theme-sticky-logo-alt
img-alt
img-alt
img-alt
img-alt

Geçecek | Gezginci Erdem

25 Mart 2013
964 Okunma
Her “rüya” kelimesi geçtiğinde Freud‘un ruhunu çağırmak gerekmez. Ruhu
gelmez. Gelse de bir şey değiştirmez. Bir rüya bazen sadece bir rüyadır.

Yağmurun sürekli yağmasından şikayetçiydi kadın. Almanya’dan şikayetçiydi. Aşklarından, aşklarının
karşılıksız olmasından, bu karşılıksızlığın hoyratça yüzüne vurulmasından şikayetçiydi. Bu kadar çok şikayet ettiği için kendinden şikayetçiydi. Kendinden şikayetçi olduğu için yaşadığı
çaresizlik duygusundan şikayetçiydi.
Çaresizlik gözyaşlarını içen kokuşmuş bir canavardı ve kadın, imgelerden uzak, sürekli
salt ağlamaktan şikayetçiydi. Uzak
olduğu halde Türkiye’den şikayetçiydi.
Eve girdi. Gözlerindeki yorgunluğu atmak için duşa yöneldi. Şikayetini sıcak suya bırakacak ve
tavşan kanı olmasa da renkli bir acıya kavuşacaktı. Acısına kavuştu. Yağmur
iyice hızlandı. Oralı olmadı. Masanın üzerindeki kitaba yöneldi. Son birkaç ayı
düşündü. Kesmedi. Son birkaç yılı düşündü. Kesmedi. Son on yılı düşündü.
Yoruldu.
Uyudu.

Rüyasında atlar gördü. Beyaz, siyah, uzun bacaklı atlar. Atlar koşarken
yeri titretiyordu. Kalbi atların
yere değdiği yerdeymiş gibi hızlanıyordu. O adam bundan on dokuz gün önce
gitmişti. Atlara bakarken bu aklına
geldiği için tam olarak uyuyamadığına kanaat
getirdi. Hemen döneceğini söyleyerek gitmişti. Annesinin öldüğünü söyleyerek
gitmişti adam ve döndüğünde her şey daha güzel olacak vaadinde bulunmuştu. Atlar üstüne üstüne gelmeye başladı.
Uyandı. Kafasındaki sinir bozucu hatırlatma hoparlörü susmadı ama. Karısının
yanına gitmişti adam, üstelik annesi de ölmemişti. Bunlar basit yalanlardı
belki. Neden giderken kendini soğutacak bir şey yapmadı, diye düşünmekten helak
olan kadın tekrar ağlamaya başladı. Yalanın ötesindeki bu kötülüğün sebebi
neydi?

Birkaç saat sonra adamın gidişinin üzerinden
tam yirmi gün geçti. Yağmur yağmaya devam ediyordu.
Kapı çaldı.
Kim geldi? Bu saatte? O mu? Sorular evi,
beni, sayfayı kapladı. Kendi kendine sesler duyduğuna inandı. Umudun en iğrenç bataklığına
düştüğünü düşündü. Sesler uyduruyordu beyni. Birazdan suretini de görecekti
belki adamın. Delirecek ve acılarından kurtulacaktı. Öyle olmadı. En azından
tekrar kapı çaldı. Bir arkadaştır, bir akrabadır, bir yabancıdır diye
söylenerek -kendini güçlü göstermeye çabası içinde- oturduğu yerden kalktı.
Kapı tekrar çalarken kapıyı açtı.
Şaşkın şaşkın yüzüme baktı. Ne yani, bunları
kaleme alırken onun yanına gitmiş olamaz mıyım? Oradaydım işte. Karşısında.
Teselli etmek için değil paylaşmak için. Şaşkın şaşkın yüzüme bakmaya devam
etti. Bayılacak mı acaba diye düşünüp kollarıma ve bacaklarıma acil durum
sinyali gönderdim. Bayıldı ve tuttum.
Ayıldığında yüzünde bir gülümseme vardı.
Paragraf arasındaki boşlukta çay demledim ben de. Yağmur iyice hızlandı.
“Hep yağıyor mu?” dedim.
“Durmadan” dedi.
O sormadan neden orada olduğumu anlattım. Aldatılmışlığının
ve aldanmışlığının yankısıyla başlayan yazının en fazla beyaz bulut olacağından
ve yazıyı okuyunca bulutu umuda benzeteceğinden, ama en ufak esintide bulutun
dağılıp gideceğinden bahsettim. Daha sağlam, daha oturaklı, daha gerçek bir şey
yapmalıydım.
“İşte geldim” dedim.
Deli olduğumu düşünürken, aslında olmadığımı
düşünmeye başladı, oradan da deli olduğunu düşünmeye geçti. Delilik köprüsünün
üstünde gerçeklikle dans ettik bir süre. Dostluğumuzun mazisini konuştuk.

