[su_button url=”https://kalemkahveklavye.com/dosya-turkiyede-yazar-yayinci-okur-iliskisi” target=”blank” background=”#d43839″ size=”10″ icon=”icon: shopping-cart”]Bu içerik KalemKahveKlavye’nin “Yazarla Birlikte Yol Almak: Türkiye’de Yazar – Yayıncı/Okur İlişkisi” dosyası kapsamında yayınlanmıştır. DOSYANIN TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYIN[/su_button]
Kaan Murat Yanık, “genç kuşak”tan sayılmakla birlikte eserlerinin öne çıkmaya çalışan, kendisinden önceki yazarların sesinden devşirdikleri üslubun özgünlüğe kavuşması çok uzun süren veya mümkün olmayan genç kuşağın çoğundan ayrıldığını söylemek mümkün. Geçtiğimiz aylarda Everest Yayınları etiketiyle çıkan son kitabı “Uzakların Şarkısı”na dair yaptığımız röportajın ardından kendisini bu dosyada da ağırlamaktan mutluyuz. Söz konusu röportaja bu sayfanın sonunda ulaşabilirsiniz.
Kaan, selam. Bugüne dek farklı yayınevleriyle çalıştın. Genç yaşta kitapları yayımlanmaya başlayan bir yazar olarak, gerek kendi deneyimlerin gerek genel anlamda Türkiye’de editör-yayınevleri ve yazarlar arasındaki ilişkiyi nasıl yorumlarsın?
Selamlar. İlginç ve faydalı bir konu seçmişsin. Ben üniversite son sınıfta yayınevlerine gidip gelmeye başlamıştım. İlk deneyimim Alfa Yayınları bünyesinde editör yardımcılığı şeklinde oldu. O günden itibaren Türkiye’deki bilhassa büyük yayıncıların litera sistemini hep mercek altında tuttum. Genel anlamda söyleyebilirim ki yayıncılık ülkemizde tam rayına oturmuş değil. Birkaç büyük yayınevini istisna tutarsak editör- yayınevi ve yazar arasındaki üçgen, bazen Bermuda Şeytan Üçgeni’ne dönebiliyor. Editörlük, yazar kamuoyunda daha çok düzeltmen şeklinde; noktalama işaretlerini, yazım hatalarını tanzim eden kişi olarak görülüyor. Halbuki bunun böyle olmadığını Avrupa’daki sisteme bakarak açıkça görebiliriz. Yayın politikası, editöryel doktrin, redaksiyon aslında akademik karşılığı olan çok ciddi meseleler…
Genel anlamda sorunlar malum. Peki “bir yazarla birlikte yol almak” açısından Türkiye’de yayıncılar ve yazarlar hangi aşamada?
Ne yazık ki yine genel manada tamamen ticari kaygılarla ilerleyen bir süreç var. Popüler kültürün kıskacında sıkışan nitelikli, yetenekli onlarca yazar var. Bu insanların uğradıkları hayal kırıklıklarından epey bir roman konusu çıkar. Üzülerek söylemeliyim ki, Türkiye’de sığ olan şey, her zaman rağbet görüyor. Tanzimat’tan itibaren bu konuda bir Rönesans yaşayamadık. “Dünyanın her yerinde böyle” diyenlere bakmayın. Doğru, niteliksiz olanın alıcısı her yerde var ve fakat bizde bu oran haddinden çok ama çok fazla.
Bunlarla birlikte hâlâ gerek çeviri eserler olsun, gerek yerli telif eserler olsun, büyük sıkıntılar mevcut. Ama umut verici gelişmeler de yaşanmıyor değil. Türkiye’de yayıncılık geçen yıla kadar bir endüstri kolu haline geldi. Evet, nitelikli ya da niteliksiz bir okuma eğrisinin yükselişine şahit olduk. Kitap fuarlarının sayısı arttı, yeni kitapçılar veya kitap kafe mantığında bir küme peyda oldu. Ayrıca Avrupa’daki büyük yayıncıların izledikleri yola doğru dümen kıran profesyonel yayıncı sayımız arttı. Bilhassa Avrupa’daki fuarlara katılan ve burada diyalog geliştiren çok sayıda yayıncı var.
