theme-sticky-logo-alt
img-alt
img-alt
img-alt
img-alt

True Detective · Bir Felsefi Polisiye Örneği Olarak

29 Ocak 2014
3991 Okunma
Katil kim?” sorusundan daha önemli sorular soran ve sorduran polisiyelere bir örnek olarak True Detective ve ilk üç bölümünün düşündürdükleri.

Stephen King’in romanından uyarlanan “Under the Dome” dizisinden bu yana yanılmıyorsam ilk kez bir diziyi
yazıyorum.
Edebiyatın bir
parçası olarak sayılabilecek olan senaryodaki başarısı, buram buram nitelikli
sinema kokan, polisiye yapayım derken salt aksiyondan başka bir şey katmama
hatasına düşmeyen, karakterleri ve felsefesini en ön plana çekerken sıkmayan,
kısaca “kitap gibi” denilecek kıvama gelen True Detective dizisini, tam da bu nedenlerden
ötürü yazmadan geçemedim.
True Detective, henüz üç bölümü yayınlanmış olan bir HBO dizisi. Yazının kalanında birkaç
diyalog örneği ve genel bilgiler var. Yani dizinin tadını kaçıracak “spoiler”lar
olmadığını düşündüğüm için rahatlıkla okuyabilirsiniz.
The Killing, Bron/Broen, Hannibal
örneklerine yakın gelebilir dizi. Bana kalırsa bu üç örnekten en çok Hannibal’a
yakın olmakla birlikte odakları biraz farklı. Öte yandan, 90’ların başında
David Lynch tarafından çekilen “Twin Peaks / İkiz Tepeler” dizisinin
atmosferini yakalıyor benim algımda. David Lynch’in kısmi absürdlüğü yoksa da
gerilimi, gizemi ve mistik havası bana onu hatırlattı.
İlk bölümüyle değil,
daha jeneriği ve açılış şarkısıyla dikkati çekiyor dizi:
Cary Joji Fukunaga
yönetmenliği ve Nik Pizzolato yazarlığında hazırlanan dizinin başrollerinde
Matthew McConaughey ve Woody Harrelson var.“Felsefi polisiye” diye bir tabir olup olmadığına bakınca “Edebi polisiye” olarak bir İdefix paketi
dışında Türkçede pek veri yoksa da yabancı kaynaklarda az çok dile
getirildiğini gördüm.
Diziyi farklı kılan
şeyi daha iyi anlatabilmek için böyle bir tabir kullandım. True Detective, çift
zamanlı bir kurguda; hikayenin çoğunluğu 1995’te, kalanı da günümüzde geçiyor.
1995’te bir satanist ritüel ile öldürüldüğü düşünülen çıplak bir genç kızın
cesedi, yandaki şekilde bulunuyor. Yıllar sonra, aynı şekilde işlenen bir
cinayetin peşine düşen polis, vaktiyle bu karmaşık işin içinden çıkan ve
yolları çoktan ayrılan Rustin (Rust)
Cohle
ve Martin Hart ile ayrı
ayrı görüşmeler düzenliyorlar. Dizi daha ilk bölümde, klasik bir polisiyenin
yapması gereken şeyi yapıp malum soruları sorduruyor: “Katil kim ve eğer asıl
katil yıllar önce yakalandıysa, şimdi dışarıda gezen kim ya da tam tersi?”
Fakat bu sorudan
önce ve sonra, sıradan bir polisiyeden uzaklaşan dizi, “Katil kim”i, en az
sorulan sorulardan biri haline getiriyor. Karşımızda, klasik bir aile babası,
karısını ve çocuklarını standart ölçülerde seven, karısını sevse de aldatmayı
evliliğin gereklerinden gören, mesleğe ve topluma uymak için çizgileri aşmayan,
içip eğlenmesini bilen ama “muhafazakar”lıktan da ayrılmayan, (yani tipik Türk
erkeği demek daha açıklayıcı olacak) Martin var. Öte yanda ise geçmişte kızını
kaybetmiş, ailesi dağılmış (ki bu bilgiler de klişeye düşmemek için geri planda
bırakılmış), “uyumayan ama rüya gören”, uyuşturucu ve alkol bağımlılığından
uzaklaşmak isterken içine, saplantılarına gömülmüş, fikirlerinde topluma aykırı
hale gelmiş, nispeten “materyalist” diyebileceğimiz Rust var.
Bu iki karakter rastlantı
değil elbette. “Düz” bir toplum adamı ile karanlık , asosyal ve “anormal”
denilebilecek bir adam var yan yana. Klişeden uzak durmayı kırmızı çizgi yapmış
olan dizide Rust’ı Amerikanvari bir “kötü polis” olarak görmek yerine mümkün
mertebe olağan ama kendi çıkmazlarını onarmak yerine oluruna bırakmış olarak
görüyoruz. Pes etmek türünden bir “oluruna bırakmak” değil bu; bir canlı türü
olarak insanın aslında tam da böyle bir yaratık olduğunu idrak etmiş biri Rust.
Belki de bu idrak sayesinde, idrak edemeyenlere göre daha kontrollü ve sakin
kalabiliyor. Sözgelimi, Martin’e göre.
Muhafazakar ve standart çizgilerin dışına çıkmayan Martin’i, tüm o idealize
edilmiş hayatından sıkılmışlığı ile ve karısı ve aşık olduğu kadının arasında
görüyoruz. Kendisi her türlü naneyi yiyip kadınına bunu hak görmediğini söylememe
gerek yok sanırım. Daha ilk bölümlerde bile işler kontrolden çıktığında çılgına
dönen Martin; değil işleri, hayatı çoktan çığrından çıkmış Rust’a kıyasla
çaresiz halde görülüyor kaç sefer.
Diziyi “felsefi polisiye” yapan, “kitap gibi” yapan kısım da bu zaten. Hannibal’da “bir canlı türü”
olarak ele alınan ve farklı açılardan eleştirilen insan ile onun yarattığı ve
güya “medeni” sandığı toplum; True Detective ‘de de bir o kadar sert
eleştiriliyor. Polisiyeden beklenen aksiyon azalırken The Killing’de ya da bazı
Bron/Broen bölümlerinde olduğu gibi kurdeşen dökmüyoruz. Rust’ın sustuğunda
bile ilgiyle izlenen oyunculuğu, diyalog ve monologları ilgiyi ayakta tutuyor.
Dizinin afişindeki “İnsan en zalim hayvandır” ifadesi ve ilk
bölümdeki şu Rust Cohle tiradı iyi örnekler olacaktır:

