Bilimkurgu ve fantastik edebiyat ile masonik arkaplanın ve gülhaç sembollerinin ne ilgisi var? Kubilayhan Yalçın yazdı.
Kubilayhan Yalçın’ın bu yazısı, hazırlamakta olduğu “Ezoterik Edebiyat Yazıları” serisinin ilk bölümü olmakla birlikte KalemKahveKlavye’nin “Edebiyatta Alternatif Türlerin Yükselişi” dosyası kapsamında hazırlanmıştır. Dosyanın tamamına BURADAN ulaşabilirsiniz.
Çağdaş bilimkurgu ve fantezi edebiyatı bir anlamda Batı ezoterizmi ve/veya okültizminin “zihin çocuğu”dur. Ve aynı zamanda, bir tarihte ifade ettiğimiz gibi: Bu iki “alternatif türün” tarihsel köklerini incelemek, on dokuzuncu yüzyılın mason locaları ya da Teozofi derneklerinin koridorlarında kaybolmak demektir.
İlk bilimkurgu yapıtlarından biri olarak kabul edilen Mary Shelley’in kült romanı Frankenstein ya da Modern Prometheus’tan başlayarak bu fikri biraz açalım.
1818 yılında yayımlanan romanda Victor Frankenstein, simyasal ülküler ve Galvanistik tekniklerle cansız et parçalarından insan benzeri bir varlık, bir tür “golem” yaratır. Tıp Fakültesi’ndeki ilk yıllarında simyacılar tarafından büyülenen Victor, zihin haritasını bize şöyle yansıtıyor: “Eve döndüğümde ilk işim bu yazarın [simyacı Nicholas Flammel] ve sonradan da Paracelsus ile Albertus Magnus’un tüm eserlerini edinmek oldu. Bu yazarların çılgın hayallerini büyük bir hevesle okuyarak etüt ettim.” Simyacıların bu “çılgın hayalleri” arasında baz metalleri altına dönüştürmek ve ölümsüzlük iksiri, “Elixir” elde etmek vardır. Bununla birlikte simya insanın ruhsal dönüşümü üzerinde de çalışır…
Victor’un Inglostadt Üniversitesi’ndeki doğa felsefesi hocası Krempe’den, bu “Paracelcian” hayalpereste sert bir tepki gelir. Krempe, Romanda, Batı rasyonalizm ve Aydınlanmacılığının edebi sözcülüğünü yapar gibidir: “Nasıl ıssız bir yerde yaşamışsın ki,” der öğrencisine: “bir kişi de çıkıp sana böylesine büyük bir şevkle öğrendiğin fantezilerin bin yıllık geçmişleri olan, küflenmiş fikirler olduğunu söyleme nezaketini göstermemiş. Böyle bir aydınlanma ve bilim çağında Albertus Magnus’un ve Paracelsus’un takipçisine rastlayacağım kırk yıl düşünsem aklıma gelmezdi”
Victor’un kimya hocası Waldman ise sert Kartezyen meslektaşı Kremper’e göre daha dengeli bir tutum sergiler. Waldman düşüncenin evrimi ve tarihsel sürekliliği ön plana alarak şunları söyler: “Günümüz filozofları bugünkü bilgilerinin büyük bir kısmını, bu insanların yılmak bilmez azimlerine borçlular. Büyük ölçüde onlar tarafından gün ışığına çıkarılmış bir takım gerçekleri bugün yeniden adlandırmamız ve ilişkilendirmemiz kolaylaştı. Ne kadar hatalı yönlendirilmiş olursa olsun, dehaların çalışmalarının nihayetinde insanlığın yararına çevrilmemesi nadir görülen bir durumdur.”
Bu noktada, Victor’un “çılgın hayallerini” büyük bir hevesle okudum dediği simyacılardan ikisine, Paracelsus ve Albertus Magnus’a bir göz atalım.
Asıl adı Albert de Groot (1206-1274) olan Albertus Magnus, tarihte android kelimesini ilk kullanan kişidir. Bir Dominikan rahibi olan Albertus için “Magnus in Magia, Major in Philosophia, and Maximus in Theologia” deniyor: “Majide [büyü] büyük, felsefede çok büyük, Tanrıbilimde muhteşem”.
