Her şeyi kendi yararına dönüştürmeyi ustalıkla başaran kapitalizm, 8 Mart tarihinin adındaki emekçi sıfatını görmezden gelerek, kadın söylemi üzerinden tüketimi körüklemeye çalışırken, aynı zamanda asıl amacına ulaşarak, günün anlamının da yitirilmesini sağlamaktadır. Oysa 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’dür ve çok özel, çok saygın bir gündür. Kanla yazılmış büyük acıların yaşandığı uzun yıllarca verilen, emek mücadelesinin tarihidir söz konusu olan.
Kapitalizmin gelişim döneminde işçilerin çalışma koşulları çok ağırdı. İnsanlık dışı çalışma koşullarını iyileştirmek ve 18 saatlik iş gününü, 10 saatlik iş gününe çekebilmek için greve gittiler. Bir dokuma fabrikasındaki işçilerin başlattığı grev, yayılarak büyüdü ve işveren, polis şiddetine başvurdu. Acımasız saldırılar sonunda, fabrikaya kapatılıp üzerlerine kapıların kilitlendiği 120 kadın işçi yanarak öldü. Grev bastırılmıştı ama vahşetin galip geldiği o tarih akıllara kazındı.
26-27 Ağustos 1910 tarihinde Danimarka’nın Kopenhag kentinde 2. Enternasyonal’e bağlı “Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı” düzenlenir. Bu konferansta, Almanya Sosyal Demokrat Partisi önderlerinden Clara Zetkin tarafından, 8 Mart 1857 tarihindeki tekstil fabrikası yangınında ölen kadın işçiler anısına 8 Mart’ın “Dünya Kadınlar Günü” olarak anılması önerilir. Oybirliğiyle kabul edilir. Sonrasında da Birleşmiş Milletler Genel Kurulunun, 16 Aralık 1977 tarihindeki oturumunda 8 Mart’ın “Dünya Kadınlar Günü” olarak anılması kabul edilir.
Türkiye ise 8 Mart’ı ilk kez 1921 yılında “Emekçi Kadınlar Günü” olarak kutlamaya başladı. 1975 yılında ve onu izleyen yıllarda daha yaygın olarak kutlanır oldu, kapalı mekânlardan sokaklara taşındı. Günümüze geldiğimizde ise bu emek tarihi, tüketim tarihine dönüştü.
Emek açısından baktığımızda, o günden bu güne değişen çok da bir şeyin olmadığını görüyoruz. Güvencesiz ve geleceksiz hale gelen çalışma koşullarının ötesinde; hâlâ fabrikalarda kadınlar yanarak can veriyor. Bursa’da 5 kadın işçinin gece vardiyasında kilitlenen kapılar yüzünden, çıkan yangında kurtulamayıp yanması daha dün gibi.
Ben de bir kadın olarak; bu 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nü, Bursa’da yanan beş kadın işçi ve emeğini alamayan diğer kadın işçiler anısına Suat Derviş’e adıyorum. Edebiyatın bu eşsiz emekçi kadınını, taşıdığı toplumsal sorumlulukla yarattığı ölmez yapıtlarının yanında, aydın sorumluluğu taşıyan kişiliğiyle yaptığı gazeteciliğiyle anımsatmak istiyorum.
Suat Derviş, 1903 yılında Saadet ismiyle İstanbul’da aristokrat bir ailenin kızı olarak dünyaya gelir. Tanınmış bir ailenin üyesidir. Küçük yaşta yabancı mürebbiyesinden ana dili gibi Fransızca öğrenir. Orta öğrenimini İstanbul’da tamamladıktan sonra 1919–1920 yıllarında ablası Hamiyet Hanım’la birlikte Berlin’e gider. Onunla birlikte Sternisches Konservatuarı’nın şan ve piyano bölümlerine yazılır. Ancak, müzik eğitiminin pek de ona uygun olmadığını, zaman ayıramayacağını düşünerek Edebiyat Fakültesine kayıt yaptırır ve felsefe derslerine devam eder. Ayrı ayrı zamanlarda on yıl kadar Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde ve özellikle Almanya’da bulunur.
