Tekme Tokatlı Şehir Rehberi kitabının yazarı Mevsim Yenice’yle öykülerini, kahramanlarını ve tabii ki müziği konuştuk.
“Kimse ölecek gibi durmuyordu. Durağı gelen iniyordu, yerine başkası biniyordu.”
Mevsim’in bu cümlesini metro durağında hayatla ilişkilendirmem biraz zaman almadı değil. Kendisine hunharca sorular sormam fikrine de hiç kırmadan olumlu geri dönüş yapınca, geriye sadece konuşup tarihe not düşmek kaldı.
Mevsim öncelikle teşekkürler ve merhabalar olsun.
Özgür merhaba, heyecanlıyım kitabı müzikle ilişkilendireceğimiz için.
Sorulara geçeceğim ama kitapta altını çizdiğim şu cümle için bir şeyler söyler misin? “Çünkü kelimeler unutulmaya yüz tutmuş birini çağırmanın en kolay yoludur.”
Müzik üzerinden yazılmış bir cümleydi o. Ben müziği zaman makinesi gibi düşünüyorum hep. Geçmişe özel bir şarkıyı dinlediğim an, 10 yıl önceye sıçrayarak artık hiç görüşmediğim eski bir dostla İzmir’deki eski odamda gülerken buluveriyorum kendimi mesela. Çok garip bir duygu.
Bahsettiğin cümle “Ya da” öyküsünde geçiyor. Bir klinikte geçmişten arınmak isteyen hastalar var. Ve onlara rahatlamaları için müzik dinletilecek. Müziği sözsüz olanlardan yani enstrümantal seçiyorlar.
Kendimden biliyorum bunu da, mesela bir şarkının tek cümlesi yıllarca ne zaman dinlesem aynı yerden vurur. Yani o öyküde de belirttiğim gibi: “Çünkü kelimeler unutulmaya yüz tutmuş birini çağırmanın en kolay yoludur.”
Ben müzik temaları üzerine yazılar yazmaya çalışıyorum, diğer yandan eğitimcilik var… Sorularımı biraz bu yönde hazırladım ama önce kitabın çıkış noktası ve gelişim sürecini biraz anlatır mısın?
2014 yılından bu yana öykü yazıyorum. İlk zamanlar yazdığım öyküleri dergilere ve yarışmalara gönderiyordum. Dergilerde yayımlanmak başlı başına güzel bir motivasyondur zaten. Sonradan yazdığım öykülerin derlenerek bir kitap olarak basılması adına ilk adımı attım ve Yaşar Nabi Nayır Gençlik Ödülleri’ne katılmak için elimdeki öyküleri düzenleyip dosya haline getirdim. Bu yarışmada “dikkate değer” bulunan dosyamın üzerinde değişiklikler yaparak yeni bir dosya oluşturdum ve kafamda belirlediğim birkaç yayınevine yolladım. Uzun bekleyişten sonra Everest Yayınları’ndan kabul edildi dosya. Dört ay sonra da yayımlandı.
Kitabın geneline ve öykülere gelen ironik, mizahi ve dramatik başlıklı yorumlara bakınca senin de bir kitap rafına sığdırılamayan yazarlar arasında olduğunu düşünüyorum. Değişkenlik gösteren bu farklı yorumlar için neler düşünüyorsun?
Birkaç arkadaşımla aynı kitabı okuyoruz ve sonunda hepimizin kitabın meselesiyle ilgili fikri farklı oluyor. Bu inanılmaz bir şey; edebiyatın, kelimelerin her birimizin içindeki farklı duygulara karşılık bulması. Müzikte de olur hani, bir ortamda aynı şarkıyı dinleriz birileriyle. Şarkı kiminde boşluk hissini yaratırken kiminde aksine bir boşluğu doldurmuştur. Kimini hüzünlendirirken kimine güçlenmesi için çare olmuştur.
Eğer ben de Tekme Tokatlı Şehir Rehberi’ndeki öykülerimle her okuyucuda farklı noktalara dokunabildiysem bu beni çok mutlu eder.
Kitapta 11 öykü var. Yazarken çok eğlendiğin, bir süre ara vermek zorunda hissettiğin veya tam tersi olan bir başlık var mı?
