theme-sticky-logo-alt
img-alt
img-alt
img-alt
img-alt

Gece Geçen Gemi · Acılardan İlham Alan Bir Hikâye

27 Aralık 2024
137 Okunma

Pınar Eğilmez, yeni romanı Gece Geçen Gemi ile okurlarını insan doğasının karmaşık yollarında unutulmaz bir yolculuğa davet ediyor. Psiko-kurgu olarak tanımladığı yazı diliyle, bireyin kendisiyle temas kurmasına ve derinliklerde saklı duygularını keşfetmesine olanak sağlayan Eğilmez, bu söyleşide romanının yaratım sürecini, karakterlerinin içsel dünyasını ve evrensel acılara dair sarsıcı gözlemlerini bizlerle paylaşıyor. Gece Geçen Gemi, yalnızca bir hikaye değil; aynı zamanda insan ruhuna açılan bir pencere. —Röportaj: Adalet Çavdar

Pınar Eğilmez: “Yalnızca kendi içinde iyileştiğin kadar iyileştirebilirsin.”

Yeni romanınız Gece Geçen Gemi’in ana tohumu ilk ne zaman nasıl atıldı?

Benim dilim akış hızı yüksek bir yapıdadır; yoğun bir trafik gibi düşünebilirsiniz. Bu dil benim imzam gibi bir şey. Yapısal anlamda, kurguda güttüğüm bir amaç var ve bunun yazı dilimi psiko-kurgu olarak tanımlamamla bir bağlantısı bulunuyor. Temelde hedefim, okurun kurgu okuma süreci sayesinde kendisiyle temas etmesini sağlamak. “Tadı damağımda kaldı” hissini ise karakterlerimi üç ayrı roman içinde gezindirerek telafi etmeye çalışıyorum. İlk romanımdaki karakterlere diğer romanlarımda da rastlamak mümkün. Bu anlamda, Gece Geçen Gemi romanımın tohumu, ilk romanım Uçan Tabut’a dayanıyor.

Romanınızdaki karakterlerin her biri kendi dengesini bulmaya ve o dengede kalmaya çalışıyor. Aynı zamanda “ziyan olmak” üzerinde duruyorsunuz. İnsan kendini dengede tutmak ya da ziyan etmemek için ne yapmalı, sizin çıkış yollarınız neler?

Hayat delik deşik bir gömlek gibidir. Dengede kalmak, sadece bize uygun olan yırtığı bulmaktır. Kendimize ait o yırtığı bulduğumuzda, dünyaya olmaya geldiğimiz kişi oluruz. Ancak, bu yolculuk sabır ve azim gerektirir. Yeter ki bu gömleğe zeval gelmesin. Ben ise, tüm bu yolculukta dengemi koruyabilmek için sabretmeye çalışıyorum. Çünkü hem değişmeden kalmam, hem de değişik olanı aramam gerekiyor. Sorunuzun diğer kısmına gelirsek, kitapta da geçen, aileleri tarafından sevilmemiş ya da çarpık bir sevgi görmüş insanların yetişkinlik dönemlerinde, tüm iyi niyetli çabalarına rağmen ilişkilerini nasıl ziyan ettiklerine dair bir başka paradoksla karşılaşıyoruz. İlişki problemleri, sadece kendimizle, kendi geçmişimizle ya da tutumlarımızla tek başımıza çalışarak iyileşmiyor. Bu tür problemler, yine bir ilişki içinde, başka bir insanla kurulan bağ sayesinde iyileşiyor. Kendimizle yüzleşmek ve bu edinimleri paylaşacak bir bağ kurmak gerekiyor.

İnsanların acılarını da doğdukları yerler şekillendiriyor. Ve bizden olmayanı anlamamız pek mümkün olmuyor. Romanınızda yer alan heykeltıraş Mehmet’le Cihan’ın arasındaki ilişki de biraz böyle. Cihan’la Cihan’ı kaybedene kadar yeterli duygusal bağı kuramıyor Mehmet. Bu dönemin duygularından korkan insanlarını nasıl görüyorsunuz?

Duygularından korkmuyorlar aslında; sadece kopuklar. Duyguları hakkında hiçbir fikirleri yok. Ancak bu, duyguları olmadığı anlamına gelmez. Mehmet de tam olarak böyle birisi. Cihan’a olan duyguları yüzeye çıkamadığı için, kendi hislerinin farkında bile değil. Mehmet, kendi coğrafyasının tutumlarıyla şekillenirken, Cihan duygusal ve zihinsel açıdan çok farklı bir yerde. Mehmet, Cihan’la empati kurabilmekten uzak. Bu durumun farkında olan Cihan, Mehmet’i adeta kendisinden korumaya çalışıyor.

İnsanın kendiyle kuramadığı duygusal bağı başkasıyla kurması nasıl mümkün? Ya da daha klişe tabirler sevgi, aşk iyileştirir mi, yeter mi?

