Akın Savaş Toklu ‘nun anılarını anlattığı kitabı Sana Daldım İstanbul Epsilon Yayınevi logosuyla kitap raflarına çıktı. Prof. Dr. Akın Savaş Toklu, mezun olduğu İstanbul Üniversitesi Fakültesi’nde uzun yıllardır öğretim görevlisi olarak çalışıyor. Hayatını adadığı tıp bilimini, tutkusu olan sualtı dalıcılığıyla birleştiren Akın Savaş Toklu sualtı hekimliği ve hiperbarik tıp uzmanlığıyla Türkiye’de ve uluslararası sayısız projede önemli işlere imza atan birisi ve şimdi hatıratıyla karşımızda. Sana Daldım İstanbul yalnızca Akın Savaş Toklu’nun hayatını değil, onun hayatı çerçevesinde Türkiye’nin ve dünyanın pek çok alandaki değişimlerinin de kaydını tutuyor.
**
Akın Savaş Toklu: “Her alanda hak etmediğimiz bir lüksü yaşadık ve gelecekte bunun bedelini ödeyeceğiz.”
Akın Hocam merhaba, Sana Daldım İstanbul’u tebrik ederek başlamak isteriz. Bir anı kitabı yazmaya karar vermenizden Epsilon Yayınevi’yle anlaşıp yayımlanma aşamasına kadarki süreç nasıl gelişti?
Teşekkür ederim. Aslında ben bir anı kitabı yazmaya karar vererek almadım kalemi elime, yazdıklarım bir anı kitabı oldu. Uzunca bir zamandır zaman zaman sosyal medyada paylaşmaya değer bulduğum konuları -bu mesleğimle ilgili olabilir olmayabilir- yazmaktaydım. Mesleğim ve uzmanlık alanımla ilgili bilimsel yayınları zaten bir akademisyen olarak yapmaktaydım. Ama baktım ki paylaştığım filmsel hikayelerim de ilgi görüyor, neden olmasın diyerek yaşanmış gerçek hikayelerimi pandemi döneminde yazmaya başladım. Belirli bir aşamaya gelince de Epsilon Yayınevi ile paylaştım. Genel yayın yönetmeni verdiğim dosyayı inceledikten sonra olumlu görüş bildirince bir anlaşma yaptık. Sonra baktım ki yazdıklarım bir “anı kitabı” olmuş.
Kitabınızın girişinde “Ben yaşadığım hayatın sıra dışı ve paylaşılmaya değer olduğuna inanıyorum” diyorsunuz. Bir anı yazmanın hatta genel olarak anı türünün en zorlanılan kısımlarından birisi budur. “Anlattıklarım anlatmaya değer mi, herkese aynı şeyleri ifade eder mi” gibi sorular. Sizi burada en çok ikna eden içsel ve/veya dışsal unsurlar neler oldu?
Yukarıda bahsettiğim gibi bir akademisyen olarak yaptığım yayınların yanı sıra şimdiye kadar edebiyat dünyasına katkı yapmaya niyetlenmek gibi bir cüretim olmadı. Şimdi de elbette kendimi bir yazar olarak görmüyorum. Ama burada sorularınıza cevap vermek benim için bir keyif, onu da söylemeden geçmemeliyim. Aslında yine mesleğim gereği meşguliyetim içerisinde bilimsel yayınların haricindeki edebiyat eserlerine okuyucu olarak dahi yeterli zamanı ayıramamayı hep kendimde bir eksiklik olarak görmüşümdür. Dolayısı ile Sana Daldım İstanbul doğmazdan önce onun bir “anı türü” olarak ilgi görüp görmeyeceğini de bilmiyordum. Bildiğim bir iki şey vardı, o da kendimce sıra dışı bir hayat yaşadığımı düşünüyor olmam ve bu sıra dışılıkları çevremle paylaştığımda hikayelerimin ilgi gördüğü idi. Evet ben yaşadığım hayatın sıra dışı ve paylaşılmaya değer olduğunu düşündüm ve yazdım. Şu ana kadar gelen geri bildirimler de bu düşüncemin ve kararımın isabetli olduğu yönünde. Ünlü birinin anılarını herkesçe merak edebilir. Ama ünsüz birinin anıları da okunmaya değer bulunabilir. Benim arkadaş sohbetlerinde çenem düştüğünde anlattıklarım kendi çevremde ilgi gördü, anılarımın bana ifade ettiklerinin bir kısmı onlarda da yer buldu. Belki yakın çevreme yazarak da vermem gerekmiyordu ama, beni tanımayan, eline tesadüfen “Sana Daldım İstanbul” kitabı geçenler de bu anılarımı okumalıydı. Kitabı okuyanların daha iyi anlayacağı, bence sıra dışı koşulların bende geliştirdiği özgüven bu kitabın yazılmasındaki ana unsurdu diyebilirim.