İlk romanı Kara Kitap’tır (1920). Bu eseri Hiçbiri (1921) izler. 1920’li yıllardan itibaren çeşitli gazete ve dergilerde yazıları yayımlanmaya başlanır. Babasının ölümü üzerine 1932’de Türkiye’ye gelir ve gazeteciliği meslek edinir. Bu arada romanlarını da gazetelerde tefrika halinde yayımlamaya devam eder. 1940–41 yılları arasında yayımlanan Yeni Edebiyat Dergisi büyük ölçüde onun yönetimi altında çıkar. Orhan Kemal, Atilla İlhan, A.Kadir, Hasan İzzettin Dinamo gibi yazar ve şairler bu dergide bir araya gelirler. 1939 yılında Hiç, 1944 yılında Niçin Sovyetler Birliği’nin Dostuyum?, 1945 yılında ise Çılgın Gibi isimli romanları yayımlanır. Türkiye Komünist Partisi’nin Ankara Teşkilatı’yla ilgili olarak yargılanır ve hapse girer. Sekiz ay hapis yatar, çıkınca geçim sıkıntısı çeker, tekrar tutuklanma olasılığı bulunduğundan 1953 yılında Paris’e gider. Ankara Mahpusu ve Fosforlu Cevriye romanlarını orada yazar. 1963 yılında eşinin (Reşat Fuat Baraner) hapisten çıkması üzerine Türkiye’ye döner. 1963–64 yılları arasında Gece Postası’nda yayımlanan Aksaray’dan Bir Perihan ise en önemli romanları arasındadır. Suat Derviş, 1970’de Neriman Hikmet’le birlikte Türkiye Devrimci Kadınlar Derneği’ni kurar. Birçok kez gözaltına alınır. Evi, son günlerine kadar eski arkadaşlarının, devrimci gençlerin uğrağıdır. 23 Temmuz 1972’de ölür.
Politik kimliğinin gölgesinde kalan yazarlığı ve gazeteciliği yeteri kadar söz konusu edilmemiş, bu konudaki başarıları görmezden gelinmiştir. Gazeteci Suat Derviş ondan beklenen toplumsal cinsiyet rolüne karşı çıkar ve erkeklerin alanı olan sokağı tercih eder. Gerçekten de onun belki de en ayırt edici tarafı sokakta olması ve sokaktaki insanın sesini duyurmaya çalışmasıdır. Röportajlarıyla o yıllardaki İstanbul’un toplumsal ve sosyolojik yapısını ortaya çıkarmıştır.
Küçük esnaftan işçiye, hamala, çocuk işçiye, sokak çocuklarına, kadınlara, iş arayan genç kadınlara, gündelikçiye, sokakta yaşayan esrarkeşe, işsize, mağara kovuğu gibi yerde barınanlara, bekâr odalarına, Taşhan’ın muhacir kiracılarına kadar gazeteci kimliğiyle her çeşit sosyal sınıftan insanla söyleşi yapar. Röportajlarının yazım biçimi ve üslubu kalemini eşsiz güzelliğini yansıtır.
Suat Derviş’in, işçilerin yaşam koşullarını anlatan ve emek tarihi açısından son derece önemli röportaj dizilerinden birisi; 26 Mart–18 Nisan 1936 tarihleri arasında yayımlanan “Günü Gününe Yaşayanlarımız” başlıklı olanıdır. Suat Derviş bu röportajıyla Türkiye’nin sosyal güvenlik yasasından mahrum yıllarında, çalışanların, adeta bir zulme dönen yaşamlarını gözler önüne serer. İşsizlerle, iş kazası yüzünden işinden olanlarla, kadın işçilerle, kapı kapı iş arayanlarla konuşur. Röportaj dizisinde en çok göze çarpan, iş kazasında sakatlanan işçilerin karşılaştıkları ilgisizlik, bakımsızlık ve unutulmuşluk sonunda yaşadıkları sefalet ve yoksulluğu gözler önüne sermesidir.
