Can Batukan’ın
Altıkırkbeş Yayın‘dan çıkan kitabı “
Anima-lizm: İnsan, Hayvan ve Bitkilerde Ruh Üzerine“, uzun zamandır düşünmekten kafamı, ümitsizlikten de aklımı yorduğum kimi sorunları içeren, temelde bir felsefe kitabı olmakla birlikte konuların özgün dizilimi ile aynı zamanda bir manifesto, bir bildiri niteliğine de sahip. (Bu arada
GoodReads’e kendi ellerimle ekledim, okuduğunuzda puan vermeyi ihmal etmeyin.)
Eşref-i mahlukat iddiasında olan insan türünün milenyumun ikinci on yılında gezegeni ve medeniyeti ne hale getirdiği malum. Çevrecilik ve hayvan hakları gibi konuların “teneke tava” havasında görüldüğü bizimki gibi üçüncü dünya ülkelerinde bunların birer hobi, politik görüş yahut sosyal aktiviteden, hatta iyilik/yardımseverlik gibi etik kavramlardan bile fazlası olduklarını; birer varoluşsal ve hatta ilahi meseleler olduklarını anlatmak ne kadar zor.
Yakın zamanda sosyal medyada ve haberlerde gördüğümüz, kafesine düşen çocuğu kurtarmak için gorilin öldürülmesi olayı tartışılırken, gorilin o hapishanede ne işi olduğunu sorgulamayı bile aklından geçirmeyen bir çoğunluktan bahsederken Can Batukan’ın kitabında ele aldığı “İnsan, Hayvan ve Bitkilerde Ruh” konusunu neresinden tutup yığınlara nasıl iletmek gerek, düşündürücü.
Batukan, sıkı bir felsefi altyapıyla Deleuze, Heidegger, Derrida, Nietzsche, Uexküll gibi, konunun göbeğinden yahut çerçevesinden çalışmalar yapmış filozoflara atıfta bulunarak anlatıyor konuyu. 9 kısa bölümlük kitabın içerisinde, alışılagelmiş felsefe kitaplarının dilini ve anlatım özelliklerini gördüğümüz kısımlar hem çok az, hem de anlaşılmazlıktan, yoruculuktan çok uzak.
Kitapta; insan, hayvan ve bitkilerde ruhun olup olmadığı sorusuna cevap verilme çabası söz konusu değil; ancak bunu “cevap verilmiyor” olarak da yorumlamayalım. Sordurduğu soruların yanında, verdiği cevaplar ikinci planda benim gözümde. Yoksa kitabın verdiği çözüm, adında yatıyor: “Animalizm”; detayı için kitabı okumalısınız. Felsefenin en temel yönteminin soru sordurmak olduğunu düşünürsek, Batukan’ın bir yanıyla eleştirel ve manifesto-yazar tavrı ile yeni sorular sormanın ötesine geçip, insan olmanın gurur duyulacak yanlarını sorgulamaya başlıyorsunuz.
Üzerinde durulabilecek tüm noktalarının ötesinde “Anima-lizm“in en önemli özelliği doğadaki hiçbir unsuru bir diğerinin üzerinde tutmayan, tüm yönleriyle birbirlerinden üstün yahut alçak olmadıklarını anlatması. Bu yönüyle kitabın felsefi kısımlarını bir tarafa koyup, bu gerçeği, yani birbirimizden üstün olmadığımız gerçeğini sık sık hatırlamak için elimizin altında olması gerekiyor.