İnsan, kendisiyle kurabildiği bağ ölçüsünde başkalarıyla da bağ kurabilir. Ne eksik ne fazla. Bir başka deyişle, kendini sevmeyen bir başkasını da sevemez. Kendini hırpaladığı kadar başkalarını hırpalar; kendini hoş gördüğü ölçüde bir başkasına da hoşgörü gösterebilir. Sevgi ya da aşk iyileştirir mi? Evet, ama yalnızca kendi içinde iyileştiğin kadar iyileştirebilirsin.

Bu romanın ana tohumunun ne olduğunu sormuştum birkaç soru evvel peki bu tohumu nasıl beslediniz, çalışma süreciniz nasıldı?

Tohumum, “Bir gözlemci yoksa acı yok mudur?” sorusuydu. Günlük hayatta, bize ait olmayan çok fazla acıya şahit oluyoruz. Tepkilerimiz kısa sürüyor, çünkü hayatımıza devam etmek zorundayız. Ancak, tekil bir acıya tepki vermek her ne kadar insani bir refleks olsa da, bizi olayların bütününe körleştiriyor. Sanki bir orkestra şefi tarafından yönetiliyoruz: “Yaylılar, şimdi siz bağırın; piyano, şimdi sen ses ver,” diyor sanki. Bu durum olurken olan olmaya devam ediyor. Kitabımı yazarken bu konular üzerinde çokça düşündüm. Peki, asıl mesele tepki vermek mi? “Bir gözlemci yoksa acı yok mudur?” sorusuna cevabım ise kurgu boyunca şu şekilde şekillendi: Evet, vardır. Vardı. Sen görmezken yaşanan acıların her biri, gece geçen bir gemi gibi… Yazı dilimi psiko-kurgu olarak tanımlayan bir yazar olarak, amacım bu acılar üzerinden okurun kendi acısıyla temas etmesini sağlamaktı. Çünkü insan, kendi acısıyla temas etmeden ve onu sağaltmadan, dışarıdaki hiçbir acıya gerçek anlamda merhem olamaz. Aksi halde, sadece anlık yüksek tepkiler verir ve ardından sönümlenirsin. Bunun ise kimseye bir faydası yok.


Gece Geçen Gemi ·: Pınar Eğilmez’den Duygusal Bir Yolculuk!

Pınar Eğilmez’in merakla beklenen üçüncü romanı, Gece Geçen Gemi, okuyucuyu gerek eser içinde gerekse kendi içinde ters köşelere savuracak bir psiko-kurgu. Yazar, okurlarını; karakterlerin ruhsal dönüşümlerine şahit ederken, kitabı bitirdiklerinde kendi evrenlerindeki öznel değişimi de fark etmeye davet ediyor.

Pınar Eğilmez’in kaleme aldığı eser; platonik aşk, aile içi travmalar, zihinsel problemler, sanat evsizlik, göç gibi evrensel temaları, okura; baştan sona aksiyon hızını hiç düşürmeden aktarıyor.

“Gece Geçen Gemi” Karakarga Yayınları etiketiyle raflardaki yerini aldı. 

Arka Kapak Yazısı:

Bazen başımıza pat diye gelenleri, apansız öğrendiklerimize bölsek; bölüm hayret, kalan aşk. İstanbul, Atina, Kuzey Afrika. Dört benzemez karakter, dört benzemez aşk.

Bir eliyle boğduğu için diğer eliyle helva dağıtanlar, sevdiğini yumuşak karnında saklayanlar, bir yere kök salamayınca kökünü kendi içine salanlar, kapıları içeriden kilitleyenler, yarasının üstüne beton dökenler, tüm hak edenlerin kurtuluşa kavuştuğunu sananlar, dümdüz ziyan olanlar, kendini yekten bilmeyen adamlar, namuslarını değil dengelerini korumak için yaşayan kadınlar, büyük bir gürültüyle birbirinden kopan kıtalar ve gerilla deniz kızları…

Çünkü hiçbir şey uzun süre görmezden gelinen acılardan daha güçlü değil.
Çünkü bütün cinayetler kazayla ve isteyerek işlenir.

 Pınar Eğilmez’in usta ve akıcı kaleminden şehirli insanın yüzüne çarpmayı bekleyen gerçekler enfes bir kurgunun içine gizlenmiş olarak sizi bekliyor. –Kaan Sekban

 Bir insanın aile mirası bazen sadece travmaları olabilir. Pınar Eğilmez’in kalemi sayesinde bir çöküşü bile gülümseyerek okuyacaksınız. – Sinem Sal

Yorum 0

    Cevapla

    15 49.0138 8.38624 arrow 0 bullet 0 4000 1 0 horizontal https://kalemkahveklavye.com 300 4000 1