Yavuz Ekinci’nin Everest Yayınları‘ndan çıkan romanı Belki de Dünya Sonundayım Hasan Bozaslan’ın incelemesiyle KalemKahveKlavye’de.
“Ve her kimseye evlâdımdan saltanat müyesser ola, karındaşların Nizâm-ı Âlem için katl eylemek münasiptir. Ekser ûlema dahi tecviz etmiştir. Anınla amil olalar.”
— Fatih Kanunnâmesi
Babalar, Oğullar ve Ölümler
Osman Bey’in, amcası Dündar Bey’i öldürmesi Osmanlı’daki ilk iktidar kavgası olarak kabul edilir. Ardından merkezi otoriteyi güçlü kılmak ve devletin bekası için iktidar kavgaları başlar. II.Mehmet’in bunu bir yasaya dönüştürmesiyle artık bilinen adıyla “kardeş katli” en yüce makam olan devletin gücünün korunması ve devlet geleneğinin sürmesi için meşru ve yasal bir durum olur. I.Ahmet’in “Tahta yaşça en büyük kardeş geçer.” kanununa kadar geçen süreçte birçok trajik olay ve ölümler yaşanır. Birçok şehzade, kundaktaki bebekler, paşalar, kadın sultanlar, yeniçeri ağaları öldürülür. Sarayın gözde cariyeleri köle pazarlarında satılır. Resmi tarih anlatısı her ne kadar tarihi belirli bir düzlemde ve bazı olayları es geçerek anlatsa bile bu trajik olayları atlamaz. Popüler kültürün de ilgisini çeken bu trajedi hala günümüzde en tartışmalı konulardan biridir.
Şüphesiz iktidarın olduğu her yerde insan vardır. İktidarın olduğu her yerde de, o iktidarı bazen gizliden, bazen açıkça arzu eden insanlar mevcuttur. Güçlü olmak insanın en kadim arzusudur. İşte bu kadim arzu için çoğu zaman her şey mübah görülür. Arzu baskın gelip iktidar yürüyüşüne çıktığında, insan artık duygularından sıyrılmış, yalnız biridir. Dünyanın en tepesine oturmaya gidilen bu yürüyüşte kişi kimseye güvenmeyen birine dönüşür. Her şey mübahtır artık. Yavuz Ekinci “Oğul, ancak babanın cesedi üzerinde boy verir.” der. Çünkü iktidar yürüyüşü oğullar ve babaların mücadelesidir çoğu zaman.
İşte Yavuz Ekinci’nin romanı Belki De Dünyanın Sonundayım bize tarihin bilmediğimiz bir çağından seslenerek bu kanlı iktidar mücadelesini anlatıyor. Yavuz Ekinci’nin büyülü ve masalsı kaleminden Hüseyinoğulları Devleti’nin tarihinden bir kesit okuyoruz. Doğu’nun ve Batı’nın hâkimi Hüseyinoğulları tahtına oturan kişi bu geniş coğrafyaya ve coğrafya üzerindeki insanlara, hayvanlara, doğaya hükmeden tanrının yeryüzündeki suretidir. En kudretli kişidir. İnsan böyle hisseder bazen. Ama bu bir yanılsamadır. Yavuz Ekinci bize bu yanılsamanın, bu güç zehirlenmesinin sonucunu bir dengbej ustalığıyla aktarıyor. Dengbejlerin sesi tılsımlıdır ve bu ses içinize işler. Hancerin ucunu kalbinize batacakmış kadar yakınınızda hissettiğiniz bir iktidar mücadelesini anlatıyor Belki De Dünyanın Sonundayım.
İnsana İnanmak Mümkün müdür?
Kitap en büyük Şehzade Davut’un kabusuyla başlıyor. Ömrü boyunca belki de tek bir kabusu olan Şehzade Davut Hüseyinoğulları tahtının üç varisinden biridir. Venedik senatosuna sunulan bir rapor sayesinde haklarında detaylı bilgiye sahip olduğumuz birbirinden farklı karakterli üç kardeşin saltanat mücadelesine, kardeşlerin en büyüğü Şehzade Davut’un penceresinden bakıyoruz. Şehzade Davut diğer kardeşlerin aksine devlet işlerinden çok sanatla, müzikle ilgilenir. Paşalarının görüşlerinden çok kehanetlere, doğadaki izlere göre karar verir ve Anelya’ya çok tutkulu bir şekilde aşıktır. Ve bir gün sır bir ölümle Hüseyinoğulları tahtı boşta kalmıştır. Tahta çıkmak için kardeşler birbirinin cesetlerinin üzerinden yükselmek zorundadır. Şehzadelerin etrafları kendilerinden daha çok hırslı paşalar, kadınlar ve oğullarla doludur. İşte bu noktada Davut’un önüne bazı sorular çıkar. Kime inanabilir insan? Kime güvenebilir? Ne de olsa “Hüseyinoğulları’nda hiçbir ölüm doğal değildir.” Yaşamının en büyük amacına tek nasıl yürür insan? İlk ve en büyük kavgasına yürüyen şehzadelerin kavgası ilk önce kendileriyle başlamaştır artık.
En büyük amaca yürürken yanlarında güvenebilecekleri insanlar biriktirmişlerdir onca zaman. Peki ihanet mümkün müdür ? İnsan koşullar karşısında aynı mı kalır? Aslında kitabın belki de yegane bir sorusu var: İnsana inanmak mümküdür?
