“Polisiye edebiyatta bilindik suçların dışına çıkılabilir mi?” sorusunu irdeleyen, aynı zamanda polisiye yazarları ve yazar adaylarına fikir ve ilham veren, Av. Oğuzhan Aslan’ın kaleme aldığı “Yerli Polisiyede Alternatif Suç Tipleri” yazı dizisinin yayınlanmış tüm bölümlerine BURADAN ulaşabilirsiniz.
Türkçeye “polisiye” olarak çevrilen “suç edebiyatı/crime fiction”, adından da anlaşılacağı üzere temelde “suç” ve “suç unsurları” üzerine inşa edilmektedir. Ağırlıklı olarak dedektif hikâyeleri ile cinayet öykülerinden oluşan polisiye edebiyat, hangi alt türe ayrılırsa ayrılsın (siyasi polisiye, şehir polisiyesi vs.) temelde suç ve suçlunun peşinde koşmaktadır. Hal böyle olunca “suç” kavramına eğilmek ve suça bir tanım getirerek işe başlamak gerekir.
“Suç” denilince akla hiç şüphe yok ki evvela hukuki tanımlar gelmektedir. Olaya hukuki boyutuyla bakınca suç kavramını; “Hukuk düzeni tarafından yapılması yasaklanmış, yapıldığında da kamu gücünü elinde bulunduran tarafından (kural olarak Devlet) ceza veya güvenlik tedbiri şeklinde bir yaptırımla karşılaşan fiil ve/veya hareketler” olarak tanımlamak hiç de yanlış olmaz. Ancak bu klasik hukuk tanımını bir tarafa bırakırsak ve de söz konusu olanın polisiye edebiyat olduğunu göz önünde bulundurursak, suçun hukuki tanımından evvel sosyolojik tanımı ön plana çıkmaktadır.
Maggiore suçu tanımlarken; “…Ahlak düzenini ağır bir şekilde bozan ve bu nedenle Devletin hoş görmeyeceği bir fiil…” ifadelerine yer vermektedir[1]. Burada dikkati çeken hiç şüphe yok ki suçun evvela ahlaka aykırılığının ön plana çıkarılmasıdır. Ancak her ahlaka aykırı olan şey suç mudur diye sorgulamak gerekecektir. Zira bugün bile -geçmişte de olduğu gibi- ahlaka aykırı kabul edildiği halde suç olarak kabul edilmeyen birçok eylem vardır. Her suçun ahlaka aykırı olduğu dahi iddia edilemeyecekken Maggiore’nin burada daha duygusal bir bakış açısına sahip olduğunu düşünebiliriz.
Ünlü kriminolog Garofalo ise suç kavramına farklı bir tanım getirerek; “…her zaman ve her yerde ortalama bir dürüstlük ve merhamet duygularına saldırıyı ifade eden hareket…” demektedir[2]. Görüldüğü üzere yine somut olguların dışına çıkılarak soyut değerlere saldırı hâlinin suç olarak tanımlandığını görüyoruz.
Bir polisiye romanda suç ve suçlunun hikâyesi anlatılırken her ne kadar yazıldığı ülkenin ve devrin hukuk kurallarına uygun bir soruşturma sürecinden bahsedilse de dedektifin duygusal yaklaşımları, toplum değerleri, suçlunun profili, suça yüklenen neden-sonuç ilişkileri, polisiye yazarını bu kavramları da dikkate almaya zorlamaktadır. Ancak böyle olmakla birlikte klasik bir polisiyede suçlu açısından suçun tanımı yapılırken sosyolojik olgulardan yararlanılıyorsa da suçun önüne geçmek veya suçu açığa çıkarmak için girişilen bütün eylemlerin/fiillerin suça hukuki bir anlam yüklediğini pekâlâ söyleyebiliriz. Zira bir suç soruşturmacısı için yukarıdaki tanımların ikisi de tam anlamıyla büyük bir hata ve/veya yanılgıdır.
