Kafkas Mitolojisi ‘nin yazarı Fatih Yürür’ü sinema ve “alternatif” kültürlere dair yaptığı işlerden tanıyoruz. Çoğul konuştuğuma bakmayın, ben bunların bir kısmından haberdardım ve bu röportaj için tekrar bir gözden geçirmece yapınca çok daha fazlası olduğunu gördüm. Altın Fırçalı Adam, Geleceği Olmayan Adam, Repatriant, Zemin Kat, Milyon Dolarlık Afiş gibi kısa filmler ve belgeseller, Kıyametin Sineması, Kötü Karakterin Yükselişi, Tek Mekânlık Filmler, Sinemanın Maskeleri, Kötü Kötü Filmler gibi kitaplardan sonra Fatih Yürür, şimdi de Kafkas Mitolojisi‘yle karşımızda. Sevgili dostumuz Merve Köken‘in editörlüğünü yaptığı, Karakarga Yayınları’ndan çıkan kitabı ve arka planını konuştuğumuz bu kısa röportaj, Fatih’in işleri gibi bolca fikir ve ilham veren, kapılar açan bir röportaj oldu. İyi okumalar.
Fatih, hoş geldin. Seni birbirinden farklı ama bir yerde de birbiriyle kesişen işlerinden tanıyoruz. Sinema, “alternatif” türler ve kültürler, korku derken şimdi de Kafkas Mitolojisi’yle karşımızdasın. Önce fikirden yayına dek kitabın serüvenini kısaca öğrenmek isterim, en çok da neden Kafkas mitolojisi?
Neden bir mitoloji çalışması yapmaya karar verdim? Böyle sorulunca ben de kendimi biraz garip hissettim. Çünkü biliyorsunuz bu zamana kadar ağırlıklı olarak sinema üzerine çalışmalar yaptım. Bu soruya olabilecek en dürüst cevabı vermek isterim. Öncelikle bu yolculukta beni tetikleyen isim Merve Köken oldu. Daha önce ağırlıklı olarak Merve’nin çalışmalarına YouTube kanalımızda yer vermiştik. Onun bir mirasa sahip çıkma, kıyıda köşede kalmış olan değerli eserleri bizlere kazandırma çabasını takdir ediyordum.
Ben Abhaz kökenliyim ve 2015 yılında anavatana yolculuk yapma fırsatı buldum. Bu yolculuktan da “RePatriant” adında, geri dönüş temasını işleyen bir belgesel çalışması çıkardım. O dönemde ağırlıklı olarak Bagrat Shinkuba’nın, Georges Dumezil’in, Balkar Selçuk’un, Hadeğel’e Asker’in çalışmalarını inceleme fırsatı bulmuştum. Açıkçası bu çalışmalardan / derlemelerden etkilenmiştim fakat yine de bunun bir başka çalışmaya evrilebileceğini düşünmemiştim.
Merve’nin teşviki sayesinde Kafkas Mitolojisi derlemesi yapma fikri çıktı ortaya. Geçmişte yaptığım okumaları yeniden mercek altına aldım ve boşlukları doldurabilmek adına yeni okumalar ile ön çalışmanın idman sürecini geride bıraktım.
Çalışma sistemin nasıldı? Daha önceden bildiğin bilmediğin neler çıktı karşına?
Pandemi süreci böyle bir çalışmayı yürütmek için muhteşem bir fırsattı aslında. Biliyorsunuz medya ve reklam sektörüne dair görsel taleplerin azaldığı ve uzaktan çalışma sistemine geçtiğimiz bir dönemde sistemli bir biçimde çalışabilmek zor olmadı.
“Kafkas Mitolojisi çalışmasını ortaya koyarken dikkatimi çeken, mitolojik anlatıların, eposların ve karakterlerin fazla dağınık olmasıydı. Bu sebeple bir çeşit karakter haritası şeklinde tasarladım bu çalışmayı.
