İlk öykü kitabı Hadi Gülümse ile 2018’de okur karşısına çıkan, 2021’de Destek Yayınları‘nca yayımlanan Dünya Döner Renkler Kalır ile 77. Yunus Nadi Ödülleri’nde roman dalının kazananı olan Belgin Bıyıkoğlu’yla romanını ve edebiyatını konuştuk.
Belgin Hanım, hoş geldiniz. Hem Dünya Döner Renkler Kalır’ı hem de Yunus Nadi Ödülü’nü bir kez daha tebrik etmek isteriz. Romanınız muteber bir jüri tarafından 106 eser arasından seçildi. Yazarın eseriyle ilişkisi her aşamasında farklı şekillerde sancılıdır. Sizin eserinizle ilişkinizde ödül öncesi ve sonrası arasında değişen bir şeyler oldu mu?
Merhaba, hoş buldum, teşekkür ederim. Çok fazla değişen bir şey olmadı. Birkaç gün önce yine bir röportaj için soruları cevaplarken; yazma tutkumun ne zaman başladığı sorulduğunda, gerek çok küçükten yazmaya meylettiğim zamanlarda, gerekse yavaş yavaş öykülerimi oluşturmaya başladığım zamanlardan, Dünya Döner Renkler Kalır’a kadar geçen süreçte beni yazmaya iten şeyin heves olduğunu; esas tutkunun Dünya Döner Renkler Kalır’ın yazım süreciyle birlikte başladığını anladım. Dolayısıyla benim için zaten çok değerliydi ve ilişkimizde değişen bir şey olmadı. Şu anda da aynı aşkla onun tersten devam romanını yazıyorum. Ama tabii ki bu ödül beni çok mutlu etti, hatta ağlayacak kadar mutlu etti. Önümde farklı kapıların açılacağını, güzel şeyler olacağını hissediyorum.
Romanınız hem “ne anlattığı” hem de “nasıl anlattığı” açılarından katmanlı dinamiklerle sahip. İlkinden başlayalım: Bir yandan renkler-duygular arasında bir ilişki kuruyorsunuz bir yandan da ülke gerçekliğinin bir ucuna dokunan bir hikâyeyi sunuyorsunuz. Tüm bunları bir araya getirme fikri nasıl çıktı?
Okumayı öğrendiğim zamanlardan beri okuyorum. Romanımın çok katmanlı olmasında; farklı yazarlar, farklı konular okumanın kazandırdığı bakış açısının yanı sıra; çalışma yaşamından kazandığım bütünü görme, parçalayıp ayrıntıları inceleme ve tekrar bütüne dönme diye tanımlayabileceğim meseleleri çözümleme alışkanlığımın payı olmalı diye düşünüyorum. İkinci kısmına gelince, çok farklı kültürlerin olduğu bir kasabada büyüdüm. Şenlikli, eğlenceli, güzel insanların yaşadığı bir yerdi. Yine ilkokul birinci sınıfa ilk başladığım zamanlarda, bir arkadaşımın yaptığı elma ağacı resmine vurulduğumdan beri de resim yapıyorum. Hayata bakışımda renkler ve duygularla iç içe. Yaşamın zorluklarına ancak neşemizi koruyarak katlanabileceğimizi düşünüyorum. Renkler dünyanın neşeli yanı bana göre. Bu vurdumduymaz olmak ya da görmezden gelmek değil. Benim öykülerimde ve ilk öykü kitabım Hadi Gülümse’de de böyle işlemişim konuları. Hadi Gülümse on iki eylül dönemini geride kalanların ağzından anlatan bir yönüyle acıların içinden geçen bir kitap olmasına karşın yine duygularla renkler, bu kadar olmasalar da iç içe.
Ülke gerçekliği konusuna gelirsek; yaşanılan dönemin olayları aktarılmadan olay örgüsü yerine oturmayacaktı. Aslında ille de böyle yazayım diye bir çabam olmadı ben sadece neyi nasıl anlatacağımı planladım. İşin doğrusu şu ki; Dünya Döner Renkler Kalır, bana hazır olduğum anda gelip kendini, kendi bildiği gibi yazdırdı.
Özellikle bu tür katmanlı eserlerde, bir unsuru işlemek isterken diğerini ihmal etme riski ortaya çıkar. Sizin, anlatmak istediğiniz her şeyi en doyurucu biçimde ele alma süreciniz, yönteminiz nasıl oldu?
Az önceki soruda yanıtladığım gibi, bu konuda özel bir çabam olmadı. Benim yaşama bakışımla şekillendi diyebilirim. Tabii ki bazı şemaları oluşturdum, romanı yazarken de yazdıktan sonra da tekrar tekrar kontrol ettim, bazı yerlerin, evlerin şemalarını uykumdan uyanıp çizdiğim oldu. Yine de her şey çok zorlanmadan akıp gitti.
