[su_button url=”https://kalemkahveklavye.com/dosya-turkiyede-yazar-yayinci-okur-iliskisi” target=”blank” background=”#d43839″ size=”10″ icon=”icon: shopping-cart”]Bu içerik KalemKahveKlavye’nin “Yazarla Birlikte Yol Almak: Türkiye’de Yazar – Yayıncı/Okur İlişkisi” dosyası kapsamında yayınlanmıştır. DOSYANIN TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYIN[/su_button]
Türkiye’de yazarlar ile yerli ve yabancı yayınevleri arasında köprü kurmak için çalışan ajansların sayısı çok sayılmaz. Kalem Ajans’ın bu alandaki çalışkanlığı ve üretkenliği malum; ama bunun yanı sıra gerek sosyal medyadaki aktifliği, gerek İTEF gibi etkinlikleriyle yalnızca sektöre değil okura da ulaşması, Kalem Ajans’a özel bir yer açıyor. Geçtiğimiz yıl Londra Kitap Fuarı Üstün Başarı Ödülleri kapsamında En İyi Edebiyat Ajanı Ödülü’nün sahibi olan, Kalem Ajans’ın kurucusu Nermin Mollaoğlu’nu ağırlamaktan mutluyuz.
Türkiye’de yayınevleri ve ajanslar “yatırım yapılacak/birlikte yol alınmak istenen yazar”ı gözetiyor mu yoksa biraz tesadüfi ve eser bazında mı gelişiyor ilişkiler?
Biz, çoğunlukla bizim temsil etmek istediğimiz yazara başvurmamız ve onun kabul etmesinden sonra çalışmaya başlıyoruz. Bu yeni kitabının çıkışında ya da henüz yazmaya başlamadan da olabilir. Böyle durumlarda “yatırım yapılacak yazar” ı fark ettiğimiz için bu riski almış oluyoruz aslında.
Yayınevlerinin, editörlerin ve ajansların yeni yazarlara yatırım yapma ölçütü nedir: Edebi değer mi, ticari trendlere uygunluk mu ağır basıyor?
Bir yayınevinin ya da ajansın ayakta kalabilmesi için bu dengeyi çok iyi kurması gerekir. Fakat ne yazık ki günümüz ekonomik koşullarını dikkate aldığımızda ticari trendler bir tık daha ilerde kalmış durumda.
Benim içinse durum bambaşka. Ekibin maaşlarını ödemek ve daha çok elbise satın almak için, çok satan kitap. Ülkemin edebiyatının gelişmesi için, iyi kitap. Nermin’in egosu için ise, çok ünlü olmayan bir yazarın kitabını keşfetmek veya kitap yazma fikri kafasında açık renkli olan birini kırmızı kalemle kitap yazmaya motive etmek. Üçü birden aynı pakette gelse keşke.
Önceki soruya bağlı olarak, ajanslar ve yayınevlerinin temsil ve çeviri süreçlerinde anlaşmazlık yaşayabildiği noktalar neler oluyor?
Ajans olarak Türkiye ile yurtdışındaki yayıncılar arasında bir köprü niteliğindeyiz. Hal böyle olunca bazen Türkiye’deki yayıncı refleksleri ile yurt dışının ters düştüğü noktalar elbette ki oluyor. Avans ödemeden kitabı baskıya gönderen yayıncı olunca bunu yurt dışına açıklamak haliyle bize kalıyor ve biz de zor durumda kalıyoruz.
Güven unsuru her yerde olduğu gibi çeviri sürecinde de büyük rol oynamakta. Bildiğiniz üzere Kalem Ajans olarak çevirmenleri de temsil ediyoruz. Onları yayıncılar ile tanıştırıp yeni çeviriler yapmalarında aracı oluyoruz. Önerdiğimiz çevirmen çeviriyi zamanında teslim etmez, aynı şekilde yayınevi de ödemesini zamanında doğru şekilde yapmazsa ortaya çıkan karışıklık hepimize yansıyor, sonuç olarak güvenin zedelenmesine yol açıyor. Tabii ki Kalem Ajans olarak amacımız da bunu en aza indirmek.
