını bile sokakta “Bir kıza neden
baktın” diyerek yapmadı onlar… İlk ağır kıskançlık
kavgalarını, sevişirken onlara katılan başka bir erkeğin hayalini birlikte
kurup bu hayalin onları tahrik etmesine dayanamadıkları için yaptılar. Birbirlerine
aşık oldukları yerin laneti o kadar üstlerindeydi ki, kan kokusundan
öpüşemiyorlardı bile. Nice dayaklar atılmıştı o ofisin sokağında, nice
cinayetler işlenmiş, kimileri ağlamış, kimileri aldıkları uyuşturucunun biraz
önce yedikleri dürümü terörize etmesi sonucu kusmuştu; bir travesti tecavüze
uğradıktan sonra dövülmüştü o sokakta, bir tinerci, genç bir adamı bıçaklamıştı.
O metruk sokaktaki kan, acı, gözyaşı ve kavga Google Earth’den bakıldığında
bile görünüyordu.
baktın” diyerek yapmadı onlar… İlk ağır kıskançlık
kavgalarını, sevişirken onlara katılan başka bir erkeğin hayalini birlikte
kurup bu hayalin onları tahrik etmesine dayanamadıkları için yaptılar. Birbirlerine
aşık oldukları yerin laneti o kadar üstlerindeydi ki, kan kokusundan
öpüşemiyorlardı bile. Nice dayaklar atılmıştı o ofisin sokağında, nice
cinayetler işlenmiş, kimileri ağlamış, kimileri aldıkları uyuşturucunun biraz
önce yedikleri dürümü terörize etmesi sonucu kusmuştu; bir travesti tecavüze
uğradıktan sonra dövülmüştü o sokakta, bir tinerci, genç bir adamı bıçaklamıştı.
O metruk sokaktaki kan, acı, gözyaşı ve kavga Google Earth’den bakıldığında
bile görünüyordu.
O kadar çok sevişiyorlardı ki ilişkilerini artık
renklendirme zamanlarının geldiğini yazısız bir anlaşma yapmış gibi
biliyorlardı. Ve fakat onlar için bir ilişkiyi renklendirmek, elbette tatlı
sürprizler yapmak değildi. Bunun en afili yolunu ikisi de dehşet verici bir
farkındalıkla uygulamaya koydu. Artık onlar, birbirlerini başkalarıyla aldatıp
birbirlerini döverek ve aşkın şiddet haliyle tahrik olarak ilişkilerini
rutinden kurtarmayı deneyeceklerdi. Evet, bu herhangi bir kadın dergisinde
yazmayacak kadar aşağılık bir yoldu bir ilişkiyi kurtarmak için ve onlar da
aşağılık olmaya evet demişlerdi sanki bir nikah memuruna evet diyormuş gibi. Birbirlerinin
gözlerine heyecanla bakmışlar ve titrek bir sesle mikrofona doğru eğilip “Evet”
demişlerdi. Hastalıkta sağlıkla, zenginlikte yoksullukta birbirimizin en
aşağılık tarafı olmaya yemin ediyoruz. Oldular da. Bu yemine her zaman sadık
kaldılar. Taraflardan biri hastalandığında bu yemini derhal hatırlayıp yok
oldular. İyileştiğinde saten gecelikler giyilmişti bile.
renklendirme zamanlarının geldiğini yazısız bir anlaşma yapmış gibi
biliyorlardı. Ve fakat onlar için bir ilişkiyi renklendirmek, elbette tatlı
sürprizler yapmak değildi. Bunun en afili yolunu ikisi de dehşet verici bir
farkındalıkla uygulamaya koydu. Artık onlar, birbirlerini başkalarıyla aldatıp
birbirlerini döverek ve aşkın şiddet haliyle tahrik olarak ilişkilerini
rutinden kurtarmayı deneyeceklerdi. Evet, bu herhangi bir kadın dergisinde
yazmayacak kadar aşağılık bir yoldu bir ilişkiyi kurtarmak için ve onlar da
aşağılık olmaya evet demişlerdi sanki bir nikah memuruna evet diyormuş gibi. Birbirlerinin
gözlerine heyecanla bakmışlar ve titrek bir sesle mikrofona doğru eğilip “Evet”
demişlerdi. Hastalıkta sağlıkla, zenginlikte yoksullukta birbirimizin en
aşağılık tarafı olmaya yemin ediyoruz. Oldular da. Bu yemine her zaman sadık
kaldılar. Taraflardan biri hastalandığında bu yemini derhal hatırlayıp yok
oldular. İyileştiğinde saten gecelikler giyilmişti bile.
Artık vücutlarında büyük yaralarla, en yakışıklı morluklarla
dolaşıyorlardı. Burunlarından oluk oluk akan kana aldırmadan demirin o kekremsi
pas tadını en pahalı şaraptan ayırmayarak tutkuyla öpüşüyorlardı. Hollywood’un
vampir fetişine onlar da kapılmıştı sanki. Adamın burnundan akan kanı yuttukça
kadın, ölü bir domuzun bağırsaklarıyla bağlanıyorlardı sanki birbirlerine.