Masonik düşünür ve okültizm araştırmacısı Manly P. Hall, Albertus’un majikal bilimlerde ustalaştığını ve adına Androides dediği, “düşünebilen ve konuşabilen” tuhaf bir otomat yaptığını iddia ediyor. “Spiritüel” (ruhsal) özelliklere de sahip olduğu söylenen bu otomat, rivayete göre “yıldızların konumuna göre seçilmiş metallerden ve bilinmeyen madenlerden” yapılmıştı. Otuz yıllık bir çalışmanın ürünü olan makine, Albertus’un öğrencisi, yine ünlü bir Dominikan rahip ve düşünür olan Thomas Aquinas tarafından “şeytan icadı” olduğu gerekçesiyle parçalanmıştır.
Leonardo da Vinci, Martin Luther ve Copernicus’un çağdaşı olan Paracelsus’un (1493-1541) asıl adı Philippus Theophrastus Aureolus Bombastus von Hohenheim. Ünlü Gülhaç örgütünün kurucusu olduğu da iddia edilen Paracelsus, “Tıbbın Luther’i”, “kimyanın babası”, “kemoterapinin büyükbabası”, “toksikoloji (zehir bilimi) ve tıbbi kimyanın kurucusu” gibi lakaplarla anılıyor. (Yeri gelmişken; konuya yabancı okurlarda kafa karışıklığına yol açmamak için Gülhaç ve masonluk arasındaki simbiyotik ilişki hakkında kısa bir açıklama yapalım: Gülhaçlar, 17. yüzyılda adlarını duyuran; bir rivayete göre Tapınak Şövalyeleri’nin devamı, simya, Kabala gibi Hermetik bilimler üzerinde çalışan gizli bir topluluk. Francis Bacon ve Giordano Bruno gibi Rönesans düşünürlerinin de örgüte dâhil olduğu iddia ediliyor. Gülhaçlar zamanla masonluğa entegre oluyor. Bugün masonluğun İskoç Riti’nin 18. derecesinin adı Gülhaç Şövalyesi’dir.)
Aytunç Altındal Gül ve Haç Kardeşliği’nde Paracelsus için şöyle diyor: “Özellikle kan-bilimine yaptığı katkı, şimdilerde çok önemseniyor. Kan’a altın katarak tedavi günümüz için de yenidir. Paracelsus bu usulü düşünmüştü… …Umarız, şu ünlü ‘Tüp Bebek’ fikrinin savunucularından birinin Paracelsus olduğu da anımsanır.” Altındal “tüp bebek” derken, Paracelsus’un hermetik (mühürlü) bir kap içinde yetiştirilebileceğini iddia ettiği “parmak çocuklar”, Homunculus’lardan bahsediyor. Homunculus Latince “küçük insan” demek:
“Bir adamın menisini kırk gün boyunca çürümüş at gübresi ile birlikte hava geçirmez biçimde mühürlenmiş bir şişenin içinde çürümeye bırakın. Ve gözle kolayca görülebilecek bir biçimde yaşamaya, hareket etmeye ve kımıldamaya başlayıncaya kadar orada tutun. Bu zaman süresinden sonra, bir ölçüde insan gibi olacak, ama saydam ve vücutsuz olacaktır. Eğer bundan sonra, her gün dikkatle ve özenle insan kanı ile beslenir ve kırk gün daha at gübresinin ısısında tutulmaya devam edilirse, belli bir sürenin sonunda hakiki ve yaşayan bir bebek haline gelecektir. Bu bebeğin bir kadından doğmuş bir bebekte bulunan tüm organları vardır, ama daha küçüktürler. Buna Homunculus adı verilir. Artık geriye onun büyük bir dikkat ve itinayla eğitilmesi, zekâ belirtileri ortaya çıkana kadar bu eğitimin sürdürülmesi kalmaktadır.”