Kazanmak, Ölmek ve Hatırlanmak
Şehzadeler uzunca süre tek bir şeyin eğitimini alır: Kazanmak! Her şehzade aslında bir de kurban adayıdır. Taht boşa çıkıp, o gün geldiğinde başarısız olma şansları yoktur. Başarısız olanın tek şansı vardır. O da ölmek. Hem de peşinden gelen herkesle birlikte. Karısı, çocukları, askerleri ve onu muhafaza eden sarayı bile ölür. Burada devreye unutulma korkusu girer. Kitabın içinde etkin olan merak da budur. “Beni kim hatırlayacak?” Aslında Yavuz Ekinci, Şehzade Davut üzerinden bize insanın korkusunu anlatıyor. İnsan hatırlanmak ister. Hem de iyi bir şekilde hatırlanmak ister. Her ne kadar iyi işler yapmasa bile, iyi hatırlanmak. Bu unutulma kaygısı romanın başat konularından biri olarak karşımıza çıkıyor.
Belki De Dünyanın Sonundayım insana has birçok kadim duyguyu anlatan bir kitap. Klasik bir dönem romanından çok, karakterlerin psikolojilerine dönük bir anlatı. Okuru o kaygılı, güvensiz ortamda hissettiren büyük bir kalabalığın, büyük bir zenginliğin içinde insanın kayboluşunun hikayesi. Adeta çölün ortasında yaşamı müjdeleyen izleri ve işaretleri aramanın hikâyesi.
Yavuz Ekinci bir röportajında: “Eskiden insana inanırdım ama artık inanmıyorum. İnsan paylaşmayı bilmiyor. Bütün kavgalar paylaşamamaktan gelir. Değişimin anahtarı paylaşmayı öğrenmektir. Ama insanın benciliğinin sınırı yok. İnsan, yaşarken kendini çok kudretli görüyor ama aslında zavallıdır. Gün gelir üstüne konan sineği ürkütmeyecek kadar zavallıdır. Ama bu zavallılığını hep saklamakla meşguldür. Ama o gün geldiğinde yalnız olacak.” diyor.
Yavuz Ekinci’nin insana dair bu hayal kırıklığını kitapta da görmek mümkün. İnsanın çoğu zaman ölümlü olduğunu unutması, doğaya, zamana, yaşama hükmettiğini düşünmesi ve sonunda kendince kudretli bu yaşamının ileri de hatırlanıp hatırlanmayacağı derdine düşmesi gibi insanın çelişkilerini anlatıyor. Her sayfasında bize soru işaretleri yaratan ve iktidar yürüyüşünün zorluğunun her safhasını derinden hissettiğimiz bir kitap oluyor Belki De Dünyanın Sonundayım.
Babalar, oğullar, güç hırsı edebiyatımızda sıklıkla işlenen temalar. Ama bu kitabı diğerlerinden farklı kılan şüphesiz karakterler ve bu temayı işleyiş biçimi. Özellikle baş karakter Şehzade Davut, güçlü bir sultan imgesinden çok karşımıza acınası, çaresiz ve yalnız biri olarak çıkıyor. Bir seçim şansı tanınsaydı belki de sıradan bir çiftçi, bir aşık hatta bir sanatçı olmayı seçecek olan Şehzade Davut, adeta bir kuyuya itiliyor. İtildiği bu kuyuda onlarca soru bekliyor. İktidar kuyusunda hayatta kalabilecek midir? Babaların sevgisizliği, oğulları canavara mı dönüştürür? İşte Belki De Dünyanın Sonundayım bütün bu sorulara cevap olan bir roman.
Öyküleriyle edebiyatımızda ayrı bir yer edinen Yavuz Ekinci 2010’da yayınlanan ilk romanı Tene Yazılan Ayetler ile usta bir romancı olduğunu gösterdi. Günümüz yazarlarından kendine ayrı bir yer ve ses edinen Yavuz Ekinci okurun karşısına Belki De Dünyanın Sonundayım ile çıkıyor. Yavuz Ekinci’nin masalsı dünyasını özleyip ondan büyülü bir hikaye dinlemek isteyen herkesi Belki De Dünyanın Sonundayım kitabevlerinde bekliyor.
*
Hasan Bozaslan: 1988’de Adana’da doğdu. Uzunca bir süredir Adana’da bir kitabevinde çalışmakta. Çeşitli dergi,fanzin ve sitelerde yazıları yayınlandı.
Belki de Dünyanın Sonundayım · Arka Kapak Yazısı
“O gün geldiğinde yalnız olacaksın.”
Seni kim hatırlayacak?
Sözünün yankısı kaç kuşağa ulaşacak?
Zamanın hükmüne ve ölümün mutlaklığına rağmen başardıkların kaç ömür daha yaşayacak?
Kendinden ve sevdiklerinden vazgeçerek kucakladığın zafer, kimin zaferi olacak?
Gücün bedelini ödeyince senden geriye ne kalacak?
Her şey bittiğinde seni kim hatırlayacak?
2005 yılında Haldun Taner Öykü Ödülü’nü, 2007 yılında Yunus Nadi Öykü Ödülü’nü kazanan; yapıtlarında geçmişle bugün, gelenekselle modern, mitlerle gerçekler arasında köprüler kuran Yavuz Ekinci, bu kez ne pahasına olursa olsun hayatta iz bırakmak için savaşanların hikâyelerine, babalarla oğulların ve kardeşlerin mücadelelerine odaklanıyor.
“Belki de Dünyanın Sonundayım” güven ve iktidar ekseninde, insanlık tarihi kadar eski bir sorunun izini sürüyor: Dünyayı dize getiren o zalim, zamanı da yenebilir mi?