Anı türü bizde gitgide daha az yazılıp yayımlanan bir tür. Bunda okur talebi de yayıncılıktaki ekonomik koşullar da etkili. Böyle bir ortamda hatıratınızın yayımlanabilmesini nelere bağlıyorsunuz?
Yine aynı yere geliyoruz. Sanırım ana etken yaşanarak gerçek olmuş hikayelerin ilginçliği, sıra dışılığı. İstanbul’a dalışımı anlatım tarzım, olayları ele alışım, hikâyelerdeki akış şekli yayımlanmada etkili olmuş mudur bilemiyorum. Sanırım bu soruyu yayınlayana, Epsilon Yayınevi’ne sormak daha doğru olacaktır.
Hayatınız üzerinden sizi, yaşadığınız zorlukları, bunlarla mücadele edişinizi okurken aynı zamanda Türkiye’nin de yakın geçmişine dair önemli notlar buluyoruz. Yazarken, tasarlarken bunlardan hangisini anlatmak sizin için daha önemliydi ve neden?
Evet bence Sana Daldım İstanbul‘a katkı yapan yönlerden birisi de içeriğe yer yer serpiştirilmiş belgesel ruhu. Başlarken bir plan ya da çatı yoktu. Ama laf lafı açtıkça gördüm ki, kitapta yer alan koşulları yaşamış bir ergen ya da delikanlı gözü ile 12 Eylül öncesi pek ele alınmamış. Bence 12 Eylül darbe hazırlığının yatılı okullardaki çocuk yaştaki öğrencilere de sirayet etmiş olduğunu yazarak belgelemek önemliydi. Netekim öyle bir sirayetti ki bu, ergen denebilecek bir çocuğun evini barkını, ve okulunu terk etmesine sebep olmuştu.
Gerek bireysel gerek mesleki açıdan gençliğinizden beri sınırları aşma çabalarınızı, yurtdışındaki staj deneyiminizi, bu süreçlerdeki zorlukları anlatıyorsunuz. Kitabınızdaki bakış açınız bağlamında sormak isterim: Bugün çok değişen dünyada ve Türkiye’de benzer şeyleri amaçlayan benzer koşullardaki birisinin işi hangi açılardan daha kolay ve hangi açılardan daha zor sizce?
Elbette köprünün altından çok sular geçti ve şu anda sınırları aşma kuralları, sınırları aşma isteğini doğuran unsurlar çok farklılaştı. Kitapta sözü edilen için para atarak içecek alınan bir otomat ya da benzinlikte arabayı otomatik olarak yıkayan makineler eskiden hayretler uyandırırken şimdi rutin hayatımızın içinde. Ben hatırlıyorum yurt dışı seyahatlerimde, bundan on beş yirmi yıl kadar önce bizde gençler son çıkan cep telefonları kullanılırken, yurt dışında kelli felli abiler arama yapmazdan önce hala telefonun antenini çıkarmaktaydılar. Artık çok farklı bir dünyada, çok farklı bir Türkiye’de yaşıyoruz. Ülke olarak -belki de gereksiz biçimde- gelişen teknolojiyi burun farkı ile takip ediyoruz. Yurt dışına çıktığında gençleri şaşırtacak unsurlar çok değişti. Günümüz iletişim çağında herkes her yer konusunda fikir sahibi. Bunun yanında şimdi bir gencin yurt dışına çıkması çok daha kolay. Öğrenci değişim programları yaygınlaştı. Ama yurt dışına çıkıp kaçak da olsa çalışarak seyahat giderlerinin karşılanması zor tabi..