Karakterler üzerinden gitmek hem tasnifi hem de kronolojik takip rotasını benim açımdan biraz daha anlaşılabilir kıldı. Değerli nartologların adımlarını takip ederken, yüzeysel olarak bugüne kadar gelebilmiş ya da eposun bir bölümün yarım kalmış olan içerikleri, orijinal öykülere uygun bir biçimde hikâyeleştirmeyi uygun buldum. Temelde bilmediğim pek çok detay çıktı elbette hatta ileride bu detayları yeniden mercek altına alacağım çalışmalar da yapmayı düşünüyorum. Nihayetinde Nart eposunu daha sağlıklı bir biçimde anlamlandırabilmek için onu yaşatmak gerektiğini düşünüyorum. Daha doğrusu, hikâye anlatıcıları tarafından gerektiği gibi desteklenmemiş bir mitoloji örneği var karşımızda ve yeniden soluk alıp vermesi gerekiyor.
Kitapta da uzunca anlatıyorsun. Kafkas köklerinle ilgili bu tür bir araştırma yaparken üretim yaptığın diğer disiplinler ve konularla ortak noktalar, malzemeler buldun mu?
Böyle bir etkilenimden söz edebilir miyim bilemiyorum. Yani hikâye anlatıcılığı geleneğiyle bazı öyküleri rötuşlamak istesem de, bu rötuşların sağlıklı olabilmesi adına temkinli davrandım. Kuzey Kafkasya Mitolojisi, çok uluslu ve çok renkli bir disipline sahip ve farkında olmadan olayları bağlamından saptırmak mümkün.
Yani evet, bir sinemacı olmakla beraber, hikâyelere ve hikâyeleştirme eğilimlerine kapı araladım fakat bence diğer disiplinlerin bu çalışmayı etkilemesinden ziyade “Kafkas Mitolojisi” derlemem, diğer disiplinleri algılama ve yorumlama biçimimi belli oranda etkileyecektir diye tahmin ediyorum.
Kafkas mitolojisinin karakteristiğini nasıl tanımlarsın? Konuyla hiç ilgisi olmayan birini bile heyecanlandırabilecek ne gibi detaylar var sence?
Ben eskiden Kafkas Mitolojisi’nin çok daha soğuk bir mitoloji olduğunu düşünürdüm. Aklıma Game of Thrones’daki, duvarın diğer tarafında yaşayan vahşiler gelirdi. Nihayetinde mitolojide Nartlar’ın baş belası genellikle devler olarak resmedilmiş durumda.
Halbuki Nart eposu kesinlikle cayır cayır bir yaratım! Neredeyse her büyük Nart savaşçısının ateş ile vermiş olduğu ciddi bir sınavı var! Mitolojinin başat karakteri olan Susrıqua ise bildiğimiz bütün mitolojik kahramanların preslenmiş hali gibi! Fakat onu en yakın bulacağımız mitolojik karakter Prometheus! Hatta kendi devinimi içerisinde Nart eposunda en baskın olan tema Prometheus teması!
Temelde Nart epos ve mitoslarının eğildiği konu yozlaşma diyebiliriz. Kahraman büyük meziyetlerle doğar. Tüm düşmanları yok eder. Halkına refah ve huzur getirir fakat daha sonra bu huzur ortamı içerideki belli başlı yozlaşmalar sebebiyle sekteye uğrar. Aile kavgaları, intikam planları, entrikalar derken, böylesine güçlü bir halk kendi ördüğü o sık dokulu ağın içerisinde helak olur!
Bugün dünyanın şurasına burasına yayılmış Kafkas toplumu için bu mitolojinin yerinin, işlevinin ne olduğunu araştırma şansın oldu mu?
Toplumlar özelinde bir araştırma yaptığımı söyleyemem. Aslında toplumların bağlamından kopup gideli uzun zaman olmuş. Bu ortak bir anlatı mirası ve elbette hayatlarımızın yansıması. Nart eposu her ne kadar büyük kahramanlıklara yer veren bir öyküler silsilesi olsa da temelde hırsın, egonun ve öfkenin sonuçlarıyla karşı karşıya kalan insanlara dair bir öykü vadediyor.
Bugün insanlık olarak ağzımıza sakız ettiğimiz “ego”yu tam olarak anlayabiliyor muyuz? Onu gerçekten yakalayabiliyor muyuz? Dümeni ne zaman ona teslim ettiğimizin farkına varabiliyor muyuz? Yani temelde güçlendikçe ya da imtiyaz kazandıkça mı egomuza teslim oluyoruz. Yoksa her zaman onun tuzağına düşmeye hazır mıyız?
