Ahmed Arif’in Cemal Süreya’ya “Cemo Baboş, Cemo Kurban” diye seslenerek başladığı, 1966-1970 yılları arası gönderdiği özel mektuplardan oluşan “Cemal Süreya’ya Mektuplar”, geçtiğimiz aylarda yayın hayatına başlayan Alaca Yayınları’nca yayımlandı.
Ahmed Arif’in Cemal Süreya’ya serzenişlerinin, kızgınlıklarının, kırgınlıklarının ötesinde dostluğu, arkadaşlığı, “soyunun sopunun kadasını alsın şu ağabeyin” diyecek kadar ileridedir. Ahmed Arif’in “soylu bir şairsin” dediği Cemal Süreya’ya, düşkünlüğü bu mektuplarda gün yüzüne çıkarken yaşadığı sıkıntıları, acıları, sevinçleri, halkına karşı olan sorumluluğunu da mektuplarda dile getirmiştir.
Cemal Süreya 1969’da Ahmed Arif üzerine yazdığı yazıda; “Nazım Hikmet, şehirlerin şairidir. Ovadan seslenir insanlara, büyük düzlüklerden. Ovadan akan ‘büyük ve bereketli bir ırmak’ gibidir. Uygardır. Ahmed Arif ise dağları söylüyor. Uyrukluk tanımayan, yaşsız dağları ‘asi’ dağları. Uzun ve tek bir ağıt gibidir onun şiiri. ‘Daha deniz görmemiş’ çocuklara adanmıştır. Kurdun, kuşun arasında, yaban çiçekleri arasında söylenmiştir, bir hançer kabzasına işlenmiştir” derken, bu mektuplarda da aynı dili korumaktadır.
Ahmed Arif’in “Hasretinden Prangalar Eskittim” kitabının ilk baskısında yer almasını istediği ancak Cemal Süreya’ya gönderdiği mektubunda belirttiği nedenden dolayı yer almayan Fikret Otyam’ın Ahmed Arif’i anlattığı yazısı, bu kitabın önsözü olurken Fikret Otyam’ın: “Çatal yürekli bir devrimcidir. Ve de ustura gibi keskin…” sözleri, bu mektuplarında apaçık görüleceği üzere mektupların yazıldığı dönemdeki edebiyat tartışmalarına, Cemal Süreya’nın Ahmed Arif hakkında biyografi kitabı hazırlama sürecine de tanık olacaksınız.
Cemal Süreya’ya Mektuplar, bu iki dostu, arkadaşı ve şairi uzun zaman sonra tekrar bir araya getirmiştir. Ve bu iki şair:
“Bir pınar gibi, bir yer altı suyu gibi, bir tipi gibi
Dostuna yarasını gösterir gibi…” olanca mertliğini mektuplarına taşımıştır.