Aynı soruyu daha geniş bir açıyla da sormak isterim: Zorluklarla uğraşan, İstanbul’un ve farklı yabancı ülkelerin gerek tıp gerek kültürel ortamlarını soluyan, bildiklerini kendine saklamak yerine sosyal projelerle paylaşan, sualtı hekimliğinden Avrasya Tüneli projesine katkı sunmaya dek çok sayıda işe ve aktiviteye imza atan çok yönlü bir profesör olarak, bu kitapta anlattığınız Türkiye’yi en çok hangi açılardan değişmiş, neleri kazanmış veya kaybetmiş olarak görüyorsunuz?
Gerçekten açısı geniş bir soru oldu. Kitapta anlattığım Türkiye ile günümüz Türkiye’si arasındaki değişiklikleri bir çırpıda sıralamak mümkün değil elbette. Ama birkaç yönüyle bahsedeyim. Kitapta geçtiği gibi küçük bir çocuğun Mersin Hali’nde su satabildiği, ebeveynlerin çocuklarını güvenle sokağa salabildiği bir ülkede yaşamıyoruz artık. Sokakta ip atlayan, seksek oynayan ya da topaç çeviren çocuklar yok artık ülkemizin sokaklarında. Yoksulluk belki eskiden de vardı ama insanların gönlü daha zengin, dostluklar daha sağlamdı. Her alanda gelişen teknoloji ülkemize girdi ama üreten bir toplum olarak değil, tüketen bir tolum olarak bu teknolojiyi kullanır olduk. “Kontrolsüz güç güç değildir” diye bir reklam sloganı vardı bir ara, özellikle iletişim teknolojisindeki kontrolsüz kullanım küçüklerde ve büyüklerde dijital bağımlılık yarattı. Çelik çomak, ya da birdirbir oynayan çocukların arkadaşlıkları kalmadı artık. Ekonomik sistemin acımasızlığı toplumun genelini aslanla düşman etti ağzındaki ekmek için. Eskiden uzattığımız ayağı yorgan örtüyordu ama bir müddet ayak yorgandan dışarıda kaldı. Bence belirli bir süre her alanda hak etmediğimiz bir lüksü yaşadık ve gelecekte bunun bedelini ödeyeceğiz.
Siz bir yandan dalışla ilgilenen bir tıp profesörüsünüz. Ne dalışla ne de tıpla ilgisi olan okurlara, özellikle genç okurlara, yazdıklarınızın ne gibi yardımı olmasını gözettiniz yazarken?
Kitabın adı Sana Daldım İstanbul oldu ama, içerik zaten ne dalışla ilgili ne de mesleğimle ilgili. İçerik çocukluktan itibaren dalışa meraklı bir gencin ayaklarının üzerinde durabilme çabasının, yılmak ve durmak bilmeksizin hayatın içine dalışının hikayelerinden oluşuyor. Verdiğim mücadelenin gerçek hikayeleri eğer genç okurlarda, “demek ki isteyince ve çabalayınca imkânsız diye düşündüğümüz bir şey gerçek olabiliyormuş” çıkarımı yaratabilir ise ne mutlu bana.
Kitabınızda “daldan dala” atladığınızı ifade ediyorsunuz. Bu yazım tekniği bilinçli bir tercih mi, yoksa doğal akışta mı gerçekleşti? Genel olarak nasıl bir ses kullanmak istediniz?
