Yılın ikinci ayına girdiğimiz şu günlerde yeni kitaplarını okurla buluşturan İthaki Yayınları; Asimov, Bronte, Nil Sakman, Nihan Kaya ve Can Bonomo kitapları ile geliyor. Kitapların çıkış ve dağıtım tarihi 9 Şubat olarak açıklandı.
Isaac Asimov | Vakıf Serisi, Vakıf ve İmparatorluk
1941 yılında genç bir bilim insanı ve yazar olarak Isaac Asimov, Edward Gibbon’ın yazdığı Roma İmparatorluğu’nun Gerileyiş ve Çöküş Tarihi’nden etkilenerek çağının çok ötesinde bir destan yazdı: Galaktik İmparatorluk’un çöküşü ve feodalizmin dönüşü, İkinci Galaktik İmparatorluk dönemindeki güvenli ortamdan geçmişe bakan bir bakış açısıyla anlatıldı. İşte bu süreç sonucunda “Tarih tahmin edilebilir mi?”, “Toplum nasıl yönetilmeli?” ya da “İmparatorluklar neden yükselir ve çöker?” gibi soruları sormaktan çekinmeyen destansı Vakıf Serisi ortaya çıktı.
Vakıf, çökmekte olan İmparatorluk’a rakip olacak kadar gelişmişti. Üstün teknolojisi ve diğer gezegenlerin sahip olmadığı enerji kaynaklarına ulaşabilmesi sayesinde Galaksi’nin dört bir yanından destek görüyordu, kısacası her şey Seldon’ın Planı’na göre ilerliyordu. Ancak öngörüsünü geniş kitleler üzerinden yapan bu plan, giderek daha da güçlenen bir kişiyi hesaba katmamıştı: duyguları ve düşünceleri kontrol etme gücü olan Katır’ı. Katır’ın, Galaksi’yi ele geçirmesini engelleyen tek şey ise yeri gizli tutulan ve insanların bu sırrı korumak adına ölmeyi göze aldığı, gizemli İkinci Vakıf’tı.
Yayımlanış tarihine göre: 2. Kitap / Kronolojiye göre: 4. Kitap
Can Bonomo | Parya Koma
Nasıl oluyor da
Çınar yaşlı bir ağaç ismidir
Kelebekler mutlu ölür
Birbirine benzeyen iki kar tanesi yoktur
Ve fakat sen
İşte böyle
Mutsuzsun
Üçüncü şiir kitabıyla okurun karşısına çıkan Can Bonomo insanı ve duyguları odağa alıyor.
Nihan Kaya | Disparöni ya da Yaşama Korkusu
Disparöni ya da Yaşama Korkusu birbirini çok uzun zamandır tanıyan Feraye ve Cem’in iç içe geçmiş hayatlarını anlatıyor. Modern bir Eugenie Grandet olan Feraye, Don Juan olan Cem. Herkesin sahte olduğu bir dünyadan kendini sakınarak kendine sadık kalmaya çabalayan Feraye; aynı sahte dünyaya başka bir yöntemle, şov yıldızı olarak ve bu dünyayla onun tam içinden alay ederek başkaldıran Cem. Disparöni ya da Yaşama Korkusu, Feraye ve Cem’in hem ayrı ayrı dünyayla, hem de birbirleriyle kurdukları ilişkideki birleşme sancısı. Biri ne beklediğini bilmeden hep bekliyor; diğeri ne aradığını bilmeden hep arıyor. Biri düşünüyor; diğeri yapıyor.
Dis zorluk belirten ön ek, para ile, unia birleşme anlamına geliyor.
Nihan Kaya, Feraye ve Cem’in bu dünyayla birleşmeye çalıştıkça canlarının yanmasını anlatırken yine insan psikolojisinin dehlizlerine dalıp başarıyla çıkıyor.
“O kadar uzun zamandır bekliyorum ki artık beklemenin kendisine dönüşmüş gibiyim. Beklemek bütün vaktimi alıyor; bütün ömrümü, hayatımı kaplıyor. Artık bekçi gibi, Godot’yu bekler gibi, Mehdi’yi bekler gibi, beklemenin kendisini bekler gibi bekliyorum. Hayatım kesik elektriğin gelmesini bekleyen tam teçhizatlı bir elektrikli makine gibi. Beklediğim gerçekleşince görünür olacak mahiyeti.