1935 yılında “Uluslararası Kadın Birliği”nin on ikinci kongresi İstanbul’da yapılır. Eğitimli ve aydın kadınlarca Kadın ve Barış konulu toplantılarla, barış ve feminizm üzerinden kadınların, dünyada kısılan sesi tartışılır. Cumhuriyet Gazetesi de sayfalarında bu tartışmalara yer verir.
Suat Derviş bir yandan bu tartışmaları izleyip gazeteye yansıtırken, bir yandan da başta sağlıklı koşullarda barınma hakkı olmak üzere kreş sorunu, istihdam, sosyal güvenlikle ilgili birçok sorun yaşayan ve sesi duyulmayan, kıyıda kalmış kadınların meselelerinin ne olduğu, gündemlerini neyin oluşturduğunu röportajlarıyla ortaya koyar. Dünyanın önde gelen feministlerince, ışıltılı salonlarda görüşülen sorunları, o sokak sokak gezerek; kadın işçilerin yaşamlarına tanıklık ederek, sorunları kaynağında tespit eder. Kadın işçilerin sesi olur. Bu kadınların öfkesi karşısında şaşkındır.
Kadın işçilerle yaptığı bu dizi röportajların hepsi birer yaradır ve hepsi de toplumun büyük çoğunluğunun yaşadığı acı gerçektir. “Hepsi İşsiz Kalan Bir İşçi Ailesinin Feci Vaziyeti, Çocuğu Hastalanırsa Kadın İşçi Ne Yapar? İşçi Ailelerinde Evlada Kalan Miras: Hayat Yükü” alt başlığındaki yazı dizisi aynı zamanda onun güçlü kaleminden çıkmış edebi yazılardır.
Röportaj dizisi bittikten bir sonraki gün “Beyoğlu çocukları temiz hava ve güneş istiyor” isimli bir yazı kaleme alır. Yine çocuklardır söz konusu olan ve Taksim bahçesine girmek için alınan duhuliye (giriş ücreti) ücretinin çocuklardan alınmamasını talep eder belediyeden. Çocuklara da 23 Nisan Çocuk Bayramı vesilesiyle bu konuda dilekçe yazmalarını önerir. Bir anlamda onlara ilk vatandaşlık derslerini verir.
1936 yılının Ocak- Şubat aylarında verem hastalığına ilişkin “Acı Bir Anket “ başlığı altında bir sokak araştırması yapar. İşsizliğe ve düşük ücretle çalıştırılmaya dikkat çeker. Verem hastalarıyla, onlara bakanlarla yani kadınlarla, hekimlerle görüşür. Hastanelerin, verem dispanserlerinin durumunu araştırır, gözlemler yapar.
Başka önemli bir röportaj dizisi, “Düne Nazaran Nasıl Yaşıyoruz?” başlığını taşır. 2 ile 17 Ocak 1936 tarihleri arasında, lokantacı, kapıcı, kumaşçı, kitapçı, mezat memuru, terzi, kasap, bakkal ile görüşerek onların sosyal ve ekonomik alandaki kıyaslamalarını yansıtan yazı dizisinin ardından, “Anketten çıkan netice” başlığı altında görüşlerini yazar. Durum pek parlak gözükmemektedir, kimse halinden memnun değildir. Araştırmanın sonucuna göre memlekette sıkıntı vardır. Derviş, şu ayrıntıları vurgular temel olarak. “Bu ankete başladığımız zaman hedefimiz dünyayı kasıp kavuran iktisadi buhranın memleketimiz hudutları içinde ne derecelerde tesir yaptığını ve bilhassa bizde hangi mesleklerin bundan en fazla zarar gördüğünü, halkın iştira(satın alma) kabiliyetinin ne dereceye kadar düşmüş bulunduğunu tespit etmekti… Bizdeki darlık, iktisadi buhranın tesirleri kadar, medeni hayatımızın genişlemesiyle ihtiyaçlarımızın artmasından da ileri gelmiştir” der. Bu dizide bir diğer önemli tespit, lokantaya kadınların yalnız gitmediğidir.
