Karabük’te arkadaşları ile birlikte kurdukları Gölgeler grubu ile aktif müzik hayatına başlayan sonrasında da Grup Çığrışım ile müzikal birlikteliğini sürdüren Tünay Akdeniz özellikle Salak şarkısının ardından ülkemizde Punk müziğin öncüsü olarak kabul edilmişti. Askerden döndükten sonra müzik kariyerinde dönemin tüm müzisyenleri gibi zorluklarla karşılaşan Akdeniz buna rağmen müzikten ve kültüründen ödün vermemişti. Önce Melodi Plak Evi, ardından da Karabük’teki evinde dönem gruplarının şarkılarını kasete çekip gençler arasında Rock’n Roll ateşinin sönmemesi için yıllarca mücadele etmişti. Öyle ki Metallica, Manowar, Venom plaklarını memleket sınırlarından içeriye ilk o sokmuştu. Akdeniz yıllar sonra sessizliğini The Godfather of Turkish Punk isimli uzunçaları ile bozdu. Kendisi ile müzik kariyerinin ilk yıllarından günümüze kadar uzanan keyifli bir röportaj gerçekleştirdik.
Merhaba, öncelikle röportaj teklifimizi kabul ettiğiniz için teşekkür ederiz. Kısaca kendinizi bize biraz tanıtabilir misiniz?
Asıl ben size teşekkür ederim ilginiz için. 1949 Sivas Divriği doğumluyum babamın görevi nedeniyle. Aslen Trabzonluyum. İlkokulu Cürek Maden İlkokulu’nda okudum.
İlkokul yıllarımda mandolin çalmaya başladım. Daha sonra Samsun Namık Kemal Ortaokulu’nda birinci ve ikinci sınıfı okudum. Trabzon Lisesi yatılı kısmının orta öğretiminde 2. sınıfa devam ettim. Ortaokul 3. sınıfı İstanbul Mecidiyeköy Ortaokulu’ nda okudum ve tek dersten kaldım. O sene bağlama ve darbuka çalmaya başladım. Babamın tayini nedeniyle 1964 yılında Karabük’ e geldik ve ortaokul üçüncü sınıfı Demir Çelik Lisesi orta kısmında tek dersi vererek ortaokulu bitirdim ve Karabük Sanat Enstitüsü torna tesviye bölümüne başladım.
O dönem bateri çalmaya başladım ve sanat enstitüsü olarak Milliyet Liseler Arası Müzik Yarışması’ nın ikincisine katıldık. 1968’ de üniversite okumak için İstanbul’a gittim ve makine mühendisliği okudum. O yıllarda ilk folk plağımı yaptım. Daha sonra da ilk rock plağımı yaptım ve sonrasında iki 45’ lik daha. 1973’ te evlendim. Melodi Ebru; 1975 İstanbul Üsküdar doğumlu, Beste Banu; 1987 Karabük doğumlu 2 kızım var.
1978’ de Kuzguncuk koruluğunda futbol oynarken sağcı gençler tarafından vuruldum. Sonrasında 1979 Mart ayında askerlik görevim için Denizli 11. Tugay’da vatani görevimi yaptım. Askerden sonra ayrıldığım Karabük DÇ Fabrikaları’ nın İstanbul temsilciliğine darbeden sonra işe alımlar durdurulduğu için iş başı yapamadım. Önce evden posta ile rock kasetleri doldurup göndermeye daha sonrasında Üsküdar Paşakapısı’ nda dükkân açarak burada kaset satmaya başladım.
Korsan kaset doldurduğumuz iddiasıyla dükkânı basıp cihazları teslim etmek zorunda kaldım ve sonrasında Karabük DÇ Fabrikaları “Karabük’e gelip çalış istersen,” dediler ve 1986 yılının Eylül ayında Karabük’e taşındım. Hem fabrikada çalışıp hem kaset doldurup postayla gönderiyordum. Üstelik orkestramızla programlara çıkıyorduk. Daha sonra Safranbolu’ daki konaklarda yalnız başıma gitar çalıp söylemeye başladım. DÇ fabrikalarından 2000 yılında emekli oldum. 2006 yılında Antalya’ ya taşındım. Halen yaz aylarında Antalya Belek’te Karabük’ ten beraber çalıştığım arkadaşım Zeki Karagül ile müzik yapmaya devam ediyorum.
Müzik kariyerinize Karabük’te Gölgeler grubu ile başladınız. O dönemin şartlarını da hesaba katarsak küçük bir şehirde müzikle uğraşırken ne gibi zorluklarla karşılaştınız?
