Caz dünyasında yaptığı önemli işleri ile tanıdığımız Başak Yavuz, bu kez edebiyatımızın önemli şairlerinden Ahmet Muhip Dıranas’a ait iki şiirden oluşan çalışması ile karşımızda.
Sanatçı, Dıranas’ın “Ağrı” ve “Esmer” şiirlerini besteledi, düzenledi ve yorumladı. Bir şarkı yazarı bir şair ile buluştu ve ortaya duygusal atmosferi yoğun, zamansız şarkılar çıktı.
Son çalışmalarının ardından Başak Yavuz; hakkında merak edilenleri, caz müziğin ülkemizdeki tarihçesini ve son çalışmalarına dair gelişmeleri bizlerle paylaştı.
Röp: Uğur Hakan Hacıoğlu
**
Çocukluğunuzda piyanoyla başlayan müzik yolculuğunuz lisans ve yüksek lisans öğreniminizi tamamladıktan sonra Nardis Jazz Club’de devam etti. Üstelik burada yolunuz caz müziğin önemli isimlerinden biri olan David Liebman ile kesişmişti. Buradaki eğitimin size nasıl katkıları oldu? New York günlerinizi bizler için değerlendirir misiniz?
Evet, mimarlıkta yüksek lisansımı tamamladıktan sonra caz vokal, kompozisyon ve pedagoji eğitimi aldığım Manhattan School of Music’ten “Master of Music” derecesiyle mezun olmam ve yaşayan caz efsanesi David Liebman’la iki yıl çalışıp albüm kaydetmem hayatımda beni en çok gururlandıran başarılarımdandır. New York’ta tüm müzisyenler sürekli olarak enstrümanının başında practice ediyor. Tahammül çok düşük, herkes buluşma saatleri ve iş disiplini konusunda çok katı. “Ekmek aslanın ağzında” deriz ya, işte tam olarak o! Hal böyle olunca ortaya jilet gibi bir müzik çıkıyor, ancak anksiyete, panik atak gibi hastalıkların oranı çok yüksek olmakla birlikte sıklıkla intihar vakaları da yaşanıyor. Böylesi bir hayata alışamayıp mesleğini değiştirenlerin sayısı da çok fazla…
Caz müziğine ilginizin başladığı ilk dönemlerde örnek aldığınız bir isim var mıydı?
Olmaz mı, Carmen McRae, müzikal tavrı ve şahsına münhasır oluşuyla beni çok etkilemişti, hatta rüyama bile girmişti.
Bu noktada biraz ülkemizin caz tarihine değinelim istiyorum. Erken dönemlerde Türkiye’de Caz müziği incelediğimiz zaman 1958 yılında İlhan K. Mimaroğlu’nun kaleme aldığı Caz Sanatı kitabıyla karşılaşıyoruz. Bu çalışmanın müziğimiz açısından önemi sizin nazarınızda nedir?
Kitabın elimdeki baskısının “şarkıcılar” bölümü şöyle başlar:
“Caz hiçbir zaman şarkıcıların müziği olamamıştır… Ella Fitzgerald, Sarah Vaughan, … gibi şarkıcılar ise ancak başarılı birer popüler şarkıcıdırlar. Fitzgerald, ya da Vaughan, çalgı icrasını taklit ederek sözsüz şarkı söylediklerinde gerçi birer caz icracısı olmaktadırlar; fakat yaratış güçleri o derece zayıftır ki bunu söz konusu etmek bile doğru olmaz”.
Ben bir caz vokalistiyim. Eğitimim bu dalda, mesleğim bu.
“Caz Sanatı” isimli kitap bilimsel bir çalışma değil, Mimaroğlu’nun kişisel görüşlerinin ve katı yargılarının yer aldığı bir denemedir. Bu çalışmanın bir deneme olduğunu önsözde kendisi de söylemiştir. Okuyucular bunu göz önünde bulundurmalıdır.A
yrıca Dizzy Gillespie ve Louis Armstrong gibi önemli müzisyenlerin yolu ülkemizden geçmiş, Eartha Kitt ise ilk yıllarında müzikal çalışmalarıyla ülkemiz sahnelerinde boy göstermişti. Güncel caz müziğimizin bulunduğu noktada geçmiş yıllardaki bu temas ve dokuların izlerinin halen müziğimizde bulunduğunu söyleyebilir miyiz? Düşüncelerinizi merak ediyorum.