Bugünün ekonomik, sosyolojik ve politik koşullarında “yazar yetiştirmek, yazarla birlikte yol almak” uzun vadeli, dolayısıyla riskli ve yorucu bir iş gibi geliyor mu?
Bugünün koşullarında “Ben yazar olmak istiyorum,” diyen bir çocuğa rastlamak ne yazık ki çok ender bir durum haline geldi. Yazarlık daha çok halihazırda sahip olunan mesleğin yanına bir hobi ya da ek iş olarak görüldüğü takdirde evet bu uzun vadeli, dolayısıyla riskli ve yorucu bir iş gibi gelebilir. Fakat herkes adına konuşmamak lazım. Birçok işi bir arada yürüten şahane yazarlarım oldu. Yazar sadece yazarlıkla ilgilenmelidir demiyorum, yalnızca en azından yeni başlayanların bu işe biraz daha asılmalarını, üzerinde yoğunlaşmalarını öneriyorum.
Yabancı dile çevrilecek eserlerin yolculuğu ana hatlarıyla nasıl ilerliyor?
İletişimde olduğum yayıncılara satmak istediğim yazarları kataloglarıyla birlikte sunmamla başlıyor. Bu tanıtım bazen mail yoluyla bazen de fuarlarda yüz yüze gerçekleşiyor. En yüksek teklifi veren de alıyor doğal olarak tabii ki. Ama şunu da atlamamak lazım, burada asıl önemli olan ise kitabın doğru yayıncı ile buluşması.
Yabancı dildeki satışı Türkçedekinden daha iyi olan eserler oldu mu hiç? Varsa örnek alabilir miyiz?
Çiler İlhan- Sürgün
Saygın Ersin- Pir-i Lezzet
Hangi coğrafyanın okuru hangi tür ve içerikteki eserleri okuyor? Sözgelimi Avrupa okurunun zevkiyle Asya okurununki arasında ne gibi farklar var?
Avrupa ve Asya okuru diye bir ayrım yapmak çok da içimden gelmiyor, sonuçta edebiyat ayrım gözetmeksizin insan elinden çıkarak insanlığı birleştiren, bir anlığına da olsa dünyayı daha yaşanılabilir kılan bir gerçek.
Nerelerde ağırlıklı olarak ne çok okunuyora gelirsek… Polisiye ile başlayalım. Her coğrafyada diğer edebi türlere göre kendine daha kolay yer bulabilen bir tür oldu. Öte yandan komşu ülkelerin Osmanlı saray hayatına olan ilgilerini de görmezden gelmemek lazım. Genel olarak toparlamak gerekirse yurtdışı büyük çoğunlukla “Türkiye kokan” romanlara öncelik veriyor.
Bir edebiyat ajansı için “yatırım yapılacak yazar”ın ölçütleri neler? Özellikle bu sorunun yanıtına yayınevlerinden farklı olarak hangi açılardan bakar ajanslar?
Ajans ve yayınevinin bu konuda ayrıldığını vurgulamak istiyorum. Çok iyi yazan ve satan bir yazar Türkiye’de her yayınevi tarafından iyi karşılanabilir. Ama şöyle bir gerçek var ki burada çok ünlü olan yazar, sınırlarımız ötesinde kimsenin bilmediği yeni bir yazar… Her ülkede yeni bir kariyer geliştirmesi gerekiyor. Bu yüzden Türkiye’de çok satsa da yurtdışında satamayacağını düşündüğüm iyi yazarları reddettiğim oldu.
Tek kitaptan sonra kaybolmuş veya kendinden bahsedilmemiş yazarlar var. Bu açıdan artık “yazar yetiştirmek”, “eseri denemek” haline gelmiş olabilir mi?
İlk basılan kitabı beklediği rakamları getirmeyince yazarın ikinci kitabını basmaya çekimser yaklaşan pek çok yayınevi var. Günümüz finansal koşulları maalesef piyasayı eser denemeye zorluyor zaman zaman.