Yaratma süreci başlı başına bir karnaval benim için. Doğum sancısı gibi biraz. Ortaya güzel bir şey çıkacak ama öncesinde biraz tekmeleyip canına okuyor. Bu yönden yazdığım her metinde hem eğleniyor hem hırpalanıyorum diyebilirim. Ama “Okyanus Sesi” ni yazarken farklı bir hırpalanma hissettim. Kurgusu kendiliğinden akıp gitti oysa, zorlamadı ama üstümde yarattığı etki, karakterin yalnızlığıyla başa çıkmaya çabalaması ve sonunda olanlar beni epey karmaşaya itti. Hatta hâlâ arada kitabı açıp karıştırdığımda öyküleri okurken onun sonunu okuyamam, boğazım düğümlenir.
Öykülerdeki karakterlerin ayakları gerçekten yere çok sağlam basıyor. Hepsi az önce yanımızdan ayrılmış veya durakta yanımızda bekleyen diğeri gibi. Bunun sebebi iyi gözlem mi, çok okumak mı nedir? Bir de, “Şu da vücut bulsa çok fena arkadaş olurduk” dediğin bir karakter var mı öykülerden?
Ben sabırlı bir gözlemciyimdir. Bir olay karşısında kişinin verdiği ilk tepkilerden çok uzantısında neler olduğuyla ilgileniyorum daha çok. Karşında oturan kişi tarafından henüz hayal kırıklığına uğratılmış birinin ağlaması veya üzgün bir ifadeyle etrafı süzmesi beni çekmiyor, aksine o haldeyken önündeki çatalla kekin üstündeki kremayı farkında olmadan düzleştirip durmasını hüzünlü buluyorum. Ya da yalan söyleyen birinin ikide bir cebinden çakmağı çıkartıp boş yere çakması ve geri koyması bana heyecan veriyor. Anlayacağın, işim ayrıntılarla.
Tekme Tokatlı Şehir Rehberi’nin karakterlerine gelince, ben hepsiyle iyi anlaşırdım gibime geliyor. Ama “Burada Bir Yerde Olmalı” öykümdeki kahramanımla Kenny’nin izini sürmek ayrı bir eğlence olurdu, onunla biraz daha iyi anlaşabilirdik.
Kapak tasarımı ve ithaf yazısı beni çok eğlendirmişti. Bunlar için de bir şeyler söyler misin?
Görsel sanatlara oldukça ilgi duyan biriyim. Kapaktaki tablo Lucian Freud’a ait. Kendi portresi. Açık Artırma öyküsündeki tablo da ona aitti. Kitabın hazırlanma aşamasında birlikte çalıştığım yayıncımın önerisiydi bu ve benim de çok hoşuma gitti.
İthafa gelince, “Ablamın eltisinin dayısının küçük oğluna” ithaf ettim kitabı. Bence görebilen için çok duygusal ve anlamlı bir ithaf. Onun kim olduğu da kitaptaki bir öykünün içinde saklı.
Peki, biraz müzik tabanlı devam edelim istersen. Kitapla ilişkilendirmeden önce genel müzik listelerini biraz anlatır mısın? Ne tür dinliyorsun? Gruplar, ülkeler, enstrümantal vs.?
Müzik konusunda biraz eski kafalıyım sanırım, yeni çıkan şeyleri takip etmiyorum desem yeri. 60-80 yılları arasında yapılmış Rock müziğe bayılıyorum. Yoğunlukta da müzik listelerimi o döneme ait şarkılardan derliyorum. Olmazsa olmazlarım, Pink Floyd ve Deep Purple. Her iki gruba ve şarkılarına tarifi zor bir hayranlığım var.
Bazen konuşmak ya da duymak istemediğim oluyor. O zaman da enstrümantal parçaları tercih ediyorum. Hatta hemen bir tane önermek isterim: Pink Floyd- Marooned
Öykülerde müzikle bire bir alâkalı karakterler var. Bir röportajında her öykünün bir şarkısı var demiştin. Kitabın bu müzikâl kısmından biraz bahseder misin?
Öykü fikri oluşmadan öncesinde ve yazmaya başladıktan sonra dinlediğim her şarkı öykünün ritmini değiştirebiliyor. Bazen bir şarkıya öyle takılıyorum, vuruluyorum ki o an fark ediyorum, “İşte bu öykünün şarkısı bu,” diyorum. Defalarca kez dinliyorum. Ve kafamda, ruhumda o şarkıyla o öykü özdeşleşmiş oluyor. Mesela “Burada Bir Yerde Olmalı”yı yazarken, Deep Purple’dan Sometimes I Feel Like Screaming dinlemiştim defalarca. “Durağan Yolcu” nun şarkısı da Erkan Oğur – Dünya’dır.