Prof. Dr. Alacakaptan bu durumu şöyle ifade etmektedir: “…bir kez, yasalar, ahlaka aykırı sayılması mümkün olmayan eylemleri de ceza yaptırımına bağlamak suretiyle suç haline getirmektedirler. Öte yandan, örneğin, kabahatlerin, ahlaka aykırı olsalar bile, ahlak düzenini ağır bir tarzda bozan davranışlar olduklarını ileri sürmek de doğru değildir…”[3]
Anlaşılacağı üzere bir konunun ahlaki olması veya ahlaka aykırı olması tek başına bir fiili suç olarak tanımlamaya yetmeyeceği gibi her suçun ahlaka aykırı olmasını beklemek de mümkün değildir. İşte bir polisiye yazarı bu ince çizgi üzerine kurulu bir suç hikâyesini işlemek yükümlülüğü altındadır. Çünkü çoğu kez bir eylem ahlaka aykırı olmasa bile ve hatta toplum tarafından destek görüyor olsa da suç olduğu için bunu bilerek ve buna uygun davranarak hikâyesini kurgulamak yükümlülüğü altına girer.
Söz gelimi, kendisine tecavüz eden bir kişiyi öldüren kadının eylemi, toplum tarafından desteklenen ahlaki bir davranış olarak kabul edilebilecekse de eylemin/fiilin adam öldürme suçu olmadığını iddia edemeyiz. Polisiye yazarı sebebi ne olursa olsun fiilin bizatihi kendisiyle, yani suçla ilgilenir. Polisiye yazarının görevi suçu kutsamak ve ona sebepler aramak değil, suçlunun sebeplerini birer delil kabul ederek ve bunları takip ederek suçun failini ortaya çıkarmaktır. Polisiye yazarı bunu yaparken suçlu ile dedektif arasındaki dengeyi iyi tutturmak zorundadır. Aksi halde ya okurun tepkisini alacak ya da suçu övdüğü için kendi hakikatlerinin aksini savunmuş olacaktır.
Dünyadaki bütün hukuk sistemlerinde, bütün düşünce akımlarında, siyasi görüşlerde ve hatta dinlerde bile bir fiilin suç olarak kabul edilmesinin öncelikli koşulu, bu fiilin kitapta/kanunda/manifestoda suç olarak tanımlanmış olmasıdır. “Suçta ve cezada kanunilik ilkesi” olarak adlandırılan bu duruma göre, eğer kitap, söz konusu fiili suç olarak tanımlamamışsa, bu durumda, fiil ne kadar toplum kurallarına ve algılarına aykırı olsa da suç olarak kabul edilemez. Örneğin; Türkiye’de şu anda bir hayvana eziyet etmek suç değildir. Zira kanunda özel olarak suç olduğu düzenlenmemiştir. Hayvan öldürmek ve hayvanlara eziyet etmek toplum tarafından öfkeyle karşılanan ve ayıplanan bir fiil olsa da yasalar karşısında suç olarak kabulü olanaklı değildir. Bu durumda bir polisiye yazarı, böyle bir fiili kaleme alırken buna suç olarak yaklaşamaz. Zira polisiye yazarı toplumla kanun arasındadır ve asla taraf tutmaması gerekir. Aksi durumda kaleme alınan karakter bir dedektif değil, bir halk kahramanı olur.
Polisiye edebiyatta en fazla kalem oynatılan suç tipi ise hiç şüphe yok ki cinayettir. Hukuk düzeninin “kasten öldürme” olarak düzenlediği bu fiili çoğunlukla yanlış tanımlandığını biliyor muydunuz?
O da ne demekmiş diyenleri duyar gibiyim. Az daha sabredin.
Mesela, hamile bir kadının çocuğunu karnında öldürdüklerini düşünelim. Sizce bu fiil bir cinayet midir?
