Büyük şair Can Yücel’e, Can Yücel şiirleri, sanatı ve şairin dünyaya bakışına dair yeni, taze bir bakış açısından bir inceleme. Duygu Altın’ın kaleminden…
Mekânım Datça
Datça yolu çok güzeldir. Marmaris’ten sonra sizi daha bakir, daha yeşil, daha doğanın içinde bir yol taşır oraya. Ağaçların yeşilliği içinde akarken, huzuru kendi saf ve dingin doğasında yaşayan tabiata açılır kalpler, gözler. İçinizde bir his bilir ki, çok ama çok güzel bir yere çıkacak bu yol; Datça’ya.
Kendine has ruhu, sakinliği ve henüz kalabalıkların tahribatından (bir anda meşhur olup hunharca tahrip edilen diğer tatil beldelerinin aksine) uzak haliyle, tatlı bir atmosferi içinde yaşamaya devam ediyor mekan. Tabii, Datça denince de akla ilk gelen isim: Can Yücel.
Şairin, “Her edebiyatçının bir kenti olmalı, o kenti yüceltmeli. Datça böyle bir sevdalanmanın yeridir artık,” cümlesiyle şair ve mekan bir birleşime doğru gidiyor adeta.
Evi, zamanın durduğu yerlerden biri olan eski Datça’da yer alıyor. Kalabalıklar sıcak bir günde, koylarda denize girerken, eski Datça güneşin altında sere serpe, sakin sakin yatmakta. Ne de olsa burası Yücel’in mekânı burası Can mekanı.
Kendi içinde zamanı ve dinginliği olan bu yerde Can Yücel’in kapısı belli. Eşi ve kızı Su’yun yaşamaya devam ettikleri bu bahçeli evin kapısı, şair hakkında bilgi, dergi kapakları vb. şeylerle süslenmiş; ama ufak bir yazı da dikkat çekiyor kapının üzerinde: ev sakinlerinin yaşamlarına duyulması istenen saygıyla evin müze olmadığına dair bir yazı var. Kapının önünde öz çekim yapmak, resmi bir de sosyal medaya koymak şart tabii de, Can Yücel bu manzarayı görse ne derdi: Ben tahmin ettim ve dedim ki: “Es gidin, başka yerde çekinin resminizi.”
Şair Mezarı Kıranların Ülkesi
Yücel, soy ismi Cumhuriyet tarihinin önünde sağlam bir kaya gibi durur. Tek Parti döneminin kültür yapıcı aydınlarından biri olan Hasan Âli Yücel’in çocuğu olmanın nasıl bir duygu olacağı beni hep düşündürmüştür. Bugün basılmaya ve okunmaya devam eden Batı klasiklerini dilimize ilk çevirttiren aydın, bürokratik düzeyi üst düzey bir babanın oğlu olan Can Yücel, kültürü, Batı dilini (Almanca ve İngilizce), sanat sevgisi gibi parayla satın alınmayacak her değeri Hasan Âli Yücel’den almış olabilir; ama babasının imtiyazı sayesinde mevkiyi, malı-mülkü, şöhreti ve rahat yaşamı almadığı kesin!
DTCF Filoloji bölümünde Almanca ve daha sonra Cambrigde eğitim hayatı devam eder. Şairin, Bülent ve Rahşan Ecevit ile de arkadaşlık ettiği ve zor şartlarda okuduğu bir dönemdir. Diplomayı alamaz, 1953’te Kore’de askerlik yapar. Dönüşte işsiz kalır ve babasının yardımıyla Devlet Su İşleri’nde tercüman olarak çalışmaya başlar.
Bu dönemde Süleyman Demirel bu kurumun başındadır ve Can Yücel’e dolgun bir maaşla iki yıl çevirmenlik işi verir. Bundan sonra şair BBC spikerliğinden, turist rehberliğine kadar çeşitli işlerde çalışır ve mekânına, Datça’ya yerleşerek, 1999’da yaşama veda eder.
2011 yılında şairin mezarına bir saldırı gerçekleşmiş; mezarına ölümünü anma töreninde şarap dökülmesinin ardından bu olay yaşanmıştı. Tezer Özlü’nün bir sözü geliyor akla hemen: “Burası bizi öldürmek isteyenlerin ülkesi.” Ben de değiştirerek diyorum ki “Burası şair mezarı kıranların ülkesi.”