Önemli bir başka röportaj dizisi; 25–29 Mayıs 1935 tarihleri arasında gerçekleştirdiği İstanbul halkının barınma olanaklarına, yaşam şartlarına ilişkin “İstanbul Halkı Nerelerde Otururlar” isimli röportajlarından oluşan yazı dizisidir. O kadar ilginçtir ki bu yazı dizisi, sosyolojik tespitleriyle bir dönemin değişim ve dönüşümünün yansımasıdır. Sanayileşmenin neden olduğu sıkıntılarının tüm olgularının tespitidir yazılanlar. Köyden kente göçlerden, muhacirlerin durumu, kentleşme, işsizlik, yoksulluk, bekâr odaları, gecekondulaşmaya kadar.
Çocuklar önemli röportaj konularındandır. Yazdığı gazetede “Gürbüz Çocuk Müsabakası” haberi yer alırken; Suat Derviş, “Çocuk Bayramında İstanbul Sokakları” isimli bir yazı dizisi yayımlar: “Bayram yapamayan çocuklar, Sefaletten kurtulmak isteyen çocuk, Sanatkâr olmak isteyen çocuk”, gibi alt başlıklarla yazdığı bu yazı dizisinden sonra ise; “Çocuklarımız Ne Halde?” başlıklı bir röportaj dizisi hazırlar. Bu yazı dizisinde de çocukların sağlık, okul, bakım ve barınma gibi sorunlarının yanında, çocuk işçiliğine de el atar. Yoksul ve kimsesiz, Çocuk Esirgeme Kurumu’nda kalan çocukların sorunlarını öne çıkarır.
Genç kadınlarla, çalışma yaşamları hakkında konuşur ve onların da pek mutlu olmadıklarını görür ve yazar. Üniversite bitirmenin de kadınlar için pek bir anlamı yoktur iş yaşamında yükselmek mümkün değildir. Bir genç kızın elinde ne kadar büyük bir diploma olursa olsun bir yere müracaat edince ona verilen iş daktiloluk veya evrak memurluğudur. Yaşamın orta yerinden yapılmış bir tespittir bu.
Gözüpek, iyi bir gazeteci olmasının yanında, sorumluluk taşıyan bir aydındır. Hepsi çok değerli birer saha araştırması olan bu röportajları hiç çekinmeden ve sorumluları da işaret ederek yazması, yazmakla yetinmeyip insanlara hakları konusunda uyarıcı ve aydınlatıcı olması, toplumun sorunlarına gerçekçi yaklaşımlarla çözüm arayışına girmesi onun mücadeleci aydın yönüdür.
Gerçek aydın, insanlığın ıstırapları karşısında susmayı suç sayar. Gerçeği söylemekten ve göstermekten korkmaz, aklın rehberliğine ve insan varlığının değerine inanır. Gerçek aydın insanı sömürü ögesi olmaktan kurtarıp insanlık onuruna yakışır yaşama kavuşması için çaba gösteren, bu konuda bildiklerini paylaşan kişidir. İnsanlar arasındaki düşmanlıkların yok edilmesi, yerine sevginin, umudun koyulması gereğine inandır. Bütün insanların hakça, sömürüsüz yaşama hakkının bilincinde olan ve bu bilinci çevresine de aşılayandır.
Suat Derviş bu anlamda gerçek bir aydın kadındır. Mücadelecidir. İlericidir. Yapıtlarıyla bunu ortaya koymuştur. Paylaşmanın ve insan olmanın neredeyse unutulduğu bu yıkım zamanında, birbirimize olan ihtiyacımızda, onu yeniden hatırlamanın ve hatırlatmanın zamanıdır.
Büyük emekçi kadını, Suat Derviş’i saygıyla selamlıyorum!
Yararlanılan Kaynak
Fe Dergi: Feminist Eleştiri Cilt 6, Sayı 1
8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nün Köklerine Yaraşır Kitaplardan Bir Derleme