Siren Yayınları tarafından Türkçeye kazandırılan, Dave Eggers’ın “Çember” romanı üzerine bir Gözde Aktürk incelemesi…
Şu gün gözlerimizi kapayıp dünyada her kişinin, her kurum ve kuruluşun ne yaptığının, ne düşündüğünün, nerede olduğunun açıkça tüm dünyaca bilindiği bir hayatı hayal etmek hiç de zor değil. Çünkü zaten bunun başlangıcındayız. Teknoloji, internet ve özellikle sosyal medyadaki gelişmeler her geçen gün çığırından çıkıyor. Hayatında olan biteni anlık olarak paylaştığı sosyal medya hesapları artık bu çağ insanının olmazsa olmazı. Biliniyor ki yediden yetmişe statüsü, mesleği, eğitimi ne olursa olsun internet herkesin hayatında önemli bir yer kaplıyor. Günümüz insanı yediği yemeği, sevdiği müziği, şaşırdığı bir haberi kitlelerle paylaşmaya programlanmış bir robot gibi değil mi sizce de? Sizin de çevrenizde yok mu? Hatta belki siz onun ta kendisisiniz. Gerçek bir sosyal ortamda iki lafı bir araya getiremeyen, göz teması kuramayan , sadece sosyal medya sitelerinden gelen like’larla mutlu olan, velhasıl sanal bir gerçeklikte yaşayan ve sadece bundan haz alan insanlar yok mu? Herkes beğenilmeyi sever elbette fakat pencereden dışarı bakmayıp hayatını tamamen o üç ünlü sosyal medya sitesinde yaşayan insan tipi korkarım yakın geleceğin prototipi olacak.[su_spacer size=”10″]
Arkadaşınız az önce ne yedi? Kuzeniniz şu an hangi tatil beldesinde? Hoşlandığınız kişinin en sevdiği film hangisidir? Bu “her şeyi bilme”, “bilgiye anında ulaşma” artık çok olağan ve hepimizin sevdiği bir şey kuşkusuz. Öte yandan internet çağıyla birlikte mahremiyet kavramı da giderek zayıflıyor. Her şeyi bilmek her zaman iyi midir? İlişkileri güçlendiriyor mu yoksa bilakis zayıflatıp kopuşa mı sürüklüyor? İşte Dave Eggers’ın kıyamet alameti tadındaki romanı Çember bunu düşündürüyor okura. İnternetin hayatımıza kattıklarını ve ondan götürdüklerini sorguluyor. Distopik bir gelecek çiziyor ve bu distopyayı da internet kanalıyla oluşturuyor. [su_spacer size=”10″]
Çember-kendilerinin de dediği gibi- cemaatvari ve güçlü bir teknoloji şirketidir. En başta binlerce çalışanının her türlü ihtiyacını karşılayan, ilgili, sıcak ama bir o kadar da disiplinli bir şefkat yuvası gibi dursa da, zamanla bir beyin yıkama mekanizması olduğunu anlarız. Hikaye, Çember’de çalışan yakın arkadaşı Annie’nin vesilesiyle bu şirkette işe başlayan Mae’nin üzerinden anlatılır. Mae işini disiplinli ve itaatkar şekilde yapar ve kısa sürede göze girer. Fakat zamanla hemen her Çember çalışanı gibi Mae’nin de yavaş yavaş benliğini kaybetmeye başladığı, Çember’in hayatının her alanını kapladığı görülür. Mae bu çemberin içinde sıkışıp kalmış, dışarı çıkamamaktadır. Çember, kişiyi neredeyse uyuşturan bir platformdur ama Mae bu durumdan hoşnuttur. Sorgulamaz, işini yapar. Çünkü Çember demek, güç ve irade demektir onun için. Öyle ki, “Bilmemek insanı çileden çıkarıyor,” der bir seferinde.[su_spacer size=”10″]
Çember’de ana fikir yüzde yüz şeffaflıktır. “Mahremiyet hırsızlıktır.”, “Seven insan paylaşır.” gibi sloganları empose eder hep. Kendisi dışındaki dünyayı düzenden ve refahtan uzak, korkunç bulur. Bireyler gibi devletin de tamamen şeffaflaşmasını talep eder. Hatta devlet denen mekanizmada işleyen her işin kendi bünyesinde halledilmesi fikrini ortaya atıp bir nevi alternatif devlet olmaya oynayacak kadar da cüretkar bir oluşumdur. Yüzde yüz şeffaflık, akla gelebilecek her ortama yerleştirilen ve bileğe takılan küçük kameralarla sağlanır. Merak etmeyin, tuvalette görüntü ve sesi “birkaç dakikalığına” kapatabiliyorsunuz. Ama bu kapatış uzun sürerse takipçileriniz meraklanıyor, haberiniz olsun. Okuyacak olanlar görecektir, şeffaflığın romanda en dehşet verici anlarından biri galiba Mae’nin ailesiyle ilgili olan bölüm.[su_spacer size=”10″]
Her distopik eserde olduğu gibi burada da Mae’nin eski sevgilisi Mercer gibi, sürüp giden düzeni benimsemeyen, yüzde yüz şeffaflığın refah değil felaket getireceğini savunan kişiler mevcut. Gidişattan dehşete düşen, “Hepimizin ortadan kaybolmaya hakkımız olmalı,” diyen diğer kişinin hiç beklenmedik bir isim olması, temposu içeriğine göre düşük olan romana canlılık katar.[su_spacer size=”10″]
1970 doğumlu, Türkçede dört kitabı bulunan, oldukça aktif bir yazar, editör ve yayıncı olan Eggers’a göre anlaşılan George Orwell’ın Big Brother’ı “internetin ta kendisidir.” Çember, yeni nesil distopyaların en iyilerinden olmaya aday. Asıl etkileyiciliği de gerçek olabilme fikrinden geliyor denebilir. İnternet çağının bir adım sonrasını hayal ediyor ve bize hem tanıdık, bir o kadar da uzak olmasını isteyeceğimiz bir gelecek tablosu çiziyor. [su_spacer size=”10″]
İstanbul doğumlu. İstanbul Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünü bitirdi, aslen edebiyat öğretmeni. Bunun yanında edebiyat, kültür-sanat odaklı bir dijital platformda ve zaman zaman çeşitli gazete ve edebiyat dergilerinde kitap kritik yazıları yazdı. Şimdi ise kalemkahveklavye.com’da buna devam ediyor.