Yazarken müzik dinler misin yoksa tam sükûnet mi?
“Yazarken tam olarak şöyle yaparım” diyebileceğim bir rutinim yok. Bazen müzik dinliyorum bazense müziği açmak aklıma bile gelmiyor. Kimisi sesli ortamda çalışamaz mesela, ilginçtir ki ben çok kalabalık ve gürültülü bir mekanda daha verimli çalışıyorum. Sesli ortamdan soyutlanabilmek bana haz veriyor. Hem oradayım, onlarca sesten çıkan kelimenin iç içe geçtiğinde yarattığı uğultu, kokular, yüzler var, hem de aynı anda bir başka yerde tek başımayım gibi hissetmekten keyif alıyorum.
Öykülerin farklı başlık ve konularda olduğunu biliyorum ama bunları birer müzik eseri olarak düşünseydin hangi enstrümandan çıkıyor olurdu bu melodiler.? Bu aynı zamanda senin yakın durduğun enstrümanı da verecek bize.
Elektrogitar soloları gibi geliyor hep, düşününce enstrümantal bile dinlesem genelde elektrogitar solosu oluyor. Ama yakın durmak dediğinde işler değişiyor bence, hiç denememiş olmama rağmen viyolonsel çalmayı çok isterdim. Belki ileride olur.
Dinlediğin Rock listelerini biliyorum aslında, var mı lise yılları, gitar filan ?
Kendimi bildim bileli evde hep klasik gitar vardı. Akorları, arpeji, ritmi onda öğrendim. Üniversite yıllarında da birkaç yıl elektrogitar çalmayı denedim. Denedim diyorum çünkü bir enstrüman çalmak başlı başına bir iş. Zaman, efor harcaman gerekiyor. Ben daha çok benim gibi düşünen, keyif almak için kendince takılan arkadaşlarımla stüdyoya girip bir şeyler çalıp kendimce eğleniyordum. Bir süre sonra da tamamen bıraktım. Ama herhangi bir enstrümanı iyi çalabilmek hep içimde kalmış bir uktedir. İleriki yıllarda yine bir şeyler denemeyi istiyorum.
Türk müziğinde veya Klasik Batı müziğinde listenden çıkarmadığın eserler, kişiler var mı?
Cahit Berkay ve Fazıl Say dinlemeyi seviyorum. Ama her zaman değil, çünkü bu iki isim beni anında geçmişte bir yerlere götürüyor ve geçmişe özlem her zaman iyi hissettirmiyor. Klasik Batı Müziği’ndense Vivaldi ve Chopin severek dinlediklerimden.
Müzikle alâkalı bir şeyler yazmayı düşünür müsün?
Hep aklımda olan bir şey bu aslında. Bir iki denemem var ama uzun soluklu bir çalışma sonrası ortaya güzel bir şeyler çıkabilecek gibi gözüküyor bütünlük açısından. İleride neden olmasın.
Aslında çok soru var elimde fakat seni de yormak istemiyorum. Şöyle yapalım. Öğrencilerim bana anketler yaptıklarında hızlandırılmış cevaplar kategorisi oluyor en sevdiğimde bu kısımdır. Bu yazıyı da okuyacaklar muhtemelen. Biz de seninle tek cevaplık hızlı tur yapalım isterim. Hazırsan başlıyorum. 🙂
Kırmayıp zaman ayırdığın için kendi adıma ve KalemKahveKlavye adına kucaklar dolusu teşekkürler Mevsim. Uzun yıllar boyunca yazman dileğiyle. Başarılar. 🙂
Ben teşekkür ederim Özgür.
[su_divider top=”no” divider_color=”#f44040″ size=”1″ margin=”5″]
Fotoğraf: Özgür Atmaca
1981 İstanbul Doğumlu.
SAÜ Türk Müziği Lisans,
KOÜ Yüksek Lisans,
AÖF Sosyoloji
R.John Fowles ,W.A.Mozart ve A.Veysel’i çokça sever..
Profesyonel Öğrenci
Eğitimci, Okur-Yazar
Müzik yazıları yazmaya çalışıyor.
Hocam çok güzel elinize sağlık. Kitabı en kısa zamanda alacağım