Ve bundan çok daha önemli bir noktayı hatırlatıyor kitap: Aktivizm, vejeteryanlık, veganizm, pasif çevrecilik yahut çevreci anarşizm, hayvanseverlik… gibi uzayıp giden ve her biri kendi teorik doktrinlerini sunsalar da hepsi bir araya geldiğinde bugünün zaten kafası karışık insanının karşısına en az bir dinler tarihi kadar soru işareti ile karmaşa çıkaran düşünce akımları, bir yanıyla da moda haline getirilerek savaşması gereken asıl hedefin, kapitalizmin ve emperyalizmin birer enstrümanı haline geliyorlar. Bu ifademle bu yaklaşımların hiçbirini küçümsüyor değilim; Batukan’ın kitabının anımsattığı daha temel bir noktaya ulaşmaya çalışıyorum. Et veya hayvansal ürünlerin hiçbirini tüketmemeyi, daha az elektrik kullanmayı, paketli ürünleri satın almamayı, doğada çözünmeyen maddeleri kullanmayı tercih etmenin veya etmemenin ötesinde, “Anima-lizm”in yüzümüze vurduğu asıl gerçek şu: İnsanın, doğadaki en güçlü ve en akıllı varlık olmasının anlamı…
İnsanın, kendi gücüyle ilişkisi ve ona yaklaşımı, aslında doğaya yaklaşımının ta kendisi. Kendi gücünü kibirle sıvadığında, işte tam olarak bugünün yokuş aşağı giden medeniyeti ve dünyası çıkıyor ortaya. Hem kendi türüne, hem doğadaki tüm türlere uyguladığı şiddet ve zulüm karşısında Batukan, kitabındaki bahsini ettiğim “manifesto” parçalarında en saf ve en unutulmuş bilgiyi veriyor: İnsanın gücü, onun bu gezegendeki sorumluluğunun dinamosu olmalı… Bu güçle gezegeni ve üzerindekileri yakıp yıkmak yerine onları kanadı altına almalı…
Kitap bittiğinde, benim de şu an bu yazıyı bitirmek üzereyken olduğum gibi kafanızda dolanan şey de tam olarak bu bilgi ve onun eleştirisi oluyor: İnsanın aklı ve gücü, dünyadan sorumlu olduğunun bir işareti mi yoksa kendine anlam yüklediği için mi böyleymiş gibi geliyor? İkincisini seçtiğimizde, bir anlamda insandaki potansiyel kötülüğü meşru kılmanın kapısı açılabilir. Fakat ilkinde ise bunu gerçekliğe uygulayamamış olması, insanın “yaratılmışların en şereflisi” olduğu bilgisini temelinden sarsıyor.
Felsefe kitaplarından hoşlanmıyorsanız, sadece Koko isimli, 1000’e yakın işaret dilini öğrenerek insanlarla ortak bir dil kurmayı başaran gorilin bahsedildiği son kısmı okumaya bile değer kitap. Koko’nun mesajı çok yalın ve net…
Tanıtım Metni:
Son olarak Cogito: “Felsefede Hayvan Sorusu” ve “Gilles Deleuze: Ortadan Başlamak” çalışmalarındaki değerli imzasıyla bildiğimiz, Can Batukan’dan harika bir başlangıç:
Dünyanın herhangi bir yerinde hiç uğruna ağaçlar kesildiğinde, hayvanlara zarar verildiğinde her birimiz aynı duygularla oraya koşmayı istedik. Bunu sadece siyasi görüşlerimize bağlı olarak yapmadık. Birbirini hiç tanımayan, farklı partilerden (ya da siyasi görüşü dahi olmayan) milyonlar olarak, sayısız örnekte sokaklarda yan yana durduk. Din, dil, mezhep, ırk, politika farkı olmaksızın hepimizi birleştiren tek bir şey vardı: Doğa’nın parçası olmak, ruha sahip olmak.
Sokrates öncesi filozoflardan Aristoteles’e, Tektanrılı dinlere, Descartes’tan Spinoza’ya, Leibniz’e, Heidegger’den Merleau-Ponty’e, Derrida’ya ve Deleuze’e dek bu izleği okumak mümkündür. Varolan her canlıyı bir araya getiren ortak nokta “anima”dır.
Bu kitap insanlarda, hayvanlarda ve bitkilerde ruh meselesini ele alıyor. Mesele üç-beş ağaç değil, tüm Varlık, tüm canlılar, Kâinat ve tüm İnsanlıktır. Mesele yaşama sahip olan en küçük varolan için dahi bu sorumluluğu üstlenebilmektir. Bu sorumluluğu üstlenmeliyiz!
Animalite bu nedenle içinde bulunduğumuz çağın meselesidir. Animalite insanın felsefi varoluşunu Kâinatın yapısına uygun olarak yeniden tanımlayacağı bir devrimin habercisidir.
Can Batukan Galatasaray Üniversitesi Felsefe Bölümünde Doktorasını tamamlamıştır. Felsefede hayvan ruhu, tonalite, robotlar, doğal ile yapay, yokoluş ve bilimkurgu üzerine düşünmektedir. Çağdaş Batı Düşüncesi, Antik Yunan, Doğu Felsefeleri, Şamanizm ve İnsanlık Tarihine ilgi duymaktadır. Anima-lizm’in her yeni baskısında İstanbul’daki hayvan barınaklarına yardımda bulunmayı tasarlamaktadır.
**