Hepimiz kendimizi yazarak ifade etmeye ihtiyaç duyarız. Özellikle sosyal medya kullanımının giderek arttığı günümüzde herkes fikirlerini paylaşmak için çeşitli ortamlarda uzunlu kısalı yazılar yazıyor. Peki, iyi yazabilmek bir doğal yetenek midir? Kendimizi yazarak doğru şekilde ifade edebilmek için neleri, ne kadar okumalıyız? Nitelikli bir okur olduğumuzu söyleyebilmek için hangi kitapları kesinlikle okumuş olmalıyız? Edebiyatın modası olur mu? Yazmayı öğrenmek için hemen her yerde karşımıza çıkan atölyelere katılmak zorunlu mudur?
Geçtiğimiz günlerde Karakarga Yayınları’ndan çıkan İnsan Birikimdir adlı kitabında Destek Yayınları Genel Yayın Yönetmeni Ertürk Akşun bunlar ve benzeri pek çok soruya yanıt arıyor. Okurlarının da yeni sorular sormasını sağlamak isteyen kitabıyla ilgili biz de Ertürk Akşun’a sorularımızı yönelttik.
Klasik bir soru olacak ama yine de önemli bir soru; neden bu kitabı yazma ihtiyacı duydunuz?
Kitabın adı üstünde, yani cevap aslında kitabın isminde gizli: İnsan Birikimdir. Bugün hızla çoğalan enformasyon ve veri yığınları karşısında teoriler ve birikim hiç olmadığı kadar gerekli. Teoriler şeylerin harmanlanmasını sağlayarak dağılmasını engeller. Böylelikle bilgi yitimini azaltırlar. Çok sık tekrarladığım bir olgu var; Yeni Ortaçağ. Maalesef uzun süredir, yaklaşık 40 yıldır yeni bir ortaçağ yaşamaktayız. Ortaçağ ne demek? Aklın ve gerçekliğin kaybolması demek. İnsanlık yeni bir aydınlanma çağı olmadan bu karanlık ortaçağdan çıkamaz. Yeni bir aydınlanma için ilk gereken şey düşüncenin yeniden örgütlenmesi, merak duygusunun yeniden canlandırılması ve kavramların yeniden tartışılmasıdır. Bunun yolu da insanların birikimlerini birbirine yeniden aktarması, yeniden tartışma ortamının yaratılmasıdır. Kısacası sorduğunuz sorunun yanıtı, bu kitap birikimleri aktarma ve yeni tartışmalar ama çabasıdır diyebiliriz. Bunu yaparken de korkusuz olmalı ve hata yapmaktan korkmamalı diyorum.
Yazma üzerine kitaplar bu kadar çokken, bir yenisini yazmak gerekli miydi?
Yazma üzerine güzel kitaplar, kurslar, dersler son derece fazla bunun bilincindeyim. Bunun nedenlerini tartışabiliriz. Akıma ilk gelenleri sıralayabilirim. Dünyada da her şey gibi kitaplar da artık bir metadır. Meta, bir ürünün ticari değerinin olması demektir. Yani artık, kitapların da bir ticari değeri var ve böylece kitapla ilgili tüm yan ürünlerde ticari bir nesneye dönüşüyor. İşte bunun içine yazma üzerine kitaplar, kurslar, seminerler de girmekte.
İkinci nedenin ise cevabı uzun ama toparlamaya çalışayım. Çağımız bencil bir çağ. Narsisistlik çağı diyebiliriz. Yalnızlaşan insandan bahsediyoruz. Bu insanların canı istedi de yalnızlaştı değil elbette. Yeni üretim biçimi olan neoliberal ekonomi ve bunun ayağı olan esnek üretim tarzı, kazanan her şeyi alır, kaybeden hiçbir şey almaz anlayışı, tüketim kültürü vs. bu yalnızlaşmanın temel nedeni. Yani sistem insanları bile isteye yalnızlaşmaya itiyor. Yalnız insan çaresiz insandır, güçsüz insandır… İşte bu yalnız insan sürekli kendini anlatma çabası içerisinde. Bu anlatma isteklerinin yollarından birisi de yazmak. Bu elbette sadece roman yazmak, şiir yazmak, edebiyat yapmak demek değil. Günümüzde insanlar kendi kişisel sosyal medyalarında ortalama her gün yazılar yazıyorlar, dijital mecralarda yazılar yazıyorlar, bloglar, Twitter vs… Birçok doktor, kişisel gelişimci, koçlar kendi işlerini tanıtmak için kitaplar yazıyorlar. Ben kitabımda tüm bunlara cevap üretmeye çalıştım.