Caz müziği zaten tam da sizin deyiminizle “temas ve dokuların izleriyle” ortaya çıkmıştır. Saydığınız ustaların ülkemize gelişi eminim buradaki ustaları motive etmiştir. Yalnızca bu motivasyon bile müziğin devinimine yeter çünkü müzik ilhama dayalı gelişir. Ben bazen bazı sanatçıları rüyamda görüp konuştuğumda bile o motivasyon bana haftalarca yetiyor. Bir de Louis Armstrong’u canlı dinlesem herhalde o heyecanla birkaç yıl nice zorluklara katlanırım.
Caz müziğin ülkemizdeki en büyük kayıplarından biri bana göre İsmet Sıral’ı acı bir ölüm sonrası kaybetmiş olmamız. Kendisi, ülkemizde değerli müzisyenler ve sanatçılar çıksa bile bazen sonuçların çıkabileceğinin örneklerinden biri. Bu noktada ülkemizde caz müzik özelinde gösterilen ilgi ve hassasiyeti nasıl değerlendirirsiniz?
Bizim ülkemizde hastanelerin, adliyenin, fabrikaların, doğanın, trafiğin, gıdanın vs. durumu ne ki caz kıymet görecek. Caz insanlar için çok dış çeperde kalıyor.
Kendi içimizdeki durumu anlamak için de Kaan Çağlayangöl’ün Türkiye’de cazın durumunu müzisyenler açısından çok iyi gözlemleyip anlattığı bir yazısını okuyucularımıza da tavsiye ediyorum.
Caz müziğin özellikle ülkemizdeki tarihçesine kısa da olsa sizin sayenizde değinebildiğimizi düşünüyorum. Son çalışmanıza gelirsek… Ahmet Muhip Dıranas ile yollarınız nasıl kesişti?
Bana Dıranas’ın şiir kitabını edebiyat öğretmeni Ömer Türkoğlu hediye etmiştir, bu yüzden bu çalışmayı kendisine ithaf ettim. Kitabın içine “Ellerinde kelebek kanadından tozları görmen dileğiyle” notunu yazmıştı; yine Ahmet Muhip Dıranas’tan esinlenerek:
“Gençlik yıllarım gözlerimin önüne geliyor. Bazen bir kafiye peşinde bütün bir gün aç gezdiğim olurdu. Maddi refah ve istikbal namına ne yapılmak gerekirse, hepsini şiir yazma, kitap okuma, fikir ve sanat adamı olma peşinde harcadım. Bugün, hayat için, parmaklarımda ezilmiş bir kelebek gubarından başka iz yok.”
Tesadüftür ki üç yıl önce, ikinci albümüm “a little red bug”ın albüm notları, Ahmet Muhip Dıranas’tan bir alıntıyla başlamıştı: “Yeniden yarattı seni gizli bir el!”. Dıranas’ın şiirlerini besteleyeceğimi o zaman bilmiyordum bile.
Ahmet Muhip Dıranas şiirde tınıya önem veren, sayısal olarak fazla şiiri bulunmasa da niteliği önemseyen bir şairdi. Bu noktada şiirleri besteleme sürecinde zorluklarla karşılaştınız mı? Süreç nasıl gelişti?
Biçimsel özellikleri beni zorladı. Çünkü Ahmet Muhip Dıranas hece ölçüsüyle yazıyor ama durak yerlerini kırıyor. Böyle olunca çok kolay bir ritmik kalıba sahip olmuyor. Hal böyle olunca özellikle Ağrı‘da ritmik yapı da tempo da şarkı içerisinde defalarca değişikliğe uğruyor. Esmer biçimsel olarak daha rahat bestelenebilen bir şiirdi. Tabi Ağrı’yla kişisel bir meselem de olduğundan daha çok zamanımı almış olabilir.