Hermetik kaplarda “insan yetiştirmek” demişken…
Birçok edebiyat ve okültizm araştırmacısı, Mary Shelley’nin Frankenstein’ı yazarken ünlü Prag Golemi’nden esinlendiğinin altını çiziyor. Tevrat ve Talmud metinlerinde “cenin” ya da ‘kusurlu varlık’ anlamına gelen Golem, sahibinin emirlerini mekanik bir şekilde yerine getiren yarı bilinçli bir “çamur adam”. Talmud Kitabı’na göre, çamurdan yaratılan Âdem de ilk 12 saat boyunca Golem’di.
Prag Golemi, bu Kabalistik mitin en ünlülerinden biri. Rivayete göre bu yaratık, Kutsal Roma Germen İmparatoru II. Rudolph (1552-1612) döneminde yaşamış Judah Loew ben Besalel (Maharal) adlı bir haham tarafından, Prag Gettosu’nda yaşayan Yahudileri antisemitik saldırılardan korumak için yapılmıştı. Madam Blavatsky’nin Teozofi Derneği ve Altın Şafak gibi topluluklara katılmış, Kafka’nın dostu yazar, okültizm araştrımacısı Gustav Meyrink’in Golem romanı bu ünlü Prag Golemi’ni anlatır.
***
Fredric Jameson’ın “modern bilimkurgunun doğrudan temsilcisi” dediği Jules Verne, deyiş yerindeyse kadim bilimkurgunun(!) da (okültizm) sadık bir kalemi gibi görünüyor…
Seda Uyanık’ın, Osmanlı Bilim Kurgusu: Fenni Edebiyat çalışmasında şöyle bir başlık karşımıza çıkıyor: Osmanlı edebiyatında Jules Verne etkileri ve fennilik. Uyanık, Osmanlı ve kısmen de Cumhuriyet döneminde yapılan Jules Verne çevirilerinin zamandizinsel listesini yayınlamış. Buna göre 1875 yılından bu yana yaklaşık 150 yıldır Jules Verne okuyoruz. Sıklıkla Sanayi Devrimi’ni kaçırdığımız ya da mesela Japon toplumuna kıyasla çok daha az okuduğumuzdan hayıflanırız. En azından bu tabloya göre Jules Verne kitaplarına gösterdiğimiz ilgi Dünya standartlarında, sevinebiliriz(!).
Marc van Stone ve Michel Lamy gibi araştırmacılar Jules Verne kitaplarının ezoterik şifre, numeroloji ya da anagramlarla dolu olduğunu iddia ediyorlar. Mesela Michel Lamy, Jules Verne’in Gizli Mesajı: Masonik, Gülhaçcı ve Okült Yazılarının Deşifresi (The Secret Message of Jules Verne: Decoding His Masonic, Rosicrucian, and Occult Writings) kitabında Verne’in Hürmasonluk, Altın Şafak, Angelic Society ve Gülhaçlar gibi okült toplulukların gizli ve kutsal sembollerini nasıl şifreli bir biçimde kullandığını anlatıyor. Lemy, kitabın Jules Verne the Freemason (Hürmason Jules Verne) başlıklı bölümünde, Verne romanlarının, Mozart’ın Sihirli Flüt operası misali masonik semboller içerdiğini ve erginlenme (inisiyasyon) seremonilerinin aşamalarına göre kurgulandıklarını belirtir.
Jules Verne’in, ünlü Dracula romanının yazarı ve yine bir okült topluluk, Altın Şafak (The Hermetic Order of Golden Dawn) üyesi olan Bram Stoker’la da iletişimi vardı. Ama Drakula ve Stoker’a geçmeden önce, Verne’in Britanyalı çağdaşı Edward Bulwer-Lytton’a bir göz atalım.