Eğer cevabınız evet ise yanıldınız. Çünkü hukuk sistemi açısından cinayet, yani kasten öldürme suçu ancak ve ancak “tam” ve “sağ” doğup da “birey” olana karşı işlenebilen bir suçtur. Kadının karnındaki varlık, kaç aylık olduğuna bakılmaksızın hukuk açısından “cenin”dir. Bu tip durumlarda fail cinayetten/kasten öldürmeden değil, “çocuk düşürtme” suçundan cezalandırılır.
Bu kural dünyanın hemen her yerinde böyle kabul edildiği gibi dinler açısından bakıldığı zaman da aynı kabul edildiğini görüyoruz. Örneğin; İslam Hukuku’nda bu müessir fiil, “gurre” olarak adlandırılır ve karşılığı hapis değil, para cezasıdır. Burada ödenecek olan para cezası tazminat hükmünde olup ceninin mirasçılarına kalmaktadır.
Bu sebepledir ki bir polisiye romanı yazılırken karnındaki doğmamış varlığı kaybeden kadın için “anne” demek doğru olmayacağı gibi, artık olaya bakması gereken soruşturma ekibinin de “cinayet büro” elemanları olmaması gerekir.
Polisiye yazarının bu teknik detaylarda boğulması mı, yoksa tiraj yapmak yahut okurla karşı karşıya gelmemek adına toplumun değer yargılarını gözeterek “suç” kavramına ihanet etmesi mi? Suç edebiyatı üzerine kalem oynatan herkesin bu soru üzerinde düşünmesi gerek.
Bir “Merhaba” kabul edilebilecek bu yazımızda, suç kavramına esasen ne kadar yabancı olduğumuza bir nebze olsun temas etmek istedim. Devam eden yazılarda, Türk Ceza Kanunu ile suç ve ceza içeren diğer kanunlardaki yabancısı olduğumuz, hiç duymadığımız yahut hakkında çok yanlış şeyler bildiğimiz suç ve cezalara temas etmeye çalışacağım. Suç edebiyatı cinayet öykülerinden oluşan bir sarmala doğru sürüklenirken yaraya merhem olabilir miyiz bilmiyorum. Ama en azından, bilhassa okurlar nezdinde, suça ve suçluya dair alternatif bir bakış açısı yaratmayı başarabiliriz.
2.BÖLÜM’E DEVAM ET | Polisiye Edebiyat mı Cinayet Edebiyatı mı?
[1] MAGGIORE, G. PrincipidiDirittoPenale, V. I., Parte Generale, s.181
[2] GAROFALO, R. Criminologia, Terc. M. Göklü, İstanbul, 1957, s.25
[3] ALACAKAPTAN, Uğur, Suçun Unsurları, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayınları, Ankara, 1975, s. 3
Av. Oğuzhan ASLAN
1989 yılında Oltu’da doğdu. Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirdikten sonra İzmir Kâtip Çelebi Üniversitesi’nde Vergi Hukuku ve Vergi Hukuku Uygulamaları bölümünde yüksek lisans eğitimini tamamladı.
2015 senesinde Kıyamet Günlüğü & Kayıp Hanedan isimli ilk polisiye romanı yayınlandı. 2018 yılında Çınar Yayınları’ndan çıkan Kanlakarışık adlı polisiye öykü derlemesinde bir öykü ile yer aldı. Ayrıca 221B adlı derginin 2 ve 12. sayılarında birer öyküsü yayınlandı.
2017 yılında gerçekleştirilen ve Cüneyt ÜLSEVER ile Suphi VARIM’ın konuşmacı olarak katıldığı “Polisiye Yazarlarının Gözünden Suçun Toplumsallaşması ve Adalet” adlı panelde moderatör olarak yer aldı.
Türkiye Polisiye Yazarları Birliği’nin kurucu üyeleri arasında yer alan ASLAN’ın çeşitli mali hukuk dergilerinde yayınlanmış hakemli ve hakemsiz makaleleri yanında vergi hukuku alanında çıkardığı iki kitabı daha bulunmaktadır.
Hâlâ İzmir Barosu’na bağlı olarak serbest avukatlık yapmaktadır.