Baktım seyyarelerinize, taksilerinize, cep defterlerinize/ sizde beş paralık aşk yokmuş/ sıçmışım ortalık yerinize/kıçımın fosforuyla aydınlanın siz/ hoşçakalın boş çakallar.
(Tuhaf Dergisi, Ağustos 2018, Can Yücel On Binlerce Yıl Yaşayacak)
Can’ca Şiir · Can Yücel Şiirleri
Can Yücel ilk şiirini on üç yaşındayken yazar. Edebiyata her zaman meraklı olan şair, lise yıllarında Nâzım Hikmet şiiriyle tanışır. Ayrıca bu dönem onun Batı eserlerini ve klasikleri okumaya başladığı dönemdir ve Cevdet Kudret edebiyat öğretmenidir. Üniversitede Almanca öğrenerek bilgi birikimini genişletir. Her zaman yazı ile iç içe olan şair, ömrünün sonuna kadar üretken bir şair-çevirmen olmuştur.
Can Yücel şiirleri Divan edebiyatı, halk edebiyatı, Batı edebiyatından beslenerek geniş bir yelpazeye yayılır.
Şairin şiirleri yaşımından ayrı düşünülemez; şiir her zaman şairin hayatının içinde olmuştur. Yani denilebilir ki şiiri hayatıdır da. İlk eserlerinde Garip akımının etkisi görülmektedir. 1950 ve 1970 yıllarındaki şiirlerini kapsayan “Sevgi Duvarı” adlı kitabında siyasi yönü ağır basan şiirler yazar ve ironik bir üslûp geliştirir. 1974’te yazdığı “Bir Siyasinin Şiirleri” adlı kitabıyla geniş kitlerlerce okunur. 1980’de “Rengâhenk” kitabı yayımlanır. 1993 yılında “Güle Güle”, “Seslerin Sessizliği” adlı şiir kitapları çıkar.
Garip etkisinde başlayan, İkinci Yeni’nin imgelerinde deneyimler yaşayan, toplumcu söylemden geçen, ama kendi sesini bulan bir şiirdir şairin dizeleri. Can’ca bir söylemdir kısacası. Okuduğunuzda altında ismi olmasa da, size “Bu Can şiiri” dedirtir.
Babası ne kadar “devlet adamı”ysa, Can Yücel de bir o kadar “devletten uzak” şairdir. Hatta babasının savunduğu değerlerin karşısında yer alan, sanatında sık sık Can’ca ironiye başvurarak bu değerleri sorgulayan, karşı-duruş oğuldur.
Nazım ve Metin Eloğlu’ndan akan şiiri, taklitten uzak bir yatak bulmuştur.
Can Yücel demek argo demek, ağız dolusu küfür de demektir. Çünkü o, edebiyatın “Can Babası” olmuştur. Fakat bu söylem, yatay ve sığ değil, tam tersine dik ve derindir. Babası dolayısıyla devletin tam de içinde doğan şair, devletle kuşatılmış şair, kullandığı argo ile resmi dile karşı çıkış sergiler. Ayrıca edebiyatın hayatı anlatma çabasına karşı izole edilmiş duvarlarına, resmileştirilmesine de karşı çıkıştır bu. Hayat gibi capcanlı bir şey elde etmek ister Can Yücel şiirlerinde. Tüm renkler akıp giderken dizelerinden argoyu, küfürü izole edip, kendi sansürcüsü olmaz; tersine yaşamla sarmaş dolaş, sımsıkı olacaksa, tüm bu açık-saçık söylemleri kucaklar. Yalnızlık sidikli kontes olur, aydınlanma kıçının fosforu. Evet, onun şiirinde vardır bu söylem ama, Can Yücel demek sadece argo, küfür demek değil. Bakın şu dizelere:
Cıvıl cıvıldı gözleri/ Yeni Dağılmış bir ilkokul gibi
( Sevgi Duvarı, s. 24, Bir Numaralı Halk Düşmanı)
Yaşamak düğünse/ sen orda gelindin
Seni soydum, Güler, dünyayı giyindim (Sevgi Duvarı, s. 50, Öyle Bi…)
Eski terlikler gibi bakıyor insanın yüzüne
( Sevgi Duvarı, s. 24, Bir Numaralı Halk Düşmanı)
Martılar ki sokak çocuklarıdır denizin
(Rengâhenk, s.8, Martılar Ki…)
Sen gideli / sağır-dilsiz okulunda öğretmenim ben
(Sevgi Duvarı, s.22, Caponcadan)
Biliyorum suçluyum razıyım cezama/
Çalmadım öldürmedim ama/
Daha kötüsünü yaptım/
N’aptım biliyor musun Reis Bey
Tuttum İnsanları sevdim
(Sevgi Duvarı, s. 24, Bir Numaralı Halk Düşmanı)
Öyle parçalandım ki ömrümde
Sevgiyle öfke arasında,
Sevgimi öfke vurdu
Öfkemi sevgi kaçırdı
İçim parçalandı arada
( Sevgi Duvarı, s.107, Sevgili Gençlik)
Sen hep böyle güneşli yalanlar söyle
Ben toplarım parçalarını (Sevgi Duvarı, s.67, Danton’un Çaydanlığı)
Başımın üstünde şemsiye
Yerde yapraklar
Fısıltılar akıyordu ayaklarımın arasından
Kapattım şemsiyeyi bir yıldız düştü ( Seslerin Sessizliği, s.82, I.)
Can Yücel şiirleri okuruna hikâyeler sunar. Dili çok açık, akıcı ve renklidir. Yaşamı barındıran bu şiirler, hayatın çok farklı kesimlerinde, farklı kişilerde gezinir. Kapalı kalmaz bu dil, tam tersine insan hikâyelerine açılır. Şiirleri yaşamından ayrı değildir demiştik; birçok şiirinin sevdiklerine olması, sevdiklerinin ardından olması bu tespitin güzel bir örneği.
Çocuklar girer onun şiirine, doğa, çamaşırcı kız, kuşlar girer; tarih, mitoloji, eleştiri, ses oyunları, ironi ile birleşir her anlattığı. Renklenir, kanatlanır, canlanır dizeleri. Bunlar görülmezse eğer, şairin şiiri de tüm güzelliğiyle ortaya çıkmaz:
(…)
Karşıda bir ütücü dükkanı var
İçerde tıpkı sana benzer bir kız
Ama nasıl hamarat eline çabuk
Öyle özene bezene
Dünyayı düzeltirmişçesine
Susuzlara su ekmeksizlere ekmek
Umutsuzlara umut verirmişçesine
(Sevgi Duvarı adlı şiir kitabında Cehennemin Dibi adlı şiirinden, s.33)
Tabiatı o kadar sever ki, bunu şiirlerini okuyunca hemen anlarsınız. Doğa, hayvanlar, çoğu şiirinde merkezi yere sahiptir. Boşuna değildir yani, şairin o çakallar dediklerinden kaçarak, hatta Yücel olarak da değil; Can olarak yaşamak için Datça’yı bellemesi.
Çok oldunuz be serçeler
Kapatırım şimdi kapıyı
Dedim
Dinlemediler beni
Ben de kapatmadım kapıyı
Varsın dinlemesinler (Serçeleme, Renâhenk, s.18)
Uslu bir hayvan şu ağaç
Kolay değil böyle
Yaprak bir kulübeye bağlı
Gökyüzünün kırıntılarıyla yaşamak (Çoban Havası, Sevgi Duvarı, s.41)
Son Söz
Datça, tüm doğasıyla içime içime, ılık ılık sızarken, Can Baba aklımın hep bir köşesinde, mutluyum. İşte, yukarıda sözü geçen tüm bilgiler, onun muazzam kişiliğinin ufacık bir parçasına dönük. Oysaki her şeyi belli kalıplara sığdırmayı seven zihinlerimiz, onu hep basmakalıp söylemler içinde anmanın dışına çıkamıyor. Edebiyat araştırmacıları bir iki söz söylemekle, Can Yücel’in şiirini anlattıklarını sanıyorlar. Bir şiir, bir dünyayı hatta evreni içeriyor. Şarap, küfür, argo ile yaftalanmış şair, çok daha derinlikli okumaları hak ediyor. Bu yaz hem Datça gezim, hem de Tuhaf dergisinin Ağustos sayısını Can Yücel dosyasına ayırması beni de bu yazıyı yazmaya teşvik etti. Bir yıl önce de, şiirlerini okuyarak, ufak bir çalışma hazırlamıştım. Can Yücel’i akademik bir dille yazarak anlatmak içimden gelmedi. Ben de onun gibi içten olmak istedim. Bu yaz Gümüşlük Akademisi’nde tanıma imkanı bulduğum Latife Tekin’le söz bir şekilde Can Yücel’e geldi ve espiriyle dediki:
“Can Yücel’in yeri boş kaldı. Aslında yerini ben doldurmak isterim ama hem kadınım hem de daha da yaşlanmayı bekliyorum. Böylece bu dünyadan söverek gidebilirim.”
Güler Yücel’den şaire dair iki anı:
(Bu anılar Tuhaf dergisinin Ağustos 17. sayısından Muhsin Topyıldız’ın Güler Yücel röportajından alınmıştır.)
Can Yücel şiirleri için yararlanılan kitaplar:
Sevgi Duvarı (İş Bankası Yayınları, 2016.)
Güle Güle/ Seslerin Sessizliği (İş Bankası Yayınları, 2016)
Rengâhenk (İş Bankası Yayınları, 2015)
Hayatı kısmında, Jale Gülgen Börklü’nün ‘Can Yücel’in hayatı, Edebî çevresi ve Şiirlerinin İncelenmesi‘ adlı doktora tezinden yararlanılmıştır.
Can Yücel Su Gibi Şiiri
Dostlar ırmak gibidir
Kiminin suyu az, kiminin çok
Kiminde elleriniz ıslanır yalnızca
Kiminde ruhunuz yıkanır boydan boya
İnsanlar vardır; üstü nilüferlerle kaplı,
Bulanık bir göl gibi…
Ne kadar uğraşsanız görünmez dibi.
Uzaktan görünümü çekici, aldatıcı
İçine daldığınızda ne kadar yanıltıcı….
Ne zaman ne geleceğini bilemezsiniz;
Sokulmaktan korkarsınız, güvenemezsiniz!
İnsanlar vardır; derin bir okyanus…
İlk anda ürkütür, korkutur sizi.
Derinliklerinde saklıdır gizi,
Daldıkça anlarsınız, daldıkça tanırsınız;
Yanında kendinizi içi boş sanırsınız.
İnsanlar vardır, coşkun bir akarsu…
Yaklaşmaya gelmez, alır sürükler.
Tutunacak yer göstermez beyaz köpükler!
Ne zaman nerede bırakacağı belli olmaz;
Bu tip insanla bir ömür dolmaz.
İnsanlar vardır; sakin akan bir dere…
İnsanı rahatlatır, huzur verir gönüllere.
Yanında olmak başlı başına bir mutluluk.
Sesinde, görüntüsünde tatlı bir durgunluk.
İnsanlar vardır; çeşit çeşit, tip tip.
Her biri başka bir karaktere sahip.
Görmeli, incelemeli, doğruyu bulmalı.
Her şeyden önemlisi insan, insan olmalı…
İnsanlar vardır; berrak, pırıl pırıl bir deniz.
Boşa gitmez ne kadar güvenseniz.
Dibini görürsünüz her şey meydanda.
Korkmadan dalarsınız, sizi sarar bir anda.
İçi dışı birdir çekinme ondan.
Her sözü içtendir, her davranışı candan…
1986 yılında Bursa’da doğdu.Türk Dili ve Edebiyatı bölümünden 2009 yılında Tezer Özlü’nün romanları üzerine yaptığı bir çalışma ile mezun oldu. 2012 yılında Modern Türk edebiyatında yüksek lisans eğitimine başladı; bu dönemde bir süre Paris’te İnstitut National des Langues et Civilisations Orientales’de (İNALCO) Türkoloji bölümünde bulundu. Nedim Gürsel, Timour Muhidine gibi Türk edebiyatı üzerine çalışan yazar ve araştırmacılardan ders aldı. Yüksek lisans eğitimini, Prof. Dr. Yakup Çelik’le yürüttüğü, Fethi Naci’nin eleştiri günlüklerini incelendiği teziyle 2014’te tamamladı. Kocaeli Üniversitesi’nden formasyon eğitimi aldı. Özel bir kurumda edebiyat ve Türkçe öğretmenliğinin ardından, 2016 yılında YTÜ’de Modern Türk Edebiyatı bölümünde doktorasına başladı. 2008 yılında Galapera Sanat Atölyesi’nde Jale Sancak, 2018 yılında Gümüşlük Akademisi’nde Yekta Kopan’la ‘yaratıcı yazarlık’ çalışmasında bulundu. Yazarın Varlık, Arkakapak, Mavimelek, Galapera Fanzin dergilerinde yazıları yayımlandı. Şu anda doktora tezini hazırlamakta ve kendine ait ‘yazıyabeşkala’ isimli blog sitesinde, kitap, söyleşi ve incelemeler kaleme almaya devam etmektedir.