İngiliz yazar, siyaset adamı ve okültist Edward Bulwer-Lytton (1803-1873), günümüzde ismi çok sık telaffuz edilmese de, her taşın altından çıkan politik ve sanatsal bir fenomen. Lytton’ın Pompei’nin Son Günleri, Zanoni: Bir Gülhaç Hikâyesi ve dilimize de çevrilen Vril: Gelecek Irkın Gücü gibi zamanının popüler, çok-satar kitapları var. Lord Lytton’ın özellikle Gelecek Irk romanı hem Agarta ve Şambala mitlerinin, günümüzde “Yeni Çağcı”, “spiritüel” çevrelerde sıklıkla dillendirilen güncel versiyonlarının esinlenildiği ezoterik bir metin, hem de çağdaş bilimkurgu edebiyatının ilk örneklerinden biri oldu.
Lytton bu romanında Nuh Tufanı’ndan sonra yeraltına kaçıp, varlığını sürdüren ve ülkelerine Vrilya adını veren bir uygarlıktan bahseder. Melek görünümlü, tufan artığı Vrilyalılar, Star Wars‘taki “Güç”e benzer elektro-spiritüel güçlere sahiptir. Vril gücünün kontrolü de Jedi eğitimini anımsatıyor: Bir ustanın aracılığıyla geliştirilen bu telekinetik elektro-ruhsal güç, “yapıcı ve yıkıcı” amaçlar için kullanılabilmektedir. Vrilya ana-erkil bir toplumdur ve siyasi erk kadınların elindedir. Kendi kendine hareket eden ve uçan araçlara sahiptirler. Lytton, Nazilerin Vril motoru ya da üstün ırk idealinin peşinden koşan Vril örgütünün de isim babasıdır.
Exeter Üniversitesi’nde Batı Ezoterizmi Kürsüsü başkanlığı yapmış Nicholas Goodrick-Clarkie “Liljegren’in karşılaştırmalı metin incelemelerinde yadsınamaz ölçüde ortaya koyduğu gibi, erken dönem teozofisinin özellikle İngiliz okült kurgularından esinlenmesi ilginçtir” diyor. Bunun ardında bir tür “masonik enternasyonal” olduğu söylenebilir aslında. Edward Bulwer-Lytton’ın bir ünvanı da İngiliz Gülhaçları’nın Patronu’ydu. Lytton kısa adı S.R.I.A olan İngiliz Gülhaçları Cemiyeti’nin (Societas Rosicruciana in Anglia) kurucusu ve büyük üstatlarındandı. Gizli Doktrin, Peçesiz İsis gibi kitapların yazarı, Teozofi Hareketi’nin kurucusu Helena Blavatsky’nin annesi Elena Andreyevna Fadeyeva, Edward Bulwer-Lytton’ın Zanoni, Pompei’nin Son Günleri, Zanoni ve Vril gibi kitaplarını Rusçaya ilk çeviren kişiydi. Blavatsky, Agarta, Atlantis, Lemurya hakkındaki spekülatif tezlerini Lytton’ın romanlarından esinle yazmıştı. Aristokrat kan bağına sahip Blavatsky’nin ailesinde birçok Rus mason ve Gülhaç vardı.
Shakespeare’in Prospero’su misali büyü pratikleri içeren okült bir anlatı olan Zanoni, bir anlamda, aralarında aristokratlar ve devlet adamlarının da olduğu hatırı sayılır bir kitleyi ölümsüz olduğuna inandırmış Saint-Germain Kontu’nun hayat öyküsü gibidir. Romanın sonunda âşık olduğu için “ölümsüzlüğünü” kaybeden, müzik dâhil bin bir beceriye sahip Gülhaç örgütü üyesi Zanoni, Fransız İhtilali esnasında giyotinle idam edilir.
Lytton’ın ünlü İngiliz romancı Charles Dickens’la da yakın dostluğu vardı. Oxford Hareketi denen, İngiliz emperyalizminin Ortadoğu politikalarına yön veren, Vahabilik, Müslüman Kardeşler gibi birçok radikal akım ve topluluğu İslam coğrafyasına deyiş yerindeyse musallat eden bir think-tank’in de beyin takımındandı. “It was dark and stormy night” (Karanlık ve fırtınalı bir geceydi) ya da “The pen is mightier than the sword” (Kalem kılıçtan keskindir) gibi klişeleri yazın hayatına katan Lytton’ın kardeşi Henry Bulwer-Lytton da Abdülmecit devrinde İngiltere’nin Osmanlı sefiriydi. Balta Limanı Ticaret Antlaşmasını imzalayanlardan ve İstanbul, Büyükdere’de Bulwer Mason Locasını kuran Sir Henry, bir dönem Yassıada’yı da satın almış, buraya bir şato ve malikâne inşa ettirmişti.
