Geçmişte Genel Yayın Yönetmenliği yapmakla birlikte daha çok çocuk kitapları serisi “Şirin”le tanıdığımız Birsen Ekim Özen’le dosya kapsamındaki soruları hem genel çerçevede, hem de çocuk edebiyatı özelinde konuştuk.
Fotoğraf: Star
Türkiye’de editör-yayınevleri ve yazarlar arasındaki ilişkiyi nasıl yorumlarsınız?
Yayınevleri ticari kuruluşlar. Her ne kadar ticaretini yaptıkları iş, paranın arka planda kalmasını gerektirse de hayat onları maddiyatı düşünmek konusunda çok zorluyor.
Yayınevleri çalışanlarıyla birlikte kocaman bir aileye benziyor. Bu ailenin karnını doyurması lazım. Bu yüzden yazar ile yayınevi arasında bir denge kuruluyor. Siz ne kadar iyi yazarsanız yazın, eğer yazdıklarınız okurda yansımasını bulmuyorsa işiniz zor demektir. Yayınevi, yola satmayan yazarla devam edip etmemek konusunda iyice düşünmek zorunda kalıyor.
Bu yüzden yazarla yayınevi arasındaki ilişkinin belirleyicilerinden biri tatsız olsa da satış konusu oluyor.
Güçlü ve kitap çeşidi fazla olan yayıncılar inandıkların yazarların eserlerini çok satmasa da basıyorlar ama bunu her yayıncı yapamıyor.
Editörler maddi işlerden bağımsız gibi görünseler de, satış onların üzerinde de bir baskı oluşturuyor. İyi satan yazar karşısında editör, yazarı kızdırmamak için riskli eleştirilerde bulunmayabiliyor. Bu da kitabın zayıf noktalarından kurtulamadan basılmasına yol açıyor. Bazı kitaplarda bu durumu fark etmiş, editörün müdahale edemediğini hissetmiştim.
Bu durum her yazar için söz konusu değil tabii. Eleştiriye açık yazarla editörler de rahat çalışıyor.
Bunun yanında editörlerin de kaprisleri olabiliyor. Eğer editör ve yazar aynı anlatım şeklinden zevk almıyorlarsa, çalışma uyumları yoksa, arada gerginlik yaşanıyor. Bu yüzden yazara uygun editör belirlemek de yayınevinin profesyonelliğine kalmış durumda. Yoksa editör-yazar çekişmeleri ortaya eser çıkmasını engelleyecek boyuta geliyor.
Eskiden “tek şarkılık popçular” deyimi vardı. Bugün de tek kitaptan sonra kaybolmuş veya kendinden bahsedilmemiş yazarlar var. Bu açıdan artık “yazar yetiştirmek”, “eseri denemek” haline gelmiş olabilir mi?
Bence bunun yanlış bir tarafı yok. Eskiden yeni yazarların şansı azdı. Mutlaka küçük bir yayınevi ile çalışmak ya da kendi kitaplarını bastırmak zorundaydılar. Oysa şimdi yayınevleri onlara da bir şans veriyor. Editörün emin olmadığı bir kitap okurun karşısında şansını deniyor. Eğer tutarsa ne âlâ, tutmazsa başka yazarları denemeye devam ediyorlar. Bu kitaplar edebi değer taşımayan, basıldığı dönemin modasını yansıtan eserler gibi algılanabilir ama bunlardan kalıcı olanlar da çıkacaktır.
Yazarlık ağır bir çalışma temposu gerektiren ve maddi getirisi yüksek olmayan bir alan. Yazmaya ilgi duyanlar ilk kitaplarından sonra motivasyonlarını kaybedebiliyor ve vazgeçiyorlar. Bu da tek kitapla kalmalarına neden olabiliyor.
Güçlü yayınevlerinde deneme işi, yetişkin edebiyatında daha kolay. Oysa çocuk edebiyatı çeşitli mali riskler taşıyor. Bunlardan biri resimleme maliyeti. Satmayacağını düşündüğünüz bir kitaba yüklü masraf yapıp hadi deneyelim demek zor. Bunu çok küçük yayınevleri yapıyor. Çocuk edebiyatına pek önem vermiyor ve herkesin çocuk hikâyeleri yazabileceğini düşünüyorlar. Bu tür yayınevlerinin resimleme maliyetleri de çok düşük. Hatta editörü bile olmayan, yayıncı olduklarını söyleyen ama tüm işleri kâğıt satmak olan kuruluşlar var. Bunlar çocuk kitapları alanında tüm boşlukları dolduruyorlar. Ucuza kitap satıp, ucuz kitap arayışındaki öğretmenler yoluyla satış yapıyorlar. İşte bu acı!