Ülke gerçekliği kısmını biraz daha açmak isteriz. Çanakkale’de yapılacak köprü, bir anda peydah olan arsa simsarları, bir ailenin yalnızca miras arazileri değil sırlarının da ortaya çıkışı… Yazar olarak sizi daha çok güdüleyen buradaki toplumsal durumları anlatmak mı oldu yoksa Cahide’nin ve etrafındakilerin hikâyesini mi?
Aslında, son cümlede sorduğunuz sorunun cevabını, ben de tam olarak bilemiyorum. Çok ilginç bir şekilde her şey tıkır tıkır işledi. İlk kitabımın kaba hali bittiğinde ruhsal olarak biraz yorulmuştum. Çok zor konulardı ve o öykülerdeki kişiler benim bir şekilde tanıdığım insanlardı. Tabii ki birebir aynıları değildi, kurguyla beslenmiş halleriydi. Kimseyi kırmadan, acındırmadan, gerçeklerin üzerinden geçip unutulmamalarını sağlarken, bir yandan da; hayatın devam ettiğini ve umudun hep var olacağını anlatmaya çalışmıştım kendimce. O kitabın son düzeltmelerine başlamadan önceden önce, daha önceleri kafamda olan birkaç roman konusu uçup gitmiş, kafamın içi boşalmış gibi olmuştu. Herhalde bütün anlatacağım bu kadarmış diye düşündüğüm o günlerde Çardak’a annemi ziyarete gittiğimde, o arada Çanakkale’ye köprü yapılacağı söylentileri de artmıştı, kuzenim; babaannemin babasından kalan hiç haberimizin olmadığı bir arazinin ortaya çıktığını, araziye talip olan kişinin onlarla temas kurması sonucu bu araziden haberlerinin olduğunu söylediği anda kafamda bir şimşek çaktı. Anneannemin bana anlattığı güçlü bir kadın olan; at binen, ut çalan, sofralar kuran, eli açık ve şifacı olduğu söylenen babamın babaannesi Sabite Hanım geldi aklıma. Arazi ondan kalsa ve torunlarının çocukları bu arazinin peşine düşseler dedim, kurgu başladı. Bir gün onu yazacaktım zaten. O anlatıldığı gibi bir güçlü bir kadın olduğunu gösterdi ve gelip romanı başlattı. Daha yazmaya başlamadan önce bu kadar becerikli bir kadın şiir de yazmış olmalı diye düşündüm ve kitaba ismini veren şiir düştü aklıma. Yani çok değerli şairimiz Orhan Veli’nin dediği gibi “Her şey birdenbire oldu”. Onun için bu soruya net bir cevabım yok. Hatta şunu söyleyeyim romanda Sabite Hanım’ın söylediği şarkı da kulağıma kendiliğinden geldi.
Biyografinizde liseyi Lapseki’de okuduğunuz yazıyor, hikâye de buralarda geçiyor. Gerçek hayatta yaşadıklarınızın veya tanık olduklarınızın ne şekilde ilham verdiğini sorsak?
Bu sorunun cevabını sanırım yukarıda vermiş oldum. Yine de şöyle söyleyeyim, özellikle çocukluğumda ve üniversiteye gidene kadar geçen süreçte gözlemleyip belleğime attığım her şey ilham verdi.
Katmanlılık meselesinde biraz da “nasıl”ı sormak istiyorum: Birden fazla konu, renklerle ilgili kurduğunuz üstkurmaca, hikâyeler ve diyaloglar. Bunları bir araya getirirkenki en doğru üslubu oluşturmak için neleri gözettiniz, nasıl bir ses aradınız?
Resim yaparken de daha önceden örgü örüp dikiş dikerken de hep kendime özgü bir yol tutardım. Bütün bunlar onca yıllık birikim ve çabanın sonucu aslında, özel olarak böyle yapayım diye düşünmedim. Yola çıkarken ilk belirlediğim şey romanın Cahide’nin gördüğü rüya ile başlamasıydı. Bir dönem Mario Levi’nin edebiyat atölyesine gittim. O zaman roman daha 30 word sayfası kadar yazılmıştı. Ona ilk üç sayfayı okudum “ Cahide’nin rüyayı uyandıktan sonra hatırlaması daha iyi olur” deyince o bölümü öyle yaptım yayınevine teslim edene kadar da başka hiç kimseye romanı göstermedim. Nasıl bir ses aradığıma gelince; okuduğum, öğrendiğim, gözlemlediğim şeylerin ışığında sadece yüreğimin sesini dinleyerek ilerledim.
Ben de Çanakkale’de üniversite okudum ve on küsur sene sonra geçen yaz gittiğimde pek çok şeyi farklı buldum. Sizi bu romanı yazmaya iten etkenlerden biri burada yaşananlardan duyduğunuz üzüntü de olmalı. Öte yandan “bir avuç insanın doğanın katline karşı verdiği mücadele” de romanınızda yer buluyor. Özellikle bu açıdan Dünya Döner Renkler Kalır’ın sizin hem yazarlığınızda hem yaşamınızda nasıl bir duygu ve düşünce alanına karşılık geldiğini sormak isteriz.