***
Ve vampirizm…
İlk kez 1897 yılında yayımlanan Dracula’nın yazarı Abraham “Bram” Stoker; Oscar Wilde, William Butler Yeats, Aleister Crowley ve Kabalizm ağırlıklı bir Frankenstein diyebileceğimiz Golem’in yazarı Gustav Meyrink gibi Altın Şafak Hermetik Cemiyeti’nin toplantılarına katılıyordu. Ülkemizde de geniş bir hayran kitlesine sahip J. R. R. Tolkien, yakın arkadaşı Narnia Günlükleri’nin yazarı C. S. Lewis ve yukarıda da belirttiğimiz gibi Jules Verne’in de Altın Şafak’la bağlantısı vardı. Tolkien ve Lewis topluluğun üyesi değildi fakat önemli figürleriyle dostluk ilişkileri vardı.
Altın Şafak, Edward Bulwer-Lytton’ın İngiliz Gülhaçları Cemiyeti’ne üye üç kişiden kuruldu: William Robert Woodman, William Wynn Westcott ve Samuel Liddell MacGregor Mathers. Westcot, S.R.I.A’nın başkanlığını da yapmıştı. Mathers, ünlü İngiliz düşünür Henri Bergson’un yeğenidir. Westcott doktor, Woodman eczacılık üstüne çalışmıştı. Mathers savaş teorisine ilgi duyuyordu. Ama her üçünün de ortak noktası Kabala, simya; kısaca okült-Hermetik bilimlerdi…
Şimdi bir parantez açıp, 19. yüzyıl Avrupa’sında, Altın Şafak’ın da bir parçası olduğu okült, spiritüel ve teozofik çevrelerin vampirizme bakış açısına bir göz atalım.
Helena Petrovna Blavatsky’nin eşi Amerikalı Albay Henry Steel Olcott, The Theosophist dergisinde, Stoker’ın Dracula’sından altı yıl önce The Vampire başlıklı bir makale yayımladı. Olcott, yazının başında “psişik bir vampirin” musallat olduğu Hintli bir kadının hikâyesini anlatır. Kadın her sabah bitkin, solgun, kanı çekilmiş halde uyanmaktadır. İki kez hamile kalmış ve düşük yapmıştır. Zavallı kadın en nihayetinde Dracula’daki vampir avcısı Van Helsing misali bir cinci hocaya, bir “exorcist”e danışır. Adam, kadına bir ölünün kendisine musallat olduğunu söyler. Hikâyenin sonunda cinci hoca, şüphelinin mezarını açar ve “yaşayan bir ölüyle” karşılaşır. Cesedin elini kestiğinde ise taze kan fışkırır. Adam gerekli ritüel ve mantraları yapar ve kadın iyileşir… Altın Şafak üyesi Bram Stoker’ın ünlü teozofist, hürmason Olcott’un bu makalesinden esinlenmiş olma ihtimali yüksek…
Romandaki iki obje oldukça dikkat çekicidir fikrimce: Tabut ve ayna. Malum; Kont Dracula’nın gündüz istirahatgahı bir tabuttur. Ayrıca Stoker’ın evreninde, folklorik vampir anlatılarında pek rastlanmayan, yerçekimi misali bir kanun çıkar karşımıza: Vampirler aynada görünmez! İlginçtir; masonluğa giriş töreninin bir aşamasında aday, Düşünme Odası denen bir hücreye kapatılır. Burada adayın simgesel ölümü gerçekleşir. Uygulamanın kadim köklerine inildiğinde, adayların gerçekten toprağa gömüldüğüne tanık oluruz: Druidler, İsa’yı yetiştiren Eseniler ve bazı Afrika kabileleri vb.