Seçtiğim bir teknik yok, tarz tamamen doğal akışın bir sonucu. Zaten yazında teknik bilecek kadar bir alt yapımda yok. Kitabı okumuş olan birkaç arkadaşım “okurken sanki karşımda sen anlatıyordun” ifadesini kullandı. Siz sorarken tam olarak neyi kastettiğinizi bilmiyorum ama kullandığım ses benim sesimdi. Yazdıklarımı okuyan kişi beni dinliyormuş gibi okusun, bana güldüğü gibi gülsün istedim. Sanırım öyle de oluyor.
Kitabınızın telif gelirini İstanbul Tıp Fakültesi Mezun ve Mensupları Derneği aracılığı ile İstanbul Tıp Fakültesi öğrencilerine burs olarak bağışlayacaksınız. Bu fikir nasıl ortaya çıktı?
Ben kendim de öğrenci iken hem burs aldım hem de kitapta sözünü ettiğim işlerde çalıştım. Öğrencilikte çekilen ekonomik sıkıntıları iyi bilirim. Bir gün sınıf arkadaşımız bir doktor hanım Bağdat Caddesi’nde soğan, sarımsak, limon satan bir kadıncağızdan alışveriş yapıyor. Sohbet esnasında arkadaşımızın doktor olduğunu öğrenen satıcı, adını da vererek kızının da doktor olmak istediğini, tıp fakültesi beşinci sınıfta okuduğunu, babası beyin kanamasından öldüğü için kızının nörolog olmak istediğini, kendilerinin bir sitenin müştemilatında kaldıklarını, öğünler simitle geçiştirildiği için kızcağızın sapsarı kesildiğini vs. anlatıyor. Arkadaşımız bu anlatılanlardan sonra biraz fazla para vererek yardım istiyor ama gururlu anne asla bu yardımı kabul etmiyor. Bu hikâye sınıf grubunda paylaşılınca herkeste geleceğin meslektaşına bir yardım etme isteği doğdu. Hatta bir arkadaşımızın açtığı hesaba yardım için paralar yatmaya başladı. Sonra yine sınıftan başka bir arkadaşımız bir hikâyenin bu kadar vurucu olmasından şüphelendiği için konuyu araştırıyor, o tıp fakültesinde o isimde bir öğrencinin olmadığı anlaşılıyor. Ama bu arada ortaya çıkan bir gerçek var; sınıf arkadaşlarımızın ihtiyaç sahibi öğrencilere yardım etme isteği. Ben de zaten öğrencilerimize zaten burs vermekte olan Derneğimizden (İTFMED) bahsederek, bu isteğimizi bu kanalla gerçekleştirebileceğimizi, aramızda para toplayarak burs vermenin hukuki sakıncaları olabileceğini söyledim. Bu vesile ile sekiz yıldır 15-20 tıp öğrencisine İstanbul Tıp Fakültesi 1989 mezunları olarak her öğretim yılı başında yaptığımız bağış kampanyası ile burs veriyoruz. Konuyu bilen abim Muzaffer Seçim Toklu Sana Geldim İstanbul kitabının gelirini aynı amaçla İTFMED e aktardı, ben de Sana Daldım İstanbul un gelirini aynı şekilde derneğimize aktarıp, öğretim üyesi olduğum İstanbul Tıp Fakültesi’ndeki ihtiyaç sahibi öğrencilerimizin burs bütçesine katkıda bulunacağım.
Daha önce abiniz Muzaffer Seçim Toklu’nun Sana Geldim İstanbul kitabını okumuştuk. Sizin bu kitabı tasarlar ve yazarken nasıl paslaşmalarınız oldu?
Aslında kardeşler olarak aramızda yaşam öykülerimiz yazmamız gerektiğini konuşuyorduk. Yaş farkından ötürü abim birçok şeyi benden önce yaşadığı gibi, benden önce kendi kitabının da yazanı oldu. Gerek o gerek ben kitaplarımızda yer verdiğimiz konuların bazen karşılıklı sağlamasını yaptık. Ama benim için ilginç olan şey hayat hikayelerimizin Muzaffer abimle birçok noktada benzerlik göstermesiydi. Bunların birçoğunu karşılıklı biliyor olsak da benzerliklerin bu kadar çok sayıda olduğunun idrakinde değildik. E kardeş olunca elbette ana babalarımız aynı olacaktı ama aynı okulda yüksek öğrenime başlama, aynı şekilde üniversite değiştirme, nihayetinde aynı fakülteden mezun olma, aynı fakültede ihtisas yapma, birçok şeyi bir mecburiyet yok iken aynı yaşta yaşama vs. Bu ikimize de enteresan geldi ve bu nedenle söz konusu benzerlikleri anlatan, kitabın önsözünün de önüne alışılagelmiş format dışında bir metin koyduk, “ikisi de” ile başlayan cümlelerden oluşan.