O kadar uzun zamandır arıyorum ki artık ne aradığımı bile hatırlamıyorum.Net olarak zihnime kazınmış tek şey, arıyor olduğum. Her yerde, her şeyde, durmadan arıyorum. O kadar kaptırmışım ki kendimi aramaya, aradığımı bulduğumda onu aynı zamanda yitirmiş mi olacağım diye korkuyorum bir yandan.”
Nil Sakman | Kendine Ait Bir Kalem
Nil Sakman, Kendine Ait Bir Kalem’de neredeyse yok sayılan ve Kanon dışında bırakılan Kuruluş Dönemi kadın yazınını derinlemesine ele alıyor. Batı edebiyatından kadın yazarların eserlerinin de incelendiği çalışmada iktidar ve toplumsal cinsiyet rollerinin edebiyatta nasıl tezahür ettiği, deneyim ile edebi üretim arasındaki çetrefil ilişkinin “yazan kadın” bağlamında ne anlama geldiği ve erk olanın “meşru” ve “nitelikli” alanı işgalini mümkün kılan pratikleri disiplinlerarası bir anlayışla inceleniyor. Kadın yazınının, bu “meşru” ve “nitelikli” alanın neresinde olduğuyla ilgili derinlemesine bir tahlil yaparken olması gereken yeri ve engelleri belirtmekle kalmıyor; “erkekegemen” üslup ve yazınla belirlenen sınırları aşındırma yollarını sunuyor. Bunu özellikle Kuruluş Dönemi yazarlarının eserlerinden örneklerle gerçekleştiriyor.
Batı’da olduğu gibi Osmanlı’da da “nitelikli” ya da “okunmaya değer” edebiyatın sahip olması gereken vasıflar büyük ölçüde eril bir zihniyet tarafından belirlenmiş, yani nitelikli edebiyatı meydana getiren ölçütler eril bir zihnin işleyişi, yaşam algısı ve deneyim alanı tarafından tanımlanıp inşa edilmiştir. Bir ötekilik, erkeğe kıyasla ikincil bir varlık olarak algılanan; kamusal varlığı ya da makro-tarihe etkisi neredeyse yok denecek kadar az olan kadın ve kadınlık hâlleri ise erkek toplumsal cinsiyetini içine alan deneyim alanının büyük ölçüde dışında kalmış/bırakılmıştır. Bununla birlikte kadın ya da kadınlık hâllerinin yaşam deneyimi kayda değer ölçüde erkek toplumsal cinsiyetinin hiçbir zaman deneyimlemediği ve/veya deneyimleyemeyeceği, bütünüyle kadınlığa özgü kimi deneyim alanlarından meydana gelmiştir.
Charlotte Brontë | Jane Eyre
“En sevdiğim kitaplardan biri. Defalarca okumaktan asla vazgeçmeyeceğim.” – Ursula K. Le Guin
Jane Eyre on yaşında öksüz kaldığı için ona kötü davranan yengesinin evinde yaşamaktadır. Yengesi Bayan Reed en sonunda çareyi kuzenleri tarafından da zorbalığa uğrayan Jane’i yatılı okula yollamakta bulur.
Zor zamanlar yatılı okulda da peşini bırakmaz. Nihayetinde orada öğretmen olan Jane kendini okulda sıkışmış hissettiğinden hayatına farklı bir yerde devam etme kararı alır ve verdiği bir mürebbiyelik ilanına cevap gelince, Bay Rochester’ın malikânesinde çalışmaya başlar. Çok geçmeden oradaki hayatına alışan kahramanımız, malikânenin gizemli efendisine âşık olur ama hayat ona beklemediği zorluklar çıkarmaya devam edecektir.
İngiliz edebiyatının en sağlam kalemlerinden Charlotte Brontë’nin güçlü ve kendi ayakları üzerinde durmayı öğrenen kahramanı Jane Eyre’ın bu klasik hikâyesi gerek kasvetli havası gerek erkeklerin egemen olduğu bir dünyada kadın olmanın zorluklarını anlatmasıyla gerçek bir başyapıt.