Törenin ileri aşamalarında aday bu sefer de bir tabuta yatırılır. Tabuttan çıkması ise yeniden doğuşunu simgeler. Kont Dracula da geceleri tabuttan çıktığında bir anlamda yeniden doğmaktadır.
Düşünme Odası’nda tuz, kükürt, kurukafa, üçgen bir kâğıt ve ayna gibi objeler bulunur. Ayna, adayın kendinle yüzleşmesidir. Kim bilir, belki de Dracula’nın aynada gör(e)mediği ya da yüzleşemediği kendi caniliği, hayvani doğasıdır…
Dracula karakterinin esinlenildiği tiyatro oyuncusu Henry Irving’in mason olduğuna inanılıyor. Tabut ve ayna objeleri tek başlarına Stoker’ın zihin kodlarını çözmeye yeterli değil fakat yazarın Altın Şafak’la ilişkisi ve Irving’in olası masonluğu, romandaki ezoterik tonlara anlam veriyor…
Okült vampirizme geri dönersek…
H.P. Blavatsky de Peçesiz İsis kitabında vampirizme değinir. Vampirism: Its Phenomena Explained başlıklı bölümde Blavatsky, Yahudi tarihçi Maimonides’in anlattığı vampir söylencelerinden, yine bir 19. Yüzyıl spiritüalist ve “vampirbilimci” olan Z.J. Piérart’ın “astral vampirler” teorisinden bahseder.
Doktor Piérart, Tekâmülcü Ruhçuluk ya da kısaca Batı Spiritüalizminin teorisyenlerinden Alan Cardec’in tilmiziydi. Fakat zaman içinde Cardec’le reenkarnasyon ve vampirizm konularından ötürü fikir ayrılığına düştüler. Cardec ve ekibinin yayınladığı Ruhçuluk Bildirgesi’nde “yeniden doğuş” evrensel bir yasa olarak kabul edilmişti. Cardec’in reenkarnasyon yaklaşımı, Piérart’ın vampir teorilerine ters düşüyordu. Spiritüalistler ölmüş kişilerin ruhlarıyla irtibata geçtiklerini iddia ediyorlardı. Piérart, ölmüş ve yeniden doğmuş birinin kişiliğinin yok olacağı, onunla iletişim kurmanın mümkün olmadığını savunuyordu. Piérart’ın vampirleri, çeşitli ruhsal acılar veya travmalar yüzünden iki dünya arasına sıkışıp kalmış ve yaşayanların ruhsal enerjisiyle beslenip varlıklarını sürdüren ruhlardı.
Eliphas Levi, Dion Fortune gibi zamanın kalburüstü okültistlerinin de vampirizm temalı yazıları vardır. Fakat hurafe olarak gördükleri yarasa ya da kurda dönüşen kanlı canlı vampirlerden çok “astral-psişik vampirlik” üzerinde dururlar.
Olcott ve H.P. Blavatsky çiftinden etkilenen fantezi yazarları ayrı bir dosya konusu olabilir. Mesela bunlardan biri de H.P. Lovecraft’tır. Lovecraft’ın Shadow Out of Time gibi öyküleri Blavatsky’nin kök-ırklar temalı Teozofik spekülasyonlarından esinlenilmiştir.
Benim de dâhil olduğum çizgi roman kültünün(!) sadık üyelerinin yakından bildiği Robert E. Howard ve efsanevi Conan karakteri de Blavatsky’den izler taşır. Blavatsky’nin Gizli Öğreti kitabında ortaya atılan Lemurya, Atlantis, Hyperborea gibi efsanevi kıtalara ait “okült tarih tezleri” ve ayrıca Teozofi literatüründe sıklıkla işlenen kadim bilgelik, kayıp uygarlıklar, sihir, büyü, maji vs. gibi temalar Howard’ın hayal gücünü tetikleyen temalardı.
Bitirmeden:
Yazının başlığına sadık kalmak için ana akım edebiyat sınırlarına dayanmak istemesem de, James Joyce ve Teozofi ilişkisine dair bir anekdotu paylaşmadan edemeyeceğim.