“Sana Daldım İstanbul‘a sualtının değil su üstünde atılan kulaçların etkisi oldu.”
Yazarlar, yürüyüşten koşuya, uyku rutinlerinden spora dek farklı fiziksel aktivitelerin yazarlıklarına etkisinden bahseder. Dalış yapan bir yazar olarak, sualtı dünyasının edebi üretiminizi etkilediğini düşünüyor musunuz?
Sana Daldım İstanbul’u bir edebi üretim olarak nitelemenizin beni mutlu ettiğini söylemeliyim öncelikle. Ama bu soru yazarlara sorulabilecek bir soru. Ben ancak bir yazan olarak düşüncemi paylaşabilirim. Dalış ya da sualtında olmak diğer sportif aktivitelerden biraz faklıdır. Hatta su üstünde olmaktan da farklıdır. Dalış esnasında su üstünü yukarıda bırakıp, su altının keyfini çıkarırsınız. Bence diğer sportif aktivitelerden en büyük farkı da bu. Orada sualtının ağırlıksız ve sessiz ortamında önce kendinizle, sonra da dalış eşiniz ve mavinin faklı tonlarının büyüsüylesinizdir. Belki dalışın sonunda sualtında gördüklerinizi yazarsınız ama, sualtında sadece sualtındasınızdır. Ben dalışların hikayelerime anı olmaktan başka, ilham anlamında bir katkısı olduğunu düşünmüyorum. Ama yüzme için aynı şeyi söyleyemem. Açık su yüzüyorum ve açık su yüzme yarışlarına katılıyorum. Anamur’dan Kıbrıs’a, Meis’den Kaş’a yüzerken attığım kulaçlarda hayatımı gözümden geçirdiğim, hikayelerime öz oluşturan olayları hatırladığım olmuştur. Sana Daldım İstanbul’a oldu ise katkısı su altı dünyasının değil, su üstünde atılan kulaçların etkisi olmuştur.
Bizden bu kadar Akın Hocam. Eklemek istedikleriniz varsa söz sizin.
Çok teşekkür ederim. İlgi alanı edebiyat olan bir platformun, şimdiye kadar okuyucu olmak dışında edebiyat dünyası ile ilgisi olmayan Sana Daldım İstanbul yazanına ilgi göstermesi mutluluk verici. Umarım kitapta yazdıklarım “KalemKahveKlavye” takipçileri tarafından da ilgi görür.