Sosrıqua, insan egosunun işleyişinin özeti niteliğinde tasarlanmış bir karakter. Bir kahraman, özgürlükçü ve eşitlikçi bir lider. Diğer taraftan da bu kahramanlığını her seferinde kanıtlamak için toplumunu ve hayatını riske atmaktan çekinmeyen bir bencil. Egomuzun çalışma biçimi ve çok daha kapsayıcı olan bilincin bu hengame içerisindeki sabitliği, Sosrıqua’nın kimliğinde çok rahat bir biçimde okunabilir.
Mevzubahis alanlarda yoğun üretim yapan sevgili Merve Köken de kitabın editörlüğünü yapmış. Bu süreç nasıl gelişti?
Merve’nin tıpkı soyadı gibi “kökenler” ile ilgili merakı ortada. Bizler bu çalışmaları her ne kadar büyük büyük değerler atfetmesek bile, ileriye yönelik önemli noktalara temas ettiklerine inanıyorum. Merve, Kuzey Kafkasya anlatılarına dair ilgimi biliyordu. Aslında RePatriant bile böyle bir hikâyenin başlangıç noktasıydı diyebilirim. O belgesel ile başladığım ve halihazırda devam eden bir yolculuk sürecindeyim ama bu süreç için öyle “aydınlanma”, “kimliğini bulma”, “olgunlaşma” süreci falan diyemem.
Sadece şunu çok net bir biçimde hatırlıyorum, Sochi’den Abhazya sınırına girdiğim zaman, dağlar beni çağırıyormuş gibi hissetmiştim. Hakikaten öyle filmlerdeki ruhani bir çağrı gibiydi. Daha önce hiç ayak basmadığım topraklarda, evimde gibi hissetmiştim. Bu halihazırda Kafkasya’ya dair hissettiğim en taze şey.
Dediğim gibi ben bir Nartolog değilim fakat uzun süredir Nartologların araştırmalarının peşinden gittim ve bu mitolojinin toparlanabilmesi için katkı sunmak istedim. Kafkas Mitolojisi de bu isteğin Merve Köken sayesinde doğru bir motivasyonla buluşmasını sağladı. Her halükarda eksikleri olan bir çalışma… Bir o kadar da tamamlanacak bir çalışma… Zamanla…
Kitabın giriş bölümünde “Son otuz yıldır mitolojileri okuma ve anlamlandırma biçimlerimiz de ufak ufak değişmeye başlamıştır,” diyorsun. Masallar da benzer şekilde. Medeniyet ve kültür olarak insanlık neden bugün böyle bir geriye bakış yaşıyor sence?
Artık mitolojilere ilahi metinlermiş gibi bakmıyoruz. Halihazırda “Dinler” rafında yer alsalar da, mitolojilerin doğru hikâye anlatımlarıyla zenginleşmiş, insanlık tarihinin izdüşümü olduğunu bilsek de son yıllarda bu sembolik anlatımın sadece öyküleri işaret etmediğini görüyoruz.
Her şey mitoloji. Bir marka yaratımı, bir beste yaratımı, bir film senaryosu, aşklarımız, ayrılıklarımız, evliliklerimiz, dargınlıklarımız…
Fakat bu geriye bakış bir yarar sağlar mı? Bunu bilemiyorum. Koşullandığımız durumları, davranışlarımıza sirayet eden örüntüleri tanımlayabilmek, onlardan kurtulmak ya da onlardan bağımsız hareket edebilmek anlamına gelmiyor. Şu an hepimiz “bilgiye ulaşma” yarışı içerisindeyiz ve bu bilgilerle ne yapmamız gerektiğini bile bilmiyoruz. Neden o bilginin peşinden koşuyoruz bunu bilmiyoruz. Belli bir haznemiz var ve bunu tıka basa bilgiyle doldurmak istiyoruz. Peki bunca bilgiye rağmen, neden benzer davranışları sergiliyoruz? Neden o beklenen değişim bir türlü gelmiyor? Neden dün olduğumuzdan daha cahil hissediyoruz?