Çanakkale’yi bilmenize çok sevindim. Kesinlikle haklısınız, özellikle son on senede olanlar beni her gittiğimde çok üzüyor. Evimiz Çardak’a Lapseki tarafından girildiğinde hemen birkaç ev sonra. Ben liseye giderken, evimizin balkonundan güneşin batışını resmetmiştim o zaman denize kadar başka ev yoktu. Balıkçıların balık tutup tutmadığını sandalların gelişinden anlayıp, balık almaya iskeleye koşardı babam. Bisiklete atlayıp dört kilometre ötedeki Lapseki’ye bir başıma gider gelirdim. En mutlu olduğum anlardı o anlar, yolda en fazla dört beş arabaya rastlardım. Arabalı vapurun geliş saatine denk geldiysem birkaç araba daha olurdu. Halkımız toprağını, doğayı, canlıları severdi. İki dedemin de kendilerine yetecek kadar tarlası vardı. Bir gün bile çiftçilik yapmaktan şikâyet ettiklerini duymadım. Toprak, çocuklar, kadınlar kutsaldı sanki. Sonra her yer betona gömüldü, çok kötü bir yapılaşmaya uğradı oraları da. Hele köprü yapılacağı söylentisiyle tarlalar arsalar aracılar aracılığıyla satıldı. O kadar ki gerçek alıcıların kim olduğunun bile belli olmadığı söyleniyor. Denize yüz metre mesafesi olan yolda yürürken denizi göremiyor, esintisini hissedemiyorsunuz.
Liseden beri resimle ilgilendiğinizi de biliyoruz. Edebiyat ve resmin sizin yaratıcılık dünyanızdaki konumlanması ve etkileşimleri nasıl?
Yukarıda da söz ettiğim gibi resim ilkokul birinci sınıftan beri aşkım, aynı zamanda; çocuk kalmamı, dünyaya bu yaşımda hâlâ çocuksu bir hayranlıkla bakmamı sağlayan şey. Tabii ki yaratıcılığımı çok besliyor, edebiyat ve resim iç dünyamda birbirlerini besleyerek ilerliyorlar. İkisine de çok şey borçlu olduğumu biliyorum.
Yazarlık geçmişinizde çeşitli atölyeler, dergiler, fanzinler yer alıyor. İlk kitabınız farklı bir yayınevinden 2018’de çıkmıştı. 2021’de Destek Yayınları’yla çalışmaya başladınız, 2022’de Yunus Nadi Ödülü’nü kazandınız. Böylesine yoğun bir yazarlık yolculuğundan geçen ödüllü bir yazarın Türkiye yayıncılık ortamıyla ilgili neler gözlemlediğini, düşündüğünü, yaşadığını merak ediyoruz.
Kapitalist sistem her yerde olduğu gibi yayıncılık dünyasında da varlığını tüm şiddetiyle sürdürüyor. Tanınmamış bir yazarın kendine bu piyasada yer bulması çok zor. Yayınevleri bu kadar curcunanın ortasında tabii ki kendilerine para kazandıracak, kitabının çok satacağından emin oldukları yazarları tercih ediyorlar. Aslında bu konu burada geçiştirilemeyecek kadar derin bir konu. Sadece şu kadarını söyleyeyim; ilk kitabım çıkarken, bana benden önce bu yoldan giden yazar arkadaşlarım kitabın başlığının ve kapağının olumlu çağrışımlar yapmasını önerdiklerinde kitabımın ilk çıkanlar masasında yerini alacağını sandım. Tabii ki öyle olmadı. Destek Yayınları’ndan çıkan kitabımın kitapçılarda bulunması, özellikle de ilk çıktığı sıralarda kitapçılardan ulaşılabilmesi güzeldi tabii ama yeni kitaplar çıkınca soran olmadıkça kitapçılar yenisini getirmediler. Sadece internet satışı yeterli olmuyor, bir kısım okur kitabı dokunarak almak istiyor, o nedenle kitapçılarda görünür olması önemli. Şimdi ödüllü bir kitabım var umarım bu ödül Dünya Döner Renkler Kalır’ın kitapçılarda da görünür olmasını sağlar. Bu vesileyle, hiç biriyle şahsi bir tanışıklığım olmadan, kitabımı titizlikle okuyup değerlendiren ve oy birliğiyle 2022 yılı Yunus Nadi Roman Ödülü’ne Dünya Döner Renkler Kalır’ı seçen değerli Değerlendirme Kurulu üyelerine bir kez daha teşekkür etmek isterim.
Teşekkür ederiz Belgin Hanım.
Ben çok teşekkür ederim. Sorular çok güzel, beni romana geri döndürdü çünkü ben bu en başında da söz ettiğim gibi, Dünya Döner Renkler Kalır’ın tersten devamı sayılabilecek bir romanın tam ortalarında başka bir zaman dilimindeyim. Sorular aynı zamanda çok zorlu ama oldukça iyi hazırlanılmıştı. Bu kadar iyi hazırlanmış sorular bana kendimi iyi hissettirdi. Sağolun, var olun. Güzel günler dileklerimle.