Kopmuyordu evet. Asla kopmuyordu… Ama çok pis kokuyordu. Artık daha tutkuyla
sevişiyor, daha şehvetle dövüşüyorlardı.
dolaşıyorlardı. Burunlarından oluk oluk akan kana aldırmadan demirin o kekremsi
pas tadını en pahalı şaraptan ayırmayarak tutkuyla öpüşüyorlardı. Hollywood’un
vampir fetişine onlar da kapılmıştı sanki. Adamın burnundan akan kanı yuttukça
kadın, ölü bir domuzun bağırsaklarıyla bağlanıyorlardı sanki birbirlerine.
Kopmuyordu evet. Asla kopmuyordu… Ama çok pis kokuyordu. Artık daha tutkuyla
sevişiyor, daha şehvetle dövüşüyorlardı.
Ve bir gün kadının hiç beklemediği bir şey oldu. Ona kalsa
birbirlerinden bir kadavra çıkarana kadar sevebilirdi adamı, sevişebilirdi. Ona
kalsa daha içilecek çok kanı vardı adamın. Ona kalsa o sokağın girişine
heykellerini bile diktirirdi Beyoğlu Belediyesi’yle anlaşıp. Bunu yaptırmak
için belediye başkanıyla bile yatabilirdi kadın. Ona kalsa kanlı düğün
fotoğrafları için kompozisyonu bile hazırlamaya başlamıştı. Kadına kalsa adam
onu istemeye geldiğinde, Türk Kahvesi’nin yanında çiğ et ikram edebilirdi.
Allahın emri, Peygamber’in kavliyle bileklerini kesebilirdi ona kalsa. Ama ona
kalmadı… Kadına kalmadı. Bir gün adam tertemiz bir kadına gitti. Sesini bile
daha önce herhangi birine yükseltmemiş bir kadına. Gözlerinden huzur akıtan,
ufak siyah tel tokalar takan bir kadına. Dinlediği en sert Rock grubu Yüksek
Sadakat olan bir kadına. Adam kan kaybetmişti çünkü. Daha fazla kanı
kalmamıştı. Adamın belki de ünitelerce kana ihtiyacı vardı. Adam gitmişti.
birbirlerinden bir kadavra çıkarana kadar sevebilirdi adamı, sevişebilirdi. Ona
kalsa daha içilecek çok kanı vardı adamın. Ona kalsa o sokağın girişine
heykellerini bile diktirirdi Beyoğlu Belediyesi’yle anlaşıp. Bunu yaptırmak
için belediye başkanıyla bile yatabilirdi kadın. Ona kalsa kanlı düğün
fotoğrafları için kompozisyonu bile hazırlamaya başlamıştı. Kadına kalsa adam
onu istemeye geldiğinde, Türk Kahvesi’nin yanında çiğ et ikram edebilirdi.
Allahın emri, Peygamber’in kavliyle bileklerini kesebilirdi ona kalsa. Ama ona
kalmadı… Kadına kalmadı. Bir gün adam tertemiz bir kadına gitti. Sesini bile
daha önce herhangi birine yükseltmemiş bir kadına. Gözlerinden huzur akıtan,
ufak siyah tel tokalar takan bir kadına. Dinlediği en sert Rock grubu Yüksek
Sadakat olan bir kadına. Adam kan kaybetmişti çünkü. Daha fazla kanı
kalmamıştı. Adamın belki de ünitelerce kana ihtiyacı vardı. Adam gitmişti.
Kadın bekledi adamı. Döneceğine neredeyse o sokağın girişine
o iki heykeli diktirebileceğine emin olduğu kadar emindi. Çünkü Hollywood
klişeleri gerçekti. Kadın o adamın kanını yutmuştu bir kere. Kan demek ruh
demekti. Kadın o adamın ruhunu içinden çekip almış ve yutmuştu. Üstelik bunu
yutmasını adam istemişti. Üstelik ruhunu kadına yutturmayı adam seçmişti. Kadın
sabırla bekledi. Adam dönmedi. Kadın sabırla bekledi. Adam dönmedi. Kadın
sabırla bekledi. Adam döndü.
o iki heykeli diktirebileceğine emin olduğu kadar emindi. Çünkü Hollywood
klişeleri gerçekti. Kadın o adamın kanını yutmuştu bir kere. Kan demek ruh
demekti. Kadın o adamın ruhunu içinden çekip almış ve yutmuştu. Üstelik bunu
yutmasını adam istemişti. Üstelik ruhunu kadına yutturmayı adam seçmişti. Kadın
sabırla bekledi. Adam dönmedi. Kadın sabırla bekledi. Adam dönmedi. Kadın
sabırla bekledi. Adam döndü.