Evet, Divriği Cürek’ten Karabük’e geldiğimiz zaman bateri çalmaya başlamıştım. Karabük’ te bir orkestra kurduk Gölgeler adıyla. Aslında küçük bir şehir olabilir ama o dönem için denizi olmayan küçük bir İstanbul gibiydi. Gayet modern, her kesim için eğlence yerinin olduğu kışlık sinemasının Fitaş’tan sonra geldiği havuzlu bahçesinin yazlık sinemasının olduğu, hatta ve hatta belki de Türkiye’nin ilk çim sahasının olduğu; çünkü birçok ünlü takımlar yazın kampa gelirdi. Memurlar Kulübü’ nde İstanbul’ dan gelen müzisyenler haftada üç gün program yapardı Ramazan ayı dahil. Tek zorluğumuz müzik aleti bulamamamız, radyo dinleyemememizdi. Ancak çalışmak için dönemin 45’ liklerini Karabük’te plakçılardan bulabiliyorduk. Listeleri Milliyet müzik sayfasından takip edebiliyorduk. Müzik konusunda bunların haricinde hiçbir zorlukla karşılaşmadık. Prova yapacak yerimiz vardı. Solist arkadaşımızın kaldığı lojmanın bodrumunu prova yeri haline getirerek provalarımızı orada yapıyorduk. O zamanlar dünya listelerindeki şarkıları ve Türkiye listelerindeki Türk şarkıcıların az da olsa şarkılarını repertuarımıza alıp söylerdik. Biz oyun havası filan çalmazdık.
Gölgeler grubu ile birlikte o yılların en önemli müzik organizasyonlarından sayılan Milliyet Liselerarası Müzik Yarışması’na katıldınız. Bu tecrübenin o yaşlarda size ne gibi katkıları oldu?
Aslında direkt olarak Gölgeler grubu ile katılmadık. O gruptan solist, basgitar çalan arkadaşımız ve ben Karabük Sanat Ensititüsü’ nde okuyorduk. O gruptan üç kişi katıldı. Başka bir orkestrada çalan iki arkadaş da bize katıldı ve öylece gittik. Bu benim için büyük bir topluluk önündeki ilk konserimdi. Tabii ki müzikten bahsedecek olursak müzik hayatınızı daha ileriye taşıma anlamında güzel bir tecrübe oluyor bu tür etkinlikler. Etkinlik oldukça işinizin eksik yönlerini görüp daha iyisini yapmaya çalışıyorsunuz.
Eğitim amaçlı geldiğiniz İstanbul’da arkadaşlarınız ile birlikte Çığrışım Folk grubunu kurdunuz. O dönem İstanbul’da müzik piyasası nasıldı?
1968 yılında İstanbul’ a üniversite tahsilim için geldim. Bir defa bugünkü müzik piyasasından çok daha iyiydi. Dejenere müzikler yoktu en azından ve genelde kaliteli müzikler dinliyorduk. Tabii konserler çok azdı, onda da belli sanatçıların az da olsa oluyordu. Dış kaynaklı ve de üzerine Türkçe sözler yazılan düzenleme dediğimiz şarkılar vardı ve daha sonra 1970’ li yıllarda folk dediğimiz ya da daha sonra Anadolu Rock dediğimiz genelde türkülerin düzenlenmesi ile başlayan akım o yıllara damgasını vurmaya başladı. Kısaca Modern Folk Üçlüsü gibi ya da Anadolu Rock üzerinden Moğollar gibi. Batı müziği olarak düşünürsek Led Zeppelin, Deep Purple, Frank Zappa , Cream, Iron Butterfly, Creedence Clearwater Revival. Bunlara ek olarak disko müzikleri de gündemdeydi.
Çığrışım Folk, Çığrışım, Tünay Akdeniz ve Grup Çığrışım… Müziğinizdeki değişimler sonucu grup ismi hep bir revizyona uğradı fakat Çığrışım adından da taviz vermediniz. Çığrışım’ın anlamı nedir?
Karadeniz yöresinde bağrışmak, seslenmek anlamına gelir. Mesela bir ölüm olayını anlatırken; “Dün gece çok çığrıştık” derler.
Sizi kuşağınızın diğer isimlerden ayıran en önemli çalışma bana kalırsa “Salak” şarkısı. Dönemine göre oldukça cesur ve yenilikçi olan bu çalışma büyük bir özveri göstermeniz sonucunda Kent Plak etiketi ile piyasada yer aldı. Kent Plak ile anlaşmanız kariyerinizi nasıl etkiledi?
Önce stüdyoya girip şarkıları kendi imkânlarımızla emanet gitar bateri bularak distortion pedal kiralayarak stüdyo parasını ödeyerek iki şarkı yaptık. ŞAT yapım rahmetli Atilla Özdemiroğlu ve Şanar Yurdatapan’ ın ses kayıt stüdyosuydu. Taksim’de Fitaş sinemasının üst katındaydı. Daha sonra bandı alıp Unkapanı’ nda dolaşmadığım yer kalmadı. Bir bayram arifesi yağmurlu bir günde tekrar gittim, çoğu ofis kapalıydı sadece Kent Plak açıktı ve Ümit Güner vardı, girdim konuştuk. Yağmur suları başımdan akıyordu. Bana bandı bırak bayramdan sonra görüşelim dedi. Bıraktım ve diğer ortağı Nazmi Şenel İngiltere’ deymiş. O da geri döndüğünde ikisinin ortak kararı ile plağı yapacaklarını söylediler. İkisinin de bendeki yeri ayrıdır, bugünlere gelmemde müzik kariyeri olarak ve de tabii ki yaptığım şarkılarda. O dönem zaten öyle plağı yap sonra konsere çık olayı yoktu ama o dönemlerde de Türkiye’ deki rock severler tarafından plağım ilgi gördü ve bana bir kariyer fırsatı sundu.
Bu çalışmaların ışığında Led Zeppelin ile de iletişim kurdunuz. Bizlere bu konudan da bahseder misiniz?
Salak plağımı yaptıktan sonra plağımı Melody Maker dergisinden adreslerini bulduğum Avrupa’ daki ünlü plak firmalarına plağımı ve şarkı sözlerinin İngilizce haliyle kısa bir mektupla bu firmalara gönderdim ki bunların içinde Atlantic Record’ a bağlı Led Zeppelin’ in Swang Song firması da vardı. Genelde hepsinden teşekkür eden yazılarla geri dönüşler oldu. Swang Song da aynı şekilde gönderdi ve şarkıları çok beğendiklerini ancak Avrupa’ da yayınlama şanslarının olmadığını ama bundan sonraki yapıtlarımı da göndermemi isteyen bir mektup geldi. Benim için hayranı olduğum bir gruptan böyle bir cevabın gelmesi beni çok mutlu etti ve gururlandırdı açıkçası. Hala saklıyorum.
1960 ve 1980 yılları arasında Türkiye’de müzik üzerine üretim had safhada iken sonrasında bir duraklama yaşandı ve müzik kültürümüzde değişim meydana geldi. O yıllarda siz de faal olarak müzik kariyerinizin içerisinde üretim yapıyordunuz. Bu ani duraklamayı neye bağlıyorsunuz?
Her sektörde olduğu gibi müzik sektörü de duraklama yaşadı o dönemlerde. Hatta son birkaç seneye baktığımızda da durum yine aynı. Değişik bir yorum ya da değişik bir tür şarkı üretiliyor herkes o türe yöneliyor ve de o da zamanla bir bıkkınlık veriyor. Mesela bir dönem Türk popundan uzaklaşıp türkü formatındaki şarkılar gündeme geldi. Benim dönemimde ise 1980’de aniden başlayan piyanist şantör furyası gündeme geldi. Unkapanı hep bu yönde arayışlar yaptı ve üretti. O da bir müddet sonra dejenere oldu. 45’ lik dönemlerinde A yüzü için en fazla bir tane klas, B yüzü içinse uvertür şarkı yapılıp basılıp dağıtılıyordu. Böyle olunca şarkı üretme zamanı daha fazla oluyordu mesela altı ay bir sene arası sonradan LP ya da CD formatına dönülünce şarkı üretme yani beste yapma doğal olarak azaldı. 2 şarkı üretirken en az 14 şarkı üretmek bulmak ya da cover yapmak gerekiyordu. Dolayısıyla bu da bir anlamda durgunluğa yol açıyordu son zamanlarda mini cd ya da mini Ep’ ler yapılmaya başladı. Hatta aynı şarkının bir sene sonra mix’i yapılıp dağıtılıyordu. Bu halen devam ediyor sadece bizde olan bir şey değil dünyada da beste üretimi azaldı. Eski şarkıları tekrar gündeme getirip cover’lama moda oldu.
Yaptığınız müziği hiçbir zaman direkt olarak Punk diye nitelendirmediniz. Bununla birlikte daima sert müziği savunup şarkılarınızda toplumsal absürtlükleri kadın-erkek ilişkileri üzerinden anlattınız. Günümüz şartlarında yeni bir şarkı üretseniz konu olarak neleri ele alırdınız?
Aslında punk olmamasına karşı yapılan eleştirilerle çok fazla muhatap olmamak, polemik konusu olmamak için biraz da o ifadeyi kullandım diyebilirim. Aslında bunu eleştirenlerin kafasındaki punk nedir onu da bilmiyorum, kendilerine de sormadım. Ritme göre mi sözlere göre mi giyim kuşama göre mi. Bir şeyi eleştirmek kolay neticede emek veriliyor ne olursa olsun. Bunun babası Sex Pistols. Punk her şeye karşı tutum içeren bir türdür bu aslında insanın yapısında da olan bir şeydir ve bunu notalara döker. Türkiye’de kırmızı çizgiler var, maalesef her şeyi eleştiremiyorsunuz; doğal olarak politikalar haricinde diğer konulara yöneliyorsunuz, bu da kişinin işleyeceği konuya göre değişir.
Ben şarkımın ismini Salak koydum diye TRT denetiminden geçmedi. Bu durum çoğu insana absürt ve itici geldi 1975 yılında. Bende kadın erkek ilişkilerindeki bana göre absürt olayları komik bir dille anlattım. Neticede yıllar geçse de bu ilişkilerde bu durumlar yaşanıyor yaşanacak da. Gerçi şimdi günlük ilişkiler olduğu için bu durumlar kişileri pek etkilemiyor ayrılmış ayrılmamış; eskiden bu ayrılıklara bu birlikteliklere ne şarkılar yazılmış: “Bu akşam bütün meyhanelerini dolaştım İstanbul’ un” ya da “Bir bahar akşamı rastladım size” gibi iki örnek. Bizim dönemlerimizde sevgilimizle buluşmak bile çok büyük sorundu. Mektup yazarak iletişim kurardık. O mektuplar arkadaşının arkadaşından gelirdi ve giderdi. Sevgilimizin elini tutsak altı ay idare ederdik. Bu gün tekrar beste yapacak olsam toplumdaki çarpıklıkları işlerdim herhalde. Mesela o dönemlerde bestelediğim ama plak yapmadığım “Dikkat Hayvan Çıkar” isimli şarkımda toplumdaki magandaları anlatıyordum. Bir diğeri aklıma gelen “Chu Chu Tren”. Ana rahminden başlayıp ölüme kadar insan serüvenini kısa özet olarak anlatan şarkım vardı ama o da olmadı. “Hayat bir tren ana rahmi kalkış toprak varış” dizesiyle başlayan. Çok konuşanlarla ilgili vardı “Es Kısa Kes”. “Söz gümüşse sükût altın demişler düşün kendin karar ver niçin böyle demişler es kısa kes” diye giden.
Şahsi müzik kariyeriniz dışında İstanbul’da Melodi Plak Dükkanı’nı açarak dönem şartları içerisinde müzik kültürünün oluşmasında büyük bir çaba gösterdiniz. Yaşanan zorlukların sonucunda dükkânınız kapansa da pes etmeyerek Karabük’ten de bu çalışmaları sürdürdünüz. O yıllarda ülkemizde gençler genelde hangi gruplara ilgi gösteriyordu?
Evet, 1980 yılında askerden dönünce ihtilal olmuştu ve eski çalıştığım DÇ Fabrikaları İstanbul mümessilliğine işe alımlar durdurulduğu için giremedim. Elimdeki rock plaklarını pazarlamayı yani kasete çekip satmayı düşünmemle bu proje başladı. Önce evden daha sonra Üsküdar Paşakapısı’nda açtığım Melodi Plak ile dükkândan hizmet vermeye başladım ama posta ile de göndermeye devam ettim. Korsan kaset yapıyorsunuz diyerek ihtiyati tedbirle cihazlarımıza el koydular ve ben de dükkânı kapattım Karabük DÇ fabrikalarında işe girdim ve evden posta yoluyla kasetleri gönderdim
Dükkân açtığım yıllarda insanlar genelde Rock, Break ve Türkçe sözlü müzikler dinliyordu. Ama Break tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’ de de patlama yapmıştı. Hatta Rockerlar ve Breakçılar zaman zaman karşılaştıklarında kavga ederlerdi.
Günümüze gelecek olursak güncel müzik piyasasını nasıl değerlendirirsiniz?
Bence çok kötü şu an, ne yapacağını bilmez durumdalar. Arada 3-5 şarkı çıksa da kulağa hitap edecek, kalıcı olacak şarkılar yapılmıyor. Genelde yaz tatilinde oynamak için lay lay lom müzikler yapılıyor. Tabi bazı sanatçıları bunun haricinde tutuyorum. Kaliteli üretilen şeye rağbet etmiyoruz maalesef hep geçici şeyler, 10 sene öncesinden bir şarkıyı hatırlıyor musunuz mesela ama benim gençliğimden birçok şarkıyı bugün genç kuşak bile biliyor. Ya coverlanıyor biliyor ya da araştırmacı oluyor buluyor.
Yıllar sonra “The Godfather Of Turkish Punk” isimli çalışmanızı kamuoyu ile paylaştınız. İlgiden memnun musunuz?
Evet, çok mutluyum açıkçası. 70 yaşında gelen bir mutluluk, tarif edemeyeceğim ve hiç beklemediğim. Demek ki güzel şeyler yapmışım 43 sene önce. Tabii burada sevgili Ümit Güner ve sevgili Nazmi Şenel’ e sonsuz teşekkürlerimi de belirtmek istiyorum; iyi ki Salak ve Babam Yazdı Ben Besteledim İşte Aşkın Tarifi plağımı yapmışlar. İkinci plağım için sevgili Kemal’ e Tempo Plak’ a teşekkürlerimi sunuyorum. Üçüncü plağımı ise kendi firmam olan Pardon’a yaptım ve tabii ki burada da sevgili Nazmi Şenel’ in çok büyük katkılarını unutamam. Kapak fotoğraflarının çekilmesinden, punk ibaresinin koyulmasından ve plağın dağıtımından. Günümüze gelirsek bugün sevgili Ironhand’ e, sevgili Ercan Demirel’ e, sevgili Cem Şeftalicioğlu’ na çok teşekkür ediyorum böyle bir projeyi gündeme getirip titiz bir çalışmayla longplayımı yaptıkları ve 43 sene sonra yeniden gündeme getirdikleri için.
Sizin hiç gün yüzüne çıkmamış parçalarınızın olduğunu biliyorum. Bu konuda bir çalışmanız olacak mı? Geleceğe dair planlarınız neler?
Evet, şarkılarım var, bunu yukarıda belirttim. Ama artık bir şey yapmak pazarlamak eskisi gibi değil her şeyi kendi imkânlarınız ile yapıyorsunuz. Firmalar riske girmiyor çünkü internet denen bir olay var, anında tüm albümü indiriyorsunuz. Bence yeni yapılan çalışmalar konsere yarıyor yani bir nevi sanatçının konsere çıkmadan önce halka verdiği CV’ye benzetiyorum. Antalya’da yaşıyorum, İstanbul’da uzun süre kalıp kendime bir grup kurup provalar yapıp stüdyoya girmek açıkçası şu an için zor gibi görünüyor ama belli de olmaz. 43 sene sonra LP min çıkacağını, konsere çıkacağımı bilmediğim gibi…
Bu keyifli röportaj için size teşekkür ediyoruz.
Ben çok teşekkür ederim.
[su_button url=”https://kalemkahveklavye.com/author/ugurhakanhacioglu” target=”blank” background=”#d43839″ size=”6″ icon=”icon: shopping-cart”]Uğur Hakan Hacıoğlu’nun Diğer Yazılarını Okumak İçin Tıklayın[/su_button]
[su_button url=”https://kalemkahveklavye.com/category/kahve-sohbeti-roportaj” target=”blank” background=”#d43839″ size=”6″ icon=”icon: shopping-cart”]Diğer Röportajları Okumak İçin Tıklayın[/su_button]
1995 İstanbul doğumludur. Namık Kemal Üniversitesi Tarih bölümü öğrencisidir. Sinema, tiyatro, edebiyat ve fotoğrafçılık ile ilgilenmektedir. Kısa film senaryoları, düzyazı ve öykü üzerine çalışmalar yapmaktadır. Birçok dergi ve fanzinde yayınlanan çalışmalarının yanında aylık olarak Larva Fanzin’i çıkartmaktadır. Okumayı araştırmayı ve koleksiyon yapmayı çok seviyor. Hedefi sürekli kendini geliştirmek.