Ağrı, tamamı 180 mısralık uzun ve bağlantılı bir şiir. Böyle zorlu bir şiiri seçmenizin altında ne yatıyordu? Çalışmanızda yer alacak dizeleri seçerken nelere dikkat ettiniz?
Benim doğduğum yıl ölmüş Dıranas. Ağrı’da askerlik yapmış. Ben de küçükken annemin mecburi hizmeti sebebiyle Ağrı’da kalmıştım. Ağrı Dağı’nı Doğubayazıt’tan ilk gördüğüm an hâlâ dün gibi aklımdadır.
Ağrı şiirinde Dıranas bana göre tüm insanlığın sancısını anlattığı için kocaman bir şiir yazmış. Ben “Ağrı’ya eş bir dağ olsaydı içimde” dizesinden bestelemeye başladım ve “Ağrı’ya eş yüce bir dağ yok içimde” dizesiyle ikinci bölüme devam ettim. Bu şekilde bir kurgu oluşturmuş oldum. Nakaratta seçtiğim dizeler de bana göre insanın doymayışını en net vurgulayan dizeler:
“Öyle kolaydı ki yaşıyorum demek,
Soframıza konmuş bu doyulmaz yemek
Ne ki bu cendere, ne ki bu sonsuzluk,
Bu köpüren sular ve geçmez susuzluk…”
Ve tabi ki Ağrı! diye seslenen dizeyle nakaratı yeni verse‘e bağlayacaktım:
“Ağrı! başına boz bulutlar inmede.”
Ne güzel bir tesadüftür ki Dıranas’ın eşi Münire Hanım da bir belgeselde bu şiiri tam da benim bestelediğim yerden okumaya başlıyor. O an hissettiğim maneviyatla doğru yolda olduğumdan iyice emin oldum.
Muhip Bey albümünün çıkış sürecinde kimlerle çalıştınız?
Piyanoda Ayşe Tütüncü, dudukta Ertan Tekin, perküsyonlarda Memduh Akatay, gitarda Mert Altuntaş ve yaylı orkestrası İstanbul Strings ile oldukça akıcı bir kayıt süreci geçirdik. Ayrıca kayıt ve mikste Sinan Sakızlı, masteringde Oscar Zambrano, bu performansların dinleyiciye en iyi şekilde ulaşmasını sağladılar.
Muhip Bey albümünün önceki albüm çalışmalarınıza göre farklılıkları nelerdir?
Böylesine kıymetli bir şairi öne çıkarmak için melodi, armoni ve düzenlemeyi arka planda tutmayı seçtim. Böylece şiiri ön planda tuttuğumu düşünüyorum. Diğer albümlerimde böyle bir kaygı taşımamıştım. Öncelik sırasını duruma göre belirliyordum. Bazı bestelerde armoniyi bazılarında ritmik yapıyı, bazılarında sözü, bazılarında da düzenlemeyi ön plana çıkarabiliyordum. Ancak şiir bestelemek bence büyük bir sorumluluk. Bazen dinleyiciler mesaj yazıyorlar, bu hassasiyetimi gördüklerini ve bundan memnun olduklarını söylüyorlar. Anlaşılmak çok güzel bir duygu.
2016 yılında kendi plak şirketiniz things and records’u kurarak işin mutfağına da girdiniz. Bu noktada çalışmalarınız nasıl ilerliyor?
Things&records, butik bir plak şirketidir. Bu şirket üzerinden kendi çalışmalarımı ve “Bi’ Şarkım Var!”ın çalışmalarını yayınlamaktayım. İşin mutfağına girmek, müzik sektörü hakkında çok şey öğrenmemi sağladı ve müzisyenliğe olan bakış açımı da zenginleştirdi.
2015 itibariyle Grammy ödülleri jüri üyesinde yer alıyorsunuz. Burada yer alma serüveniniz nasıl başladı?
