Umberto Eco, James Bond romanlarını incelediği Fleming’de Anlatısal Yapılar adlı makalesinde, Bond romanlarının geleneksel masallarla benzer arketipal ögelere sahip olduğunu söylüyor. Eco’ya göre: Gizli Servis şefi M kraldır. Bond da kralın görevlendirdiği şövalye ya da Uyuyan Güzel’i öpüp, kurtaran prens. Genelde KGB destekli milyoner suç dehalarından oluşan düşmanlar ise prensesi şatoya hapsetmiş canavarlar: Hugo Drax, Blofeld ve diğerleri…
Zaman üstü arketipal1 ögelere sahip masallar (ve/veya mitler, efsaneler) bin bir güncel form ya da kılıkla karşımıza çıkıyor. Bu noktada, hemen her sene(!) beyaz perdede yeniden üretilen Mary Shelley’in kült romanı Frankenstein güzel bir örnek olabilir. Kimine göre Frankenstein, konu ve içerik itibariyle izleyici üzerindeki etkisini kaybetmediği için, gişe başarısını garantilemek isteyen kurnaz yapımcıların elinde altın yumurtlayan bir tavuk. Bu gibi yaklaşımlarda haklılık payı olabilir ama fikrimce irdelenmesi gereken nokta, neden yaklaşık iki yüzyıldır bu konu ve karakterin güncelliğini ve popülerliğini kaybetmediği olmalı. İşte burada da arketipler ve arketiplerin edebi sözcülüğünü yapan masallar ve mitler devreye giriyor.
Nicholas Flammel, Albertus Magnus ve Paracelsus gibi simyacıların formülleriyle, Galvanistik teknikleri birleştirip, cansız et parçalarından bir “insan” ya da “umacı” yaratan Doktor Frankenstein’ın öyküsü Antik Mısır kökenli Osiris mitini çağrıştırıyor: Osiris, kardeşi kötülük tanrısı Set (Set/Satan/Şeytan) tarafından tuzağa düşürülür. Set kardeşinin bedenini parçalar ve bir sandığa koyup Nil Nehri’ne bırakır. Osiris’in karısı İsis ise tüm nehri tarayarak kocasının beden parçalarının bulunduğu sandukayı bulur. İsis sadece kocasının cinsel organını bulamamıştır. Bu eşine sadık, vefakâr tanrıça, kocasının tüm beden parçalarını birleştirir, aslını bulamadığı için eskisinin yerine de altın bir penis koyar ve Osiris’i hayata döndürür.
Mary Shelley’in Frankenstein’ı yazarken Osiris mitinden ne derece etkilendiğini bilemiyoruz. Ama bazı Kabalistler ve okültizm araştırmacılarına göre, yazarın golem söylencesinden etkilendiği açık. Tevrat’ta ve Talmud metinlerinde “cenin” ya da ‘kusurlu varlık’ anlamına gelen Golem, sahibinin emirlerini mekanik bir şekilde yerine getiren yarı bilinçli bir varlık, bir “çamur adam”.
En meşhur golem söylencelerinden biri de Prag Golemi. Rivayete göre Prag Golemi 16.yüzyılda, Kutsal Roma Germen İmparatoru II. Rudolph’un devr-i saltanatında Prag’ın bilge hahamlarından Judah Loew ben Besalel (Maharal) tarafından, Prag Gettosu’nda yaşayan Yahudileri antisemitik saldırılardan korumak için yapılmıştı.
Franz Kafka’nın yakın dostu, okültist yazar Gustav Meyrink’in Yapı Kredi Yayınları tarafından dilimize kazandırılmış olan Golem romanı da, Prag’ın Yahudi mahallelerinden doğan bu şehir efsanesini anlatıyor.
Prag Golemi, KaraKarga Yayınları’ndan çıkan,Servin Sarıyer’in çevirdiği İbrani Masalları’nda da karşımıza çıkıyor. Kitaptaki Hahamın Umacısı adlı masal, tarihsel bir kişilik olan Rabi Loew’un ve Meyrink’in Golem’inin bir özetini sunuyor: Kadim Prag şehrinin Yahudi mahallelerinin birinde oturan bilim ve simyayla ilgilenen Haham Lion (tıpkı Haham Loew gibi), ev işlerinde kendisine yardımcı olacak bir “metal kalfa” yapar. Lion, bu metal kadına hayat vermek için yanmayan bir parşömene “Tanrı’nın dile getirilmemesi gereken kutsal ismini” yazar ve bu metal yığının ağzının içine yerleştirir. Meyrink romanında aynı olayı şöyle anlatıyor:
“Kabala’nın kuralları kaybolunca, hahamın biri yapay bir insan-yani Golem’i-yapmış, sinagogda çanları çalarken ona yardım etsin ve daha birçok işi gören uşak olsun diye. Gerçek bir insan olamamış bu, duygusuz, yarı bilinçli bir bitkisel yaşam onu ayakta tutmuş. Yalnız gündüzleri ve büyülü bir yazının etkisiyle canlanıyor, dişlerinin arasına sıkıştırılan bu kâğıtla evrenin özgür güçlerini çekebiliyormuş…
Aynı haham bir kez yukarıya, kaleye, kralın huzuruna çağrılmış, ölünün şemalarını çizip onu canlandırmış da…”
Gerek Hahamın Umