Varlık dergisi Ekim dosyası medya ve siyaset dünyasında egemenliğini gittikçe artıran sahte/yalan haber konusunu ele alıyor.
Dosya hazırlanırken, kıdemli gazeteci Bob Woodward’ın Beyaz Saray’da Trump’ın kararlarının engellenmesi için çevrilen entrikaları anlattığı 2018 yılında çıkan Fear in the White House (Beyaz Saray’da Korku) başlıklı kitabından bazı bölümlerin Washington Post gazetesinde paylaşılmasından bir gün sonra New York Times’ta imzasız bir yazı yayımlandı. New York Times’taki bu yazı kendi beslediği yalan haber şebekesiyle ünü yayılan Amerikan Başkan’ı Trump’ın ülke çıkarlarını gözetmekten aciz bir politikacı olmasından endişe eden devlet elitinin bu durumun tehlikelerini önlemek için ülke çıkarları adına Trump’tan gizli çalıştığını duyurdu. Trump yönetimindeki Amerika’nın hali, haberciliğin içine düştüğü çıkmaz, Trump’ın New York Times’tan yazının kaynağını devlet güvenliği gerekçesiyle açıklaması talebi dünya gündeminde tartışıldı.
Haber alma özgürlüğü açısından bu talebi yerine getiremeyeceğini belirten New York Times’taki yazıda “ahlaksız, demokrasi karşıtı” olarak tanımlanan Trump’ın “olgunlaşamamış, yeterince bilgi sahibi olmadan, lakayt kararlar almaya meyilli” olduğu yazılmıştı. “I am a part of the resistance inside of Trump Administration” başlıklı yazıda kimliği belirsiz kişi Amerikan halkına şöyle hitap ediyordu: “Bu kaotik zamanlarda yalnızca bir züğürt tesellisi olacak ama Amerikalılar (Beyaz Saray’da) odada yetişkinlerin de olduğunu bilmeli. Neler yaşandığının tamamen farkındayız. Ve Donald Trump yapmasa da biz doğru olanı yapmaya çalışıyoruz. Sonuç, iki koldan ilerleyen başkanlık.”
Trump, iktidara geldiği günden bu yana Amerika medyasının kendisine karşı komplocu bir tavırla birleştiğini, kendisi hakkında yalan haberler yaydığını iddia ederek, medya ordusuyla kendisi ve ülkede olup bitenler hakkında doğru habercilik yapmaya soyunmuş bir ABD Başkan’ı. New York Times’ta bu yazının çıkmasından hemen sonra Trump, Twitter hesabından ‘ihanet’ ifadesine yer verdiği tek kelimelik bir mesaj yazdı. Daha sonra yaptığı açıklamada ise her zamanki gibi New York Times’ı ‘sahtekâr’, olayı ise ‘rezalet’ olarak nitelendirdi.
Bu olay çağımızda medya ve siyaset arasında oluşan yalan/sahte habercilik sorununu bir kez daha ele almamızı gerekli kıldı. Daha önce postmodern çağda yalanın ve habercilikte yeni ortaya çıkan gerçek-sonrası (post-truth) haber olgusunu ele almıştık. Bu iki geçmiş dosyanın ışığında, konuyu yeni açılımlarıyla birlikte yeniden tartışmaya açıyoruz. Amerika bile kaotik zamanlar yaşıyorsa, dünyanın diğer ülkeleri neler yaşamıyor. Ve yaşanan kaos habercilikteki sahtekârlıkla katmerlenerek daha da karmaşıklaşıyor. Çoğu ülkede popülist siyasetçilerin icraatlarını gözü kapalı destekleyenler arkasında durdukları iktidar hakkındaki eleştirilere karşı geçirgenliklerini yitirmiş, kendi iktidar temsilcileri dışında herkesin yalan söylediğine ikna olmuş durumdalar.
Dosyanın ilk yazısı tüm bu medyatik ve politik gündemi akılda tutarak yalan ve siyaset ile sahte/yalan haber konusunu akademik literatürdeki yeni bakış açılarıyla derinleştiriyor. “Siyasetçilerin ve Kitlelerin Birlikte Ürettiği Yalan: Sahte Haber”de Yalın Alpay sahte haber olgusunu postmodern çağın hal-i pür melaliyle ilişkilendiriyor. Gerçeklik arayışımızın neden yok olduğunu, olayları rasyonel anlamlandırabilme kapasitemizin neden düştüğünü, popülist siyasetin ve sahte haberlerin yeni toplumsal, ekonomik ve kültürel düzenin yapıtaşlarına nasıl dönüştüğünü tartışıyor. Modernliğin toplum ve kültür projesinin seçkinci yapısının yerinden olmasıyla, entelektüalizm karşıtı bir toplumsal ve kültürel postmodern dönemin sahte haberle nasıl iç çe geçtiğini ayrıntılarıyla serimliyor.
Dosyanın ikinci yazısı yukarıda değinilen güncel bağlamı da içeren Aydın Çam’ın yazısı. Çam, “Despotun Medyayla Savaşı ya da Filler ve Çimenler” başlığı altında Donald Trump ve ABD medyası arasında, başkanlığının ilk günlerinden bu yana sürmekte olan çatışmayı yorumluyor. Aslında çatışmadan ziyade grotesk bir vodvili andırıyor yaşananlar. Bir yanda kitsch bir televizyon yıldızından despot bir politikacıya dönüşen Trump, diğer yandaysa liberal-demokrat söylemine karşın, ulusal çıkarlar söz konusu olduğunda merkezden hiçbir zaman sapmayan medya… Tüm bu gösteri içinde olan, gazetecilik mesleğine ve tabii ki biz yurttaşlara oluyor; bir yanılsamaya kapılıp gidiyor ve asıl tartışmamız gereken meseleye bir türlü gelemiyoruz: Hakikat nedir ve yanılsamadan sıyrılıp hakikate nasıl ulaşabiliriz?
Aydın Çam’ın yazısında sorulan bu sorulara kısmi bir cevap getirebilmek amacıyla “Politik Hiciv Gazetesi: ‘Aptal ve Kötü’ Charlie Hebdo” başlıklı yazısında Nilgün Tutal 1960’lardan beri Fransa’da yayımlanan siyasi mizah gazetesi Charlie Hebdo’nun Charles de Gaulle, Georges Pompidou, Valery Girgard d’Estaing gibi 1980’li yıllar öncesi iktidarın ceberrut yüzünü temsil eden politikacıları nasıl hicvettiğini ele alıyor. François Miterrand, François Hollande, Nicolas Sarkozy, Emanuel Macron gibi siyasetçilerin gazetenin karikatürlerinde yer alış biçiminden söz ediyor. Le Canard enchainé örneğinde olduğu gibi araştırmacı gazetecilik yapan basının iktidarın kirli ve keşmekeş özünü gösteren yolsuzlukları ve iktidarı kötüye kullanımları ortaya çıkarıldığında Charlie Hebdo gibi siyasi hiciv gazetelerinin bunları herkesin anlayabileceği bir dil ve imgeyle geniş bir okur kesimine ulaştırmasındaki önemini tartışıyor. Medyatik imgenin şımarık ve kötücül iktidar figürlerini sevimli kılmakta gösterdiği maharetin önüne ancak karikatürün imgeselliği eleştirel bir araca dönüştürmesiyle geçilebileceğine işaret ediyor.
“Yalanın Hası: Okuryazarlara Masallar” başlıklı yazısında Korkmaz Alemdar devlet kurumları ile yalan arasındaki bağı ele alıyor: Yalan kurumlar tarafından söylenebilir mi, kurumlar zaman içinde yaptıklarının tersini yapıp insanları yanıltırlarsa ne olur gibi sorular soruyor. Yazı 1960 Devrimi’nden sonra basın alanında yapılan düzenlemelerden, gazetecilerle patronları karşı karşıya getiren gelişmelerden söz ediyor. Ama daha da önemlisi silahlı kuvvetlerin 1960’da yaptıklarını nasıl 1971 ve 1980’de yok ettiğini anlatıyor. Kurumların böylesine tutum değiştirmelerinin yalandan farkı olup olmadığını tartışıyor.
Dosyanın son yazısı edebiyatın içinden yalana odaklanıyor. “Gerçeğin Hafiyesi: Yalan” başlıklı yazısıyla Mehmet Özkan Şüküran, Tahsin Yücel’in Yalan romanından hareket ederek bu kitabın kahramanı Yusuf Aksu’nun yalanla sarmalanmış hayatını, medya organlarının bir yanlışın doğru olarak algılanmasına aracılık etmesini ele alıyor. Yazı bireyin yalan karşısındaki konumunu, kişiyi kendi hakikatinden, içinde bulunduğu dilden uzaklaştırmasını ve yalanın gerçeğe dönüşümünü sorguluyor.
Yalan haber ve yalan siyasetinin önünde uzun bir ömür var gibi görünüyor. Ne dünyadaki ne de ülkemizdeki gelişmeler bizi bunun tersini düşünmeye itecek bir gelişmeye yöneltiyor.