Felsefe profesörü olan Örsan K. Öymen’i felsefeye ve siyasete dair muhtelif mecralardaki yazıları ve TV programlarından tanıyoruz. Daha önce Hume, Tanrı Var mıdır?, Varlık ve Kuşku, Felsefe Yazıları adlarına sahip dört kitabı okurla buluşan Örsan K. Öymen, bu sefer bir romanla karşımızda: Karanlıktan Yağan Kar, Destek Yayınları’ndan çıktı.
Karakterleriyle, olay örgüsüyle bir romanla karşı karşıya olsak da Örsan K. Öymen’in alanı olan felsefeden bağımsız bir kurgu değil beklendiği üzere. Yazar, “Romanlar için genellikle önsöz yazılmaz. Ancak bu romanla ilgili kısa bir açıklama yapmak gerekecek,” ifadeleriyle başladığı önsözde, eserin 28 yıllık bir gecikmeyle yayımlandığını, 1985-1991 yıllar arasında zaman buldukça ve içinden geldikçe üzerinde çalıştığını belirtiyor ve “Gençlik döneminde biraz da kendinle dertleşmek ve yalnızlığımdam kurtulmak amacıyla” yazdığını da ekliyor.
Bu ifade, eseri daha iyi tanımamız için önemli. Zira ana karakterimiz Yaşat’ın gerek kendi içinde, gerek diğer karakterlerle diyaloglarında, uzun sohbetlerinde bu dertleşmenin izlerini görsek de herhangi bir olay örgüsünden ve akışından bağımsız olduğunu düşünmek de yanlış olur. Karanlıktan Yağan Kar, anlatıcının hezeyanlarından ibaret olan anlatılardan farklı: Sorgulamalar, çatışmalar, durumları ve olayları anlamlandırma çabası, felsefe ile edebiyatı birbirine yaklaştırıyor, ortak bir gölge yaratıp okuru bu gölgeye çağırıyor.
Peki neyle ilgili bu sorgulamalar? Anlatıcının, romanın, dolayısıyla yazarın aklına takılan belli bir şey mi? Her ne kadar felsefi olarak bu sorunun cevabına “varolmanın kendisi” gibi bir cevap verme müsaitliğimiz varsa da bu genel başlıkla sınırlandırmak da doğru olmayacaktır. Varoluş sıkıntısının ve yabancılaşmanın ekseninde döndüğünü söylemek mümkün, belki de bu yüzden anlatıcı Yaşat’ın en çok diyaloğa girdiği yakın arkadaşı olan Sartur’un adının, Sartre’a bir gönderme olarak düşünüldüğü izlenimi doğuyor. Sartur’un loş silüetinde bir anlamda Sartre’la, onun temsil ettiği felsefi ve varoluşsal tavırla, kafa yorduğu gerek içsel gerek dış dünyayla ilgili çatışmalarla muhatap oluyoruz. Tabii bir yandan da yazarın çatışmalarıyla.
Diyalog yönteminin romana uyarlanmış halini de görüyoruz dolayısıyla. Romana buram buram sinen felsefeyi belki de en çok bu diyaloglar sayesinde, karakterlerin birbirine sordukları, kimi zaman bir boşluğa açılan kimi zaman da ikna olmaya yakın bir sessizliğe varan cevapları, bir romanın yanı sıra bir felsefe kitabı da okumamızı sağlıyor. Sorular sorularla birleşiyor ve bir kitabın yapması gerektiği gibi, kitap bittiğinde yeni sorular bırakıyor bize.
Yaşat’ın karakterinde kalabalıklardan bir soyutlanışı ama aynı zamanda bu soyutlanışın getirdiği daha berrak bir toplumsal sorgulayışı görüyoruz. Haz, cinsellik, ahlak, anlamsızlık, ölüm, yaşam, sistem, can sıkıntısı ve iç sıkıntısı bir araya geliyor, bir “delilik” imgesinin gölgesinde ve karakterlerin ilişkileri çerçevesinde okura aktarılıyor. Delilik imgesinden burada bahsetmiş olmamız yanıltmasın; aslında daha en baştan beri kahramanın aklında o: Çünkü bu içsel sıkıntının, bunca içinden çıkılmaz sorunun varacağı nihai noktanın delilik olup olmadığı yine karakterler üzerinden sorgulanıyor.
Karanlıktan Yağan Kar, başta belirtildiği gibi, yazarın gençlik döneminde yazdığı bir kitap olması sebebiyle otobiyografik bir metin gibi görülmesini yanı sıra ve bundan daha önemli olarak, 1985-1991 yıllarında Türkiye’de yaşayan bir gencin de iç dünyasını anlamak ve bugünle benzerliklerini/farklılıklarını kurmak açısından dikkat çekici bir metin. Özellikle felsefeye, uzun sorgulamalar içeren metinlere ilgisi olanlar için.