2012’de Türkiye’ye döndükten sonra bu konu kafamı kurcalamaya başladı. Her zaman sorgulayan bir müzisyen olmuşumdur. Acaba müzik endüstrisine yön veren bu ödül neye göre veriliyor diye sordum kendime. Geçtiğimiz yıllarda oy verme sistemi bağımsız sanatçılara da açık hale getirildi. Belli sayıda yayını ve uluslararası görünürlüğü olan sanatçılar jüri olmak için başvuruda bulunabiliyor. Ben tabi bu konunun takipçisi olarak hemen başvurdum ve kabul edildim. 2015’ten beri sistemin bir üyesi olarak caz ve dünya müziği dallarında oy vermekteyim.
Akademik kariyerinize de biraz değinelim istiyorum. Bilgi Üniversitesi bünyesinde öğrencilere “Müzikte Cinsiyet” dersi veriyorsunuz. Bu ders bana özellikle Sevinç Tevs ismini hatırlattı. Dersin içeriği hakkında bilgi verir misiniz? Piyasadaki cinsiyet ayrımı sizce ne durumda? İyiye doğru bir gidişin olduğunu söylemek mümkün mü?
Kadınların, müzisyenlerin ve halkın bilinçlenmesiyle iyiye doğru bir gidiş olduğunu söylemek mümkün. Özellikle son yıllarda bu konudaki farkındalığı arttıracak akademik çalışmaların sayısı artış gösterdi. Ancak yolumuz uzun, davranış biçimlerimiz çok eskiye dayanıyor ve kalıplaşmış. Halk bir tarafa “Müzikte cinsiyet” konusunun varlığından haberdar olmayan öyle çok müzisyen var ki, farkında olmadan cinsiyet ayrımı yapanlar çoğunlukta. Hem bunu kadınlar bile yapıyor.
Yeni projeleriniz var mı?
Bende proje bitmez. Librettosunu Ömer Türkoğlu’nun yazdığı “Yoklar” isimli müzikal/enstrümantal tiyatro çalışmamın 2021’de prömiyerini yapacağız, çok özel bir ekiple onun üzerinde çalışıyoruz. Ayrıca fırsat bulmuşken editörlüğünü YTÜ’den hocam Dr. Emine Ceylan Ünal Akbulut’un yaptığı, Türkiye’nin ilk caz vokal metodunu yazdığımı mutlulukla duyurayım. Değerli arkadaşım piyanist/besteci Uğurcan Kurt ile Türk Edebiyatı’ndan seçtiğimiz şiirlerin beste ve düzenlemelerinden oluşan bir repertuvarı “Şiirden Şarkıya” ismini verdiğimiz yeni bir proje olarak sahneleyeceğiz. Bu proje kapsamında “Muhip Bey”den sonra Cahit Külebi’nin şiirlerinden oluşan “Kırın Şairi” isimli ikinci single üzerinde çalışmaktayım. Şimdilik son olarak “Bi’ Şarkım Var”ın on şarkı yazarını ağırladığı ikinci albümü miks aşamasında, yakında onu da bitirip yayımlayacağız. Bütün bunlar uzun zamandır üzerine çalıştığım, çok emek isteyen ve hayata geçmesi vakit alan projeler, ama umuyorum ki tüm bunlara değecek.
Vakit ayırdığınız için çok teşekkür ediyorum. Sizi tanıdığım için çok memnun oldum. Son olarak röportajımızın okurlarına ne söylemek istersiniz?
Okuyuculara ve dinleyicilere vakit ayırdıkları için çok teşekkür ederim. Ben de sizi tanıdığım için çok memnun oldum.
“Muhip Bey” Youtube
1995 İstanbul doğumludur. Namık Kemal Üniversitesi Tarih bölümü öğrencisidir. Sinema, tiyatro, edebiyat ve fotoğrafçılık ile ilgilenmektedir. Kısa film senaryoları, düzyazı ve öykü üzerine çalışmalar yapmaktadır. Birçok dergi ve fanzinde yayınlanan çalışmalarının yanında aylık olarak Larva Fanzin’i çıkartmaktadır. Okumayı araştırmayı ve koleksiyon yapmayı çok seviyor. Hedefi sürekli kendini geliştirmek.