“Bence insan
bilinci, evrimin en acı hatasıdır. Kendimizin farkına vardık; doğa, kendisinin
bir parçası olmayan ayrı bir suretini yarattı. Doğa kanununa göre var olmaması
gereken varlıklarız… Bir kişiliğimizin, gizli dürtülerimizin, tecrübe ve
hislerimizin olduğu yanılsamasına inanıyoruz. Hepimiz, başka birisi olduğumuzu
düşünmeye şartlanmışız. Oysa hiç kimse birbirinden farklı değil. Bence
türümüzün yapması gereken onurlu davranış, programlarımızı reddedip üremeyi
durdurmak ve hep birlikte soyumuzu tüketerek kardeşçe bu haksızlığa bir gecede
son vermektir.”

Bu tür çıkarımlarına
karşılık kendisi çileden çıkan Martin o beklenen soruyu, kendisinden beklendiği
gibi sorunca da en mantıklı cevap geliyor Rust’tan:
-O halde ne diye sabah
yataktan kalkıyoruz ki?
-Ben de kendime bunu soruyorum ama aslında bu sorunun cevabı, intihar etme
cesaretimin olmamasıdır.
Bu bireysel
eleştirilerin yanında, elbette konu toplumsal olana da geliyor. Küçük kızları
fahişe olarak çalıştıran bir kadınla, Martin’in diyalogu şöyledir:

-Bana pek kadınmış
gibi gelmedi. O yaşta böyle kararlar verebilme becerisine sahip değil. Sen para
kazandığın sürece bunun ona ne gibi zararlar verebileceği hiç umurunda değil
sanırım.
-Zaten dünyadaki bütün kızlar bedavadan sikiliyor. Bu işten para kazanma
düşüncesine sizin gibi erkekler neden dayanamıyor sanıyorsun? Ben söyleyeyim. Çünkü
zannettiğiniz gibi onu elde edememiş olduğunuzu anlıyorsunuz.

Özellikle 3.bölüm
itibariyle dozun artmaya başladığını görüyoruz. Bir dini vaaz sırasında şöyle
bir konuşma geçiyor mesela:

Dizi, “antoloji dizi”
konseptiyle çekiliyor. Yani her sezon yeni karakterler ve yeni hikayeler
olacak. Yani bir değişiklik olmazsa, 8 bölüm sürecek olan ilk sezondan sonra
özellikle Rust Cohle’u bir daha göremeyecek olmak beni şimdiden üzüyor.
Dizi, bir kahraman
çıkarmaya çalışmasa da bugünün insanı zaten klasik kahramanları değil, kendi
manevi bunalımını en iyi gördüğü karakterleri istiyor. Rust Cohle da bunlardan
biri. Tanrı’ya inanan ama insanı, kibrinde boğulmuş haliyle gören; dahası,
kendisi de bir insan olduğu için Tanrı’ya inanmanın, yalnızca inanmaya
yaradığını düşünen biri. Onun labirentvari, Tanpınar’ın deyimiyle “lahana gibi
yaprak yaprak” katmanlarında ilerlerken zaten dizinin de, içindeki edebiyatın
ve felsefenin de sıkı bağımlısı olacaksınız.
Rust abimizin sanrılarından birisi.

Son olarak; dizinin web sitesi de bir timeline ile ilerliyor.

**
1987, Ankara. Türk Dili ve Edebiyatı lisansı, Yeni Türk Edebiyatı yüksek lisansı... KalemKahveKlavye'nin kurucusu. Evli ve iki kedi babası...Bazı kitaplar yazdı: Kadran Kadraj (2015), Kaosun Kalbi (2020), Yeraltı Kütüphanesi (2020), Gecenin Kıyısından Gelen Suratsız ve Yaşlı Kuzgun: Edgar Allan Poe (2020)
Yorum 1

Cevapla

15 49.0138 8.38624 arrow 0 bullet 0 4000 1 0 horizontal https://kalemkahveklavye.com 300 4000 1