James Joyce’s Ulysses kitabının yazarı ve Joyce’un yakın arkadaşı olan Stuart Gilbert, Ulysses ve Finnegan’s Wake hakkında konuşmak üzere, Paris’te Joyce’u ziyaret eder. Her iki anlatının da rengini, kokusunu vermeyen muğlak bir tarafı vardır. Gilbert, Joyce’a bu kitapların anlamını sorar. Joyce, Gilbert’a Blavatsky’nin Peçesiz İsis ya da Blavatsky’nin asistanı teozofist A.P. Sinnet’nin Ezoterik Budizm ya da Mahatma Mektupları’nı okuyup okumadığını sorar. Bu sohbetin ardından Gilbert, Joyce’un Teozofi ve okültizm konularında ciddi bir birikime sahip olduğunu fark eder. Ulysses’in, reenkarnasyon, karma, Hermetizm, Anoloji Yasası (aşağıdaki ve yukarıdaki birdir) gibi ezoterik yaklaşımlar olmadan anlaşılamayacağına karar verir.
Dosya Kapsamındaki Diğer Yazılara Ulaşmak İçin Tıklayın
Kubilayhan Yalçın’ın Diğer Yazılarına Ulaşmak İçin Tıklayın
Kaynaklar:
- Shelley, Mary. (2015). Frankenstein Ya Da Modern Prometheus. (Duygu Akın, Çev.). İstanbul: Can Yayınları.
- Hall, Manly Palmer. (2014). Tüm Çağların Gizli Öğretileri. (Murat Sağlam, Çev.). İstanbul: Mitra Yayınları.
- Uyanık, Seda (2013). Osmanlı Bilim Kurgusu: Fenni Edebiyat. İstanbul: İletişim Yayınları.
- Altındal, Aytunç (2003). Gül ve Haç Kardeşliği: Avrupa Birliğinin Gizli Masonik Kimliği. Ankara: Yeni Avrasya Yayınları.
- Clarke, Nicholas Goodrick. (2012). Nazizmin Gizli Kökenleri: Gizli Aryan Kültleri ve Nazi İdeolojisi Üzerindeki Etkileri. (Ali Cevat Akkoyunlu, Çev.). İstanbul: Kırmızı Kedi Yayınları.
- Laycock, Joseph P. (2009). Vampires Today: The Truth about Modern Vampirism. London: Praeger Publishers.
- Melton, J. Gordon (2011). The Vampire Book: The Encyclopedia of the Undead. Detroit: Visible Ink Press.
- http://www.lesvampires.org/olcott.html
- https://www.independent.co.uk/artsentertainment/books/features/fangs-for-the-memory-a-century-of-dracula-7628021.html.
- http://www.theosociety.org/pasadena/sunrise/45-95-6/th-imo.htm
Bu yazının dahil olduğu dosya paralelinde, KalemKahveKlavye ve Yazım Kılavuzu işbirliğiyle düzenlenen “Edebiyatta Alternatif Türlerin Yükselişi” konulu söyleşinin videosunu şimdi izleyebilirsiniz.
1975 İstanbul doğumlu. İstanbul Anadolu Güzel Sanatlar Lisesi Resim Bölümü ve Gazi Üniversitesi Müzik Eğitim Fakültesi mezunu.
Yirmi yılı aşkın süredir klasik gitarla iştigal eden Yalçın’ın çocuk gitar eğitimi konulu bir yüksek lisans tezi var. Alirio Diaz, Costas Cotsiolis Tillman Hopstock gibi gitaristlerin atölye çalışmalarına katılan Yalçın, piyanist Anjelika Akbar’ın Su ve Bir Yudum Su albümleri için gitar düzenlemeleri yaptı. Kubilayhan Yalçın’ın fantastik ve bilim kurgu öykülerinden oluşan 2453 Alınyazıcı ve Ruhkurtaran adlı iki kitabı var.
Ankara ve Antalya’da yaşayan Yalçın, üçüncü kitabı Milenyum Manastırı’nı yayımlamaya hazırlanıyor.