Peki, bu konuyu neden sizden okumaları gerekiyor. Bu iddia nereden kaynaklanıyor?
Bence bu da önemli bir soru. Kitabın içerisinde buna değinmeye çalıştım. Otuz beş yıldır kitap dünyasının içinde birisi olarak, kitabın satışından, üretimine, dağıtımına her alanında çalışmış biri olarak kendimde bu cüreti gördüm. Yani kısacası, masanın her tarafında oturmuş biriyim. Ayrıca yazdığım kitaplara rağmen beni en çok tarif eden şey iyi okuyucu olmak. İyi bir okuyucu olarak, bir yazar olarak, bir yayıncı olarak, bir kitap satışçısı olarak masanın her yerindeydim. Konuya da bu anlamda yaklaştım. Sorulmayacak sorulara cevaplar aradım, tabu olan söylemlere korkusuzca yaklaştım. Amacım yeniden tartışma yaratmak, nedeni ise, tartışmanın en önemli öğrenme yollarından olması. Kitaptan bir alıntı yapayım müsaadenizle, “Yazmak, güzeli aramanın yollarından sadece bir tanesi; güzeli birlikte aramak ve tüm insanlıkla ortaklık kurmak için yazmaya karar verdim.”
Ertürk Akşun: “İyi okur olmadan iyi kitap yazılamaz!”
Kitap iki bölümden oluşuyor, pratik ve teori. Bunun sebepleri nelerdir?
Aslında hayatın bütünü için geçerli olan yasanın bu kitapta da uygulanması. Hayat teori ve pratiklerden oluşuyor. Teori olmadan pratik, pratik olmadan da teori güdük kalıyor. Pratik bölümünde yazma ve okuma üzerine pratik bilgiler vermeye çalışıyorum. Genellikle yazma üzerine verilen pratik bilgilere ek olarak, okuma üzerine de, nasıl okuma yapılacağı, doğru okumanın ne olduğu üzerine bilgiler aktarmaya çalıştım. Teori bölümünde ise daha derin konulara değinmeye çalıştım. Elbette burada başka sorunlar da ortaya çıkıyor. Yani olay “bırakınız yazsınlar, bırakınız okusunlar” demekle bitmiyor. Bizim yapmamız gereken ilk şey iyi okur yetiştirmek. Okumak bir hobi, bir eğlence ürünü haline getirilmeye çalışılıyor. Emin olun iyi okuyucu olmadan iyi kitap yazmanın hiçbir değeri yok ve iyi okuyucu olmadan iyi kitaplar yazmak da okyanusta yeni bir ada keşfetmeye çalışmak gibi nafile bir çaba. Bakın Yalçın Küçük’ün bir sözü var; “Gerçekçi sanat, gerçeği nakletmek değildir. Bu, çalışkan istatistikçilerle dürüst gazetecilerin işidir. Gerçekçi sanat, gerçeği yeniden yaratmaktır. Somutu soyut olarak görmektir. Böyle sanat ve edebiyat bilim insanının en büyük hazinesidir.”
Kitap o yüzden yazma sanatı üzerine söylenenlerden daha çok, “İyi okur nasıl yaratılır, iyi okuma nasıl yapılır, kitap bir eğlence nesnesi midir?” gibi sorulara cevaplar arıyor.
Kitabın bir meta olduğu vurgusu kitapta sıkça yer alıyor. Bunu biraz açar mısınız?
Genellikle ülkemizde ve dünyada kitap konusu hâlâ bir tabu. Hâlbuki kitap bilgi aktarım ürünlerinden sadece bir tanesi. Yani tabu olacak bir tarafı yok. “Kötü kitaplar okuyacağınıza iyi bir belgesel izleyin.” diyebilirim mesela, biraz da kışkırtmak için. Kitabın önemli bölümlerinden bir tanesi “Sanat ve Tüketim” başlığını taşıyor. Bu konuyu o bölümde uzun uzun tartıştım. Afşar Timuçin’den bir alıntı var mesela, şöyle; “İzleyici edilgin alıcılığı ölçüsünde değil, etkin değerlendirici kavrayıcılığı ölçüsünde izleyicidir. İzleyici önemlidir: İktisadi etkinlik gibi sanatsal etkinlik de ancak tüketicisiyle vardır. Üreticisi olmayan bir alanın tüketicisi, tüketicisi olmayan bir alanın da üreticisi olmaz. Tüketicinin istemi üreticiyi belirler. En azından üreticinin istemiyle tüketicinin istemi şu ya da bu ölçüde uyuşmalıdır.”