Adam döndü. Kadın, içindeki ruhun bedenine kapıyı tutkuyla
açtı. Bedensiz ruhlar acı çekerdi çünkü. Adam o kapıdan girdi. Yine
sürüklenerek yatağa koştular. O sokaktan içeri sürüklenerek girer gibi girdiler
yatağa. O kadar hızla koştular ki, sakat bir adama çarpıp geri dönüp bakmadılar
bile, bir limoncunun tezgahını düşürdüler, tüm limonlar sokağa saçıldı. Saçılan
limonlar sokak taşlarıyla parçalandı. Kan, tuzlu gözyaşı ve sperm kokulu sokak
bir anda tertemiz bir limon kokusuna bulandı. Limondaki sitrik asit sokaktaki
tüm kan kalıntılarını yok etti. Ve adamla kadın yatağa girdiğinde tertemiz vücutları
onlara daha önce hiç tanımadıkları bir sokağı vadediyordu. Adam da kadın da
daha önce bu vücutlara dokunmamıştı. Yumuşacık bir limon kokusu tüm şiddeti,
kanı, kini ve öfkeyi silip atmış, geriye sadece birbirini daha önce böyle
sevmeye hiç alışık olmayan iki amatör beden bırakmıştı. Öperken kalpleri
titredi adamla kadının. Dokunurken canları yanmadı, yakışıklı morluklar terk
etmişti onları, sıcacık bir aşk haline bürünmüştü yaşadıkları şehrin en kaotik
sokağı… Şimdi ikisi de o kadar korkmuştu ki bu yeni ülkeden, birkaç zoraki şiddet
oyunu denemeleri gerekiyordu. Birbirlerini tanıdıkları gibi sevmeleri için kan
dökmeleri şarttı. Ama dökemediler. Kan, artık yatak odalarını da ülkelerini de
terk edeli çok olmuştu. Şimdi onların bulması gereken tek bir cevap vardı: Bir
limon tezgahının şefkatle temizlediği bu yeni sokağa girip girmeyecekleri. Ve
elbette ikisi de yine bir nikah memuruna evet
der gibi titrek ve korkulu bir sesle hayır
dedi. Çünkü ikisi de korkunç bir gerçeklikle biliyordu ki, tertemiz olmuş bir
sokak için artık kendileri pisti. Şimdi ikisi de biliyordu ki, o sokağın
sakinleri artık ikisini de o sokağa almazdı. Hem kutlamalarla dikilen
heykelleri yıkılalı nereden baksanız bir asır olmuştu.
açtı. Bedensiz ruhlar acı çekerdi çünkü. Adam o kapıdan girdi. Yine
sürüklenerek yatağa koştular. O sokaktan içeri sürüklenerek girer gibi girdiler
yatağa. O kadar hızla koştular ki, sakat bir adama çarpıp geri dönüp bakmadılar
bile, bir limoncunun tezgahını düşürdüler, tüm limonlar sokağa saçıldı. Saçılan
limonlar sokak taşlarıyla parçalandı. Kan, tuzlu gözyaşı ve sperm kokulu sokak
bir anda tertemiz bir limon kokusuna bulandı. Limondaki sitrik asit sokaktaki
tüm kan kalıntılarını yok etti. Ve adamla kadın yatağa girdiğinde tertemiz vücutları
onlara daha önce hiç tanımadıkları bir sokağı vadediyordu. Adam da kadın da
daha önce bu vücutlara dokunmamıştı. Yumuşacık bir limon kokusu tüm şiddeti,
kanı, kini ve öfkeyi silip atmış, geriye sadece birbirini daha önce böyle
sevmeye hiç alışık olmayan iki amatör beden bırakmıştı. Öperken kalpleri
titredi adamla kadının. Dokunurken canları yanmadı, yakışıklı morluklar terk
etmişti onları, sıcacık bir aşk haline bürünmüştü yaşadıkları şehrin en kaotik
sokağı… Şimdi ikisi de o kadar korkmuştu ki bu yeni ülkeden, birkaç zoraki şiddet
oyunu denemeleri gerekiyordu. Birbirlerini tanıdıkları gibi sevmeleri için kan
dökmeleri şarttı. Ama dökemediler. Kan, artık yatak odalarını da ülkelerini de
terk edeli çok olmuştu. Şimdi onların bulması gereken tek bir cevap vardı: Bir
limon tezgahının şefkatle temizlediği bu yeni sokağa girip girmeyecekleri. Ve
elbette ikisi de yine bir nikah memuruna evet
der gibi titrek ve korkulu bir sesle hayır
dedi. Çünkü ikisi de korkunç bir gerçeklikle biliyordu ki, tertemiz olmuş bir
sokak için artık kendileri pisti. Şimdi ikisi de biliyordu ki, o sokağın
sakinleri artık ikisini de o sokağa almazdı. Hem kutlamalarla dikilen
heykelleri yıkılalı nereden baksanız bir asır olmuştu.