SANA DALDIM İSTANBUL bir solukta okuyup bazen ğeçmişe ğittim Türkiye yi ğezdim bazen çocukluğuma uğradım bazen hayatın ğerçekleri ile uyandım elimden bırakamadım bitince de uykuya daldım.EMEĞİNE SAĞLIK HARİKA BİR DERLEME
Ayirdiginiz zaman ve paylastiginiz yorumuniz icin tesekkurler Kuddusi Bey.. 🙏
Sevgili Akın,
Kitabını bir çırpıda olmasa da birkaç çırpıda okumaktan çok büyük bir keyif aldım. Öncelikle şunu söylemeliyim; doktora yaparken aldığım Anılarla Türkiye dersinde okuduğum anı kitapları arasında en iyilerden biri olduğunu söylemek isterim “Sana Daldım İstanbul”’un… Her ne kadar, tevazu göstererek kendini yazar kategorisine koymasan da, gerek dili kullanımın, okuyucuyu sürükleyen akış ve son derece akıllıca yapılmış bir kurgu gözlemledim. İlk bakışta dağınık, daldan dala atlar görünüm, yer yer yapılan flashback ve flashforward’lar, o bölümle olmasa bile bir sonraki bölümle ilgili olabilecek bir şeyden söz etmen, okuyucuyuda anında bir merak uyandırıyor ki bu da kitabı elinden bırakmayı zorlaştıran bir özellik. Okumayı her bırakışımda, “devlikesi” günü ben nasıl bir maceranın beklediğini merak ederek geçirdim. Özellikle Aksu Öğretmen Lisesi’nin o dönemdeki sağ-sol çatışmalarıyla ne hale geldiğini okurken, yaşadığın korku, gördüğün şiddet ve fakat tüm bunlara ragmen verdiğin mücadele, öldürmeyen her şeyin insanı daha da güçlendirdiği gerçeğini kanıtlayan ama bir o kadar da yürek burkan, sızlatan satırlardı. Her ne kadar senin lise de okuduğun dönemlerde ben üniversiteyi okuyor olsam da, o yılları yaşamış biri olarak empati kurabiliyordum, ama ben o dönemde senden çok daha şanslıydım çünkü Ankara’da ailemin yanında, her akşam eve döndüğümde gece yatakta yatarken ‘bu gece dayak sırası bende mi’ diye titremeden yatıyordum. Aslında söylenecek çok şey var kitabın hakkında, sevgili Akın. Gerçekten harika bir iş başarmışsın ve eminim bu kitap, bir anı kitabı olmasının ötesinde, sözel tarih olarak da dönemin kültürel, sosyal, siyasal ve dilsel yönlerini yansıtmasıyla – bir değer taşıyor. Bu kitapla seni çok daha iyi tanıdığımı düşünüyorum. Yaşadığın hayatı “sıradışı ve paylaşılmaya değer” olarak gördüğünü söylüyorsun ya, gerçekten de öyle, dostum! Anamur’un Malaklar köyünden çıkarak bugün saygın bir akademisyen ve artık saygın bir yazar olarak “çiğinlerimizi kabartan” Akın Savaş Toklu ile iyi ki yolum kesişmiş ve onu tanımışım. Umarım yazmaya devam edersin ve yaşamının ikinci yarısından da ilginç, heyecanlı ve bir o kadar da düşünmeye sevk eden kesitler paylaşırsın. Sevgilerimle.
Öncelikle kitabı uzun soluklu okuyanlardanım. Yer yer bu nasıl yaşanmış diye düşündüğüm ,bazen derin ve anlamlı anıları uzun uzun düşündüğüm bir hayat hikayesi. Genç yaşta okuma şansı elimde bulunduğu için ders çıkararak, düşünerek ilerledim. Akın hocanın kesitlerinden kendi yol haritama neler ekleyebilirimi düşündüm. Kitaptaki anılar tabiri caizse gençlere kılavuz niiteliğinde. Çevreme, arkadaşlarıma önereceğim bir anılar arşivi olmuş. Zira tecrübelerin en zararsızı başkalarından gördüklerimizdir. Benim için üsluptan çok içeriğine odaklandığım bir kitap olsa da üslubu ile alakalı da yorum yapmak gerekiyor. Geriye dönüş teknikleri ile yaşamdan kesitler sunulmuş. Bu kesitler ana olaydan genellikle kopmadan hatta akıcılığı sağlayarak beni kitabın içine çekmeyi başardı. Günün sonunda ortaya; yaşama, yazmaya ve okumaya değer bir hayat çıkmış.
Ulaş, kendi düşünceme göre kitabın hedef kitlesinden birisi olarak, Sana Daldım İstanbul’u okumak için ayırdığın zaman ve yorumun için teşekkürler. Evet çok haklısın, başkasının yaşadıklarından çıkarılan dersler maliyeti düşük olanlardır. Bazı şeylerin yeniden keşfi hayata karşı müsriflik olur. Umarım okuduklarının kendi yolunda yürürken sana olumlu katkıları olur.