Tüketicisiyle var olan bir etkinlik elbette bir ‘meta’ya dönüşüyor. Demek ki tüketilen sanat ürününü belirleyen tüketeni, yani kitap üzerinden düşünürsek, kitabı belirleyen asıl olarak okuyucu. Yine aynı konuya gelmiş bulunuyoruz, iyi okur olmadan, iyi okur yaratılmadan iyi kitaplar yazılamaz. Tabi böyle söyleyince kulağa çok hoş gelmiyor, ben de biraz abartarak söyledim ki kışkırtıcı olsun. Kitap öyle bir metadır ki, yazan kadar okuyan da kitaba yeni anlamlar yükler demek daha doğru olur. Kitaptan bir alıntı daha yapayım ve bu sorunun cevabını bitireyim; “Kitabın okura hazır olması kadar, okurun da okuyacağı kitaba hazır olması gerekir.”
“Okumak emek ve birikim ister”
Okumak neden yazmaktan daha entelektüel bir çabadır?
Bu konu da “Kitap okumak eğlenceli midir?” sorusu üzerinden uzun uzun kitabımda tartışılıyor. Okumak emek ve birikim isteyen bir eylemdir. Okumak yeniden hem kendi içinde hem de diğer insanlarla tartışma olanağı sağlar. İyi okuyucu en az yazar kadar kitaba yeni anlam katar. Bu da bir emek ve birikim gerektirir.
Kitap çok fazla alıntı içeriyor, bu okuyan için bir zorluk yaratmıyor mu?
Bertolt Brecht, bütün ömrü boyunca yazdığı küçük öykülerini bir kitapta toplamıştı: Bay Keuner’in Öyküleri, oradan bir öykü paylaşmak istiyorum.
“Günümüzde…” diye yakındı Bay K. “Tek başlarına çok büyük kitaplar yazabilecekleriyle açıkça övünen sayısız insan var ve bu, genelde onaylanıyor. Çin filozofu Çuang Çi, daha yaşlılığa uzak olduğu bir dönemde, onda dokuzu alıntılardan oluşma, yüz bin sözcüklük bir kitap yazmıştı. Gereken ruh olmadığından, böyle kitaplar artık yazılamıyor. Bundan ötürü herkes düşüncelerini kendi işliğinde üretiyor ve bu yolla yeterince üretemeyen kendini tembel sanıyor.
O zaman doğal olarak ne başkasından alınabilecek bir düşünce ne de herhangi bir düşünceye ilişkin alıntılanabilecek bir dile getirme biçimi bulunabiliyor. Böyleleri, çalışabilmek için ne kadar az şeye gereksiniyorlar. Bir mürekkepli kalem ve biraz kâğıtla yetinebiliyorlar. Ve kulübelerini hiçbir yardım almaksızın, yalnızca tek bir insanın kollarıyla taşıyabileceği yoksul malzemeyle kuruyorlar. Tek bir insanın kurabileceğinden daha büyük yapıları ise tanımıyorlar!”
“Çağımızın hastalığı Narsisizm” adlı bir makalem var. Her çağ kendi hastalığını yaratır. Çağımızın hastalığı da narsisizm. Aşırı bireyselleşen insanlık, bütün tarihsel birikimini reddeder duruma gelmiş bulunuyor. Kitapta ismini buradan alıyor zaten, İNSAN BİRİKİMDİR. “Cehalet sadece bilmemek değildir. Cehaletin daha tehlikeli hali, her şeyin kendiyle başladığına inanmaktır.” Cahiliye dönemini yaşıyoruz. Cahiliye döneminden çıkmanın yollarından bir tanesi de bizden önceki tüm insanlığın birikimini tekrar içimizde hissetmek. Çağımız sahtekârlıklar çağı, sahtekârlık içerisinde yoğun olarak yalanı ve aynı zamanda taklitçiliği de barındırır. Çoğu insan sanki kendisininmiş gibi, bir öncekine taklalar attırarak üretim yapabiliyor. Üretim ise kendisinden öncekine bir tuğla eklemektir. Gordon Childe’nin çok meşhur ama bir o kadar da önemli kitabı “Kendini Yaratan İnsan” şu cümleyle biter. “İnsanı yaratan, insandır.” Bu kitap birikimlere sahip çıkma kitabıdır. O yüzden de çok fazla alıntı olması normaldir.