Peki yayınevlerinin yatırım yapmayı/yetiştirmeyi gözettiği yazarların okurun gözündeki karşılığı nasıl oluyor? Bugünün okuru kalıcı olacak yazarı ilk görüşte tanıyor mu yoksa hep sonradan mı geliyor akıl başa?
Bizim okurumuz kendinden emin değil. Bu yüzden çok kararlı eleştirilerde bulunamıyor. Ancak bu konuda yetkin bir insan bir eleştiride ya da olumlu bir yorumda bulunursa o zaman dikkatleri o yöne çekiliyor. Orhan Pamuk’un Yeni Hayat adlı romanını hatırlayalım. Roman o dönemde inanılmaz bir satış rakamına ulaştı. Basit aşk romanları okuyan tanıdıklarımın elinde bile Yeni Hayat görüyordum. Kitaptan ne anladıklarını, nasıl böyle kolayca edebi değeri yüksek bir kitabı zevkle okuduklarını kavrayamamıştım. Yani kitap hakkında çıkan yazılar, okurları çok etkiliyor, anlamasalar bile anlamadım diyecek cesarete de sahip olmadıklarından okumayı deniyorlar ya da okurmuş gibi yapıyorlar.
Ancak okurun sevdiği yazar ne olursa olsun diğerleri arasından zamanla sıyrılıyor. Kendine güzel bir kitle tutturuyor ve kalıcı oluyor.
Bugünün okuru, gelişmekte olan bir okur. Eskiden raflarda duran kitaplar edebi değeri yüksek kitaplardı. Sonra bu seviyede ani bir düşme yaşandı. Nerdeyse herkes kitap yazmaya başladı. Sanıyorum dibe vurduk ve çıkışa geçtik. Okurun zevki gelişme gösteriyor. Bu, genişleyerek yükselecektir.
Bu arada yayınevlerinin arkasında durduğu, öne çıkardığı yazarlar aslında büyük risk de alıyorlar. Klasik bir açıklamadır ama doğrudur; “İyi reklam kötü malı batırır” denir. Sessiz sedasız, tek tük satacak kitap iyi bir reklam kampanyasının ardından aldığı birkaç eleştiriyle okurunu tamamen kaybediyor.
Kendi edebiyat yolculuğunuzu ayrı tutarak yanıtlar mısınız: Yazar-yayıncı ilişkisini domine eden taraf, yayıncının kitabı basma ve ona yatırım yapma kıstaslarına mı yoksa yazarın kendini ve kalemini kabul ettirme başarısına mı daha çok bağlı Türkiye’de?
Bunların ikisini birbirinden ayrı düşünemeyiz. Eser ne kadar iyi olursa olsun dağıtımda ön planda tutulmayan kitabın hele böyle kitap çeşidi konusunda enflasyon yaşanan bir dönemde fark edilip bulunması zor. Sizin diğer kitaplar arasından sıyrılmanız için yayınevinin desteğine ihtiyacınız var. Ancak bu destek sizin kaleminizle de dengelenmeli. Yayınevi sizi tanıtmak için ileri sürse bile kitabınız ilgi çekmiyorsa yapılacak bir şey yok. Bu yüzden başarı iki tarafın beraber çalışmasına bağlı.
Ancak başlangıçta güçlü konumda olan her zaman yayınevi. Her şey onların kararlarına, seçimlerine kalmış durumda.
Yayınevinin yeterli ilgiyi göstermemesi nedeniyle tanıma şansı yakalayamadığımız iyi yazarlar olduğuna eminim. Ancak yeterli çaba sarf etmediği için bir yayıncıya takılıp kalmış, kendisini destekleyecek, değerinin farkına varacak başka bir yayınevi arayışına girmemiş olan, bu yüzden tanıyamadığımız yazarlar da var.
Güç yayınevinin elinde, bu yüzden yapacak bir şey yok denemez. Kapıları aşındırmak, kendini kanıtlamaya çalışmak, hedef kitleye ulaşmak için çabalamak, eseri meydana getirdikten sonra yazarın yapılması gerekenler listesinin başına geçmeli. Birileri benim değerimi anlasın diye bekleyen yazar çok zaman kaybedebilir.
Yayıncı ilişkinin başında kuralları koyan gibi gözükse de yazar güçlendikçe dengeler de değişebilir.
Türkiye’de yayıncılıkta tekel yok. Yazar iyi olduğuna inanıyorsa şansını başka yayıncılarla dener. Zaten yayınevi de ışık gördüğü yazarın başka yayıncılara gitmesini istemediği için yazarlarını iyi gözlemlemeye çalışır.