Özellikle malum ekonomik durumlardan sonraki kriz ortamında yazar ve yayıncı ilişkilerinde neler değişecek dersin?
Butik diye adlandırdığımız küçük ölçekteki yayınevlerinin ve dergilerin sahadan çekilecekleri veya kendilerini belirsiz bir süre donduracakları kesin. Şimdiden bunun etkilerini görmeye başladık. Yakın bir arkadaşım geçen hafta yayınevinin kapanışını verdi. Büyük yayınevleri ise daha temkinli davranacaklardır.
Kendi edebiyat yolculuğunu ayrı tutarak yanıtlar mısın: Yazar-yayıncı ilişkisini domine eden taraf, yayıncının kitabı basma kıstaslarına mı yoksa yazarın kendini ve kalemini kabul ettirme başarısına mı daha çok bağlı Türkiye’de?
Burada nitelikli ve niteliksiz yayınevleri ayrımının büyük önemi var kanımca. Yani sorunun cevabı her ikisi de…
Türkiye’de hızlı yaşanan sosyokültürel ve politik değişimler karşısında geçmişten bugüne değişen okur zevkini nasıl yorumlarsın? Yatırım yapılması gereken yazarın tanımı nerede, nasıl değişti?
Roman sanatının barındırdığı her zerrenin bir dönüşüm geçirmesi muhakkak ki Avrupa’dan gelen rüzgârlarla gerçekleşti. Kilise depremi, Rönesans, coğrafi keşifler, sanayi inkılâbı, iki cihan harbi, soğuk savaş dönemi, ideolojilerin çatışımı, değişen sınırlar, serbest ekonomi… Her genel kırılma anının, yansımalarını tüm dünya olarak hissettik. Elbette coğrafi, siyasi, ekonomik dalgalanmaların altında kalan insan, bu kadar açmazdan kurtulmak ya da belki de delirmemek için bir okuma zevki devşirdi. Sözgelimi İkinci Dünya Savaşı’nda yaşanan o ağır yıkım sürecinin sonunda tezahür eden varoluşçu ve mistik akımların patlaması… Ardından gelen bohem, postmodern dalga. Şu an teknolojinin korkunç bir süratle ilerlemesine, mekanik anlatıların, sürreal çerçevelerin ve bilimkurguların yükselişine rağmen ben eskiye bir özlem olduğunu hissediyorum. İnsanlar nostaljik olana meylediyorlar. Yine çok enteresan, sihirli kelimemiz var: “sosyal medya”. Yazara yapılan yatırımın bir ayağı da bu.
Senin okura ulaşmakta en etkili kanal ne oldu?
Sanırım okurun ayağına gitmek. Yaklaşık altı yıldır çeşitli şehirlerde okurlarımla buluşup bazen büyük, kimi zaman küçük etkinliklerde bir araya geliyoruz.
Peki yayınevlerinin birlikte yol almayı gözettiği yazarların, okurun gözündeki karşılığı nasıl oluyor? Bugünün okuru kalıcı olacak yazarı ilk görüşte tanıyor mu yoksa mutlaka biraz zaman mı geçmesi gerekiyor?
İyi kitabın iyi okuru bulması lazım. Eğer bu iki mefhum yan yana gelmişse muhteşem bir reaksiyon vücuda geliyor ve birliktelik çok uzun ömürlü olabiliyor.
Seni yakalamışken yakın zamanda senden neler okuyacağız, onları da alalım mı?
2019 yılı için bir roman hazırlıyorum. Acele etmiyorum. Son altı aydır araştırma yapmak için Orta ve Doğu Avrupa ülkelerine gidip geliyorum. Umarım güzel olur.
Bizden bu kadar. Eklemek istediklerin varsa alalım Kaan.
Çok teşekkür ederim, iyi çalışmalar dilerim.
Çok teşekkürler…
[su_button url=”https://kalemkahveklavye.com/2018/01/kaan-murat-yanik-uzaklarin-sarkisi-roportaj.html” target=”blank” background=”#d43839″ size=”6″ icon=”icon: shopping-cart”]ŞİMDİ OKU | Kaan Murat Yanık: “Benim İçin En Büyülü Kavram, Zaman”[/su_button]