Mitolojilere dönüp baktığımızda gördüğümüz, asla yalnız olmadığımız. Bütün bu ruhsal, psikolojik çalkantı salt modern insana yakıştırılan bir şey değil. Her zaman vardı. Fakat bizler, dünyanın bir zamanlar çok daha iyi bir yer olduğuna dair genel bir inanışa sahibiz. Bunu deneyimlemedik. Bunu tatmadık ama 50’li yılların çok daha iyi olduğunu söyleyebiliyoruz. Bunu söylerken samimi miyiz peki? Orta Çağ’da cadı diye yakılan bir kadın bu konuda ne yazık ki söz sahibi değil. Bu noktada tarihsel anlatılar kadar mitoslar da hatırlatıcı görevi üstleniyorlar bence.
Peki küreselleşmeyle birlikte mitlerin de kendi sınırlarını kültürlerini aşarak evrensel ve tarihsel ortak noktalarının keşfedilmesini nasıl görüyorsun? Bunu özellikle sinemayla ilgine istinaden soruyorum.
Evet aslında hem sinema hem de genel olarak tüm anlatılar bu mitler üzerine inşa edilmiştir diyebiliriz. Mitler özelinden çıkacak olursak, aslında bu küreselleşme insanların birliği konusunda önemli bir noktaya işaret edebiliyor. Elbette coğrafi olarak yaşadığımız bazı farklılıklar var. Söz gelimi Danimarka’daki bir sinemacı kadar iyi bütçeler bulamıyoruz, filmlerimizi ABD pazarında elimizi kolumuzu sallaya sallaya fonlayamıyoruz. Diğer taraftan İran gibi ülkelerde temel hak ve özgürlükler daha kısıtlı olduğu halde, sanata yapılan yatırımlar çok daha fazla. Bununla birlikte pek çok uluslararası festival, İran ya da Filistin gibi ülkelerden gelen yapımlara ücretsiz akreditasyon sağlıyor.
Konunun bağlamından çıkmak istemiyorum fakat global anlamda devrimsel sayılabilecek bir noktaya geldik. Öncelikle birbirimizin acısına kayıtsız kalamıyoruz. Muhtemelen bu kayıtsız kalamama durumunun samimiyetini sorgulayanlar çıkacaktır fakat bir şekilde her şeyden haberdarız. Eskiden olduğu gibi, bir insanlık dramının ortaya çıkması için yarım yüzyıl geçmesi gerekmiyor. Bu durumda pek çok şey ortaklaşıyor. Anlatılar ortaklaşıyor. Hissiyatlar ortaklaşıyor. Beğeniler ve kaygılar ortaklaşıyor.
Mitler de benzer bir biçimde sınırları aştılar. Dilden dile, yöreden yöreye, ülkeden ülkeye taşındılar. İnsanların kaygıları o zamanlar da benzerdi demek ki. Yani yapabileceğimiz en basit çıkarım bu. Daha geniş bir çıkarım ise, artık “bir bütünün parçasıyız” da diyemiyoruz. İnsanlar bir bütün ve tüm bu savaşlara, ayrışmalar, ırkçılığa rağmen parçalanamazlar. Hastalanırlar… Vücudun bir şekilde hastalanması, kanaması gibi ama parçalanamazlar. Galiba mitolojilerin, anlatıların ve kaygıların benzerliğinden hemen sonra keşfetmemiz gereken kısım bu olacak.
Bizden bu kadar Fatih. Eklemek istediklerin var mı?
Değerli sorularınız için teşekkür ederim.
Biz teşekkür ederiz. 🙂
1987, Ankara.
Türk Dili ve Edebiyatı lisansı, Yeni Türk Edebiyatı yüksek lisansı…
KalemKahveKlavye’nin kurucusu.
Evli ve iki kedi babası…
Bazı kitaplar yazdı: Kadran Kadraj (2015), Kaosun Kalbi (2020), Yeraltı Kütüphanesi (2020), Gecenin Kıyısından Gelen Suratsız ve Yaşlı Kuzgun: Edgar Allan Poe (2020)