Şikayet ettim kadına. Aşklarımı, aşklarımın
karşılıksızlığını, bu karşılıksızlığın acısını ve kalbimi şikayet ettim. Kendimi şikayet
ettim. Kendimi şikayet ettiğim için
ezilen ruhumdan dem vurdum. İşimden, aşımdan, aldığım nefesten şikayet ettim, ki varoluşun en kepaze
duygusudur şikayet etmek, şikayet etmenin kendisini şikayet ettim. Duygular surete kavuşsa
ağız burun dalardım, şikayet ne
kelime? Güldü.
“Az kazanıyorum. Bundan başıma geliyor hepsi”
dedim, daha çok güldü.
Atlı rüyayla ilgim olup olmadığını merak etti.
“Şu an uyuyup uyumadığını bana mı
soruyorsun?”
“Evet, sen yazıyorsun çünkü.”
“Haklısın aslında.”
Haklıydı. Ben yazıyordum. Ama atlarla ilgim yok. O rüyayı kadın
gördü. Belki kaçmak istiyordu koşarak, belki ata binmeyi öğrenmek istiyordu, belki de akşamüstü bir yerlerde at veya at resmi görmüştü. Her “rüya” kelimesi geçtiğinde Freud‘un ruhunu çağırmak gerekmez. Ruhu
gelmez. Gelse de bir şey değiştirmez. Bir rüya bazen sadece bir rüyadır.
“İyi geldin.”
“Planlanmış bir şey değildi. Benim de biriyle
konuşmaya ihtiyacım vardı. Yazıyor olmak yetmedi, atladım geldim.”
“Neyle geldin sahi?”
Sahi hangi vasıta çalışır paragraf
boşluğundan Almanya’ya? Yok öyle bir vasıta. Öldüm mü yoksa? Kadın da öldü
belki. İntihar etti. Uykudan uyandı. Yağmur yağmaya devam ediyordu. Canına tak
etti. Gitti kendini astı. Haberi bana geldi. Çok üzüldüm. Çok üzüldüm. Çok
üzüldüm. Almanya’ya gitmem gerek, dedim. Daha uçağa gidemeden taksi kaza yaptı.
Ben de öldüm. Ya da ben uçağa bindim uçak düştü. Ya da ulaştım Almanya’ya
girdim eve. Cenaze evi malum… Başladım bu yazdıklarımı kurmaya. Saçma. Böyle
olmadı. Böyle olsa bu kadar yazamazdım. İkimiz de yaşıyoruz. Konuştuk
dertleştik. Konuşma bitti. Oturdum masaya ve yazmaya başladım. Tez canlı
olduğum için kelimeler koşmaktan yoruldu. Hayat memat meselesi, şimdi yorulmak
olur mu, diyerek girdim sayfaya. İşte buradayım.
“İyi ki geldin” dedi. Sabahın ilk ışıkları
bulutlarla dövüşürken kalktım. Yağmur yağmaya devam ediyordu. 
“Geçecek.” dedim.
Güldü.
Hakkında Erdem Gezginci
Mühendis / Yazar. Çeşitli kitap eklerinde kitap inceleme / eleştiri yazıları çıktı. Kalemkahveklavye site ve dergisinde öykü, deneme, kitap incelemeleri yazmaya devam ediyor.
Yorum 0

    Cevapla

    15 49.0138 8.38624 arrow 0 bullet 0 4000 1 0 horizontal https://kalemkahveklavye.com 300 4000 1