Tuna Serim’i yakın tarihten olaylara ve figürlere dair araştırmalarından damıttığı kitaplarıyla tanıyoruz. “Kahraman, Şehit ve Hain”, “Nâzım ile Piraye”, “Nâzım’ı Öldürmek”, “Aşktan da Üstün: Halide Edip Adıvar – Mustafa Kemal Atatürk” akla ilk gelenlerden. Yazar bu kez farklı bir kitapla, töre cinayetleri üzerine kurulmuş bir polisiyeyle karşımızda: Destek Yayınları‘ndan çıkan Masum Cinayetler ‘i Tuna Serim ile konuştuk.
Tuna Hanım hoş geldiniz. Masum Cinayetler’i tebrik ederek başlamak isteriz. Nasıl ilk yorumlar?
Hiçbir kitabıma bu kadar hızlı şekilde olumlu yanıt almamıştım. Masum Cinayetler bu konuda bir ilk. Bu durum kitaba ayırdığım süre ile ilgili olabilir, diğerlerini çok araştırsam da bir yıldan az sürmüştü yazılışı, buna yedi yılı aşkın bir süre ayırdım, durmadan değiştirdim, araya bir dolu kitap girdi ama vazgeçmedim…
Önceki kitaplarınızda çoğunlukla tarihi isimlerin hikâyelerini kurmacalarla anlatmıştınız. Masum Cinayetler farklı; tamamen kurmaca bir seri katil hikâyesi var. Töre temasını önerenin ilk editörünüz olduğunu okuyoruz girişte ama bunu bir seri katil hikâyesiyle anlatma fikri nasıl çıktı? Sizi güdüleyen neydi?
Tarihi kitaplar da bir öneri ile başlamıştı, yayınevi sahibi istemişti, “Enver Paşa’yı yazın” demişti. Yakın tarihimizi bilmediğim için neredeyse reddedecektim. Sonra “Öğrenme tutkusu” devreye girdi. Bu konuda kendimi eksikli gördüğüm için araştırmaya başladım ve öğrendikçe sevdim ve yazdım.
Bunları neden anlatıyorum?
Romanlarımın kahramanları ile özdeşleşmeden yazamam ben. Enver Paşa tarihimizde çok eleştirilen bir devlet adamı, bir başkomutan… Gerçeği, gerçekleri didikleyince onun gibi düşünmeye başlıyorsunuz. Enver çok namuslu ve çok hırslı bir insan… Üstelik ülke batmış, batıyor. Böyle durumlarda insanlar ya kenara çekilir oluşumu izler ya da kendince çare arar. Onun bulduğu çareler ne yazık ki durumu daha da kötüleştirdi…
Masum Cinayetler’e gelince… Belki de bu kadar uzamasının nedeni biçim bulmaktaki zorluktu. Ya birkaç töre kurbanını anlatacaktım ya da töreyi romanlaştırmadan gerçekleri rakamlarla ortaya koyacaktım. Olmadı, okuru bağlamalıydı yazdıklarım. Yine de araştırdım ve sonunda töre kurbanlarıyla özdeşleştim. Şiddete karşı olduğum halde bu işlere karışanları öldürmek geçti içimden. Şiddet duygusu romanın şeklini belirlemişti, polisiye olacaktı.
Yazma süreci nasıldı? Özellikle bu tür bir kitaba hazırlık sürecinde neler yaptınız, neleri araştırdınız?
Tarihi romanların getirdiği alışkanlıktan olacak, çok fazla araştırdım, töre cinayetleri Avrupa’ya göç eden Türklerde bile tekrarlanıyor. Oradan oraya derken yine bölgenin yarası uyuşturucu ticareti çıktı karşıma, O da töre kadar acımasız… Ve didikledikçe bir de fuhuş çarptı gözüme, töreden kaçan kızları bekleyen tehlike… Hepsi toplanınca yazmaya başladım ve o zaman gördüm ki asıl özdeşleştiğim kişi Komiser Ömer’miş! Sonrası yazma süreci…
Masum Cinayetler bir noktada polisiye bir hikâye, öte yandan dili alışılageldik polisiyeler gibi değil. Anlatmak istediklerinizi ve üslubunuzu bu anlamda nasıl paralelize ediyorsunuz?
Bunu hiç düşünmedim, dilimi farklı kullanmayı da… Her romanın kendi yaşamı vardır, başını ben yazsam da sonrasını roman kontrol eder ve istediği yere götürür. Bu üslubu da töre kurbanları belirledi…
Gazeteci olmanızın, yazdığınız türlere katkısı yadsınamaz. Merak ettiğim, önceki romanlarınızla Masum Cinayetler arasındaki tür-konu farkından hareketle, gazeteci olmanızın yazma sürecine bu seferki katılarının neler olduğu?
Bu kitap zaten bir gazetecilik ürünü. Yılların birikimi başını bir yerlerden çıkarıyor. Diğerlerinin de gazetecilik birikimimden kaynaklandığını kitapları yazdıktan sonra fark etmiştim. Nasıl mı? Kitap bittikten sonra çok okurum ben, durmadan hata ararım ama okudukça kitaplara yabancılaşırım, özellikle olayları başkaları yazmış gibi gelir. Ardından hepsini gazetecilik süresinde duyduğumu, tanıklık ettiğimi hissederim. Bence gazetecilik zamanın çirkinliklerine tanıklık etmektir, onları değiştiremezsiniz, tıpkı romanları değiştiremediğiniz gibi.
Roman “Cinayetin masumu olabilir mi?” sorusu üzerine kurulmuş gibi görünse de temas ettiği başka damarlar var. Mesela bir cinayetin çözülebilmesinin bile sınıfsal olması, politika, bürokrasi, sık sık değinilen “korku” teması, bir omurga işlevi gören “Töre” konusu, kadının toplumdaki yeri… En genel anlamıyla sosyolojik bir derinliği var. Bu temalara yüklediğiniz işlevler nelerdi, neleri anlatıp aktarmak istediniz?
Saptamalarınız çok doğru. Haberleri izleyin, toplumdaki korkuyu ve güçlü olanın olayları istediği yöne çektiğini göreceksiniz. Haksızlık, adaletsizlik, vicdansızlık, zenginlik ve bunun asıl temeli olan güç her yanımızı sarmış. Bu durumda hangi yarayı sarabiliriz? Kötülerin üzerinde dehşetli bir koruma kalkanı var. Belki de sıradan insanlar bu zırhı delebilmek için cinayet yolunu seçiyorlar. Masum Cinayetler dememin bir anlamı da bu… Ölüm gerçek son, insanlar için tek eşitlik, güçlü de ölüyor, zavallı da… Belki de yok edişi bir kurtuluş olarak gördüm; mağdurun, suçlunun hatta toplumun…
Bir yandan bir roman içerisinde bu kadar çok başlıktan bahsetmek ve bir yandan da ana hikâyeyi anlatmak riskli bir iş. Konuyu dağıtmamak, okurun ilgisini diri tutmak ve farklı temaları ele almaktaki kalem manevralarınızı nasıl gözettiniz?
Roman yazmayı bu yüzden seviyorum. Karşınızda gerçek özgürlük var. Bir sürü farklılığı aynı sayfalarda buluşturacaksınız. Bir polisiye çatısı altında roman yazmaya başlarsanız okurun ilgisini dağıtmamak tek amacınız olur. Bu kitapta takıldığım nokta uyuşturucu ve töre konusundaki gerçekleri uzun uzun sıralamam oldu. Okurken çok bölümü attım, okur bu detayları istemez diye, ama kalanlar gerekliydi. İnsanlar pislikleri okurken gerçekleri de merak eder diye düşündüm.
Her ne kadar baş karakterimiz Ömer gibi görünse de neredeyse tüm karakterlere aynı oranda eğilmiş, hepsine bir arka plan oluşturmuşsunuz. Katili de polisi de mağdur edeni de edileni de aynı derinlikle ele alıyorsunuz ama buradaki arka plan daha çok psikolojik kurulmuş. Hem vaka anlatmak hem psikolojiye inmek yorucu olmadı mı?
Benden bu kitabı yazmamı isteyen Gül Duran benim psikolojik roman yazdığımı söylemişti. Çok duyarlı ve çok yetenekli bir insandı, ama romanın yazılma sürecinde o da gitmiş, aradığımda Amerika kıtasına göç ettiğini yazdı. Çok üzüldüm. Büyük bir kayıp.
Zor oldu mu diye soruyorsunuz, olmadı, zaten psikoloji olmasaydı kitap ruhsuz olurdu.
Psikoloji benim özel alanım, televizyon için hazırladığım tartışma programlarında da konu ne olursa olsun kadroya bir psikolog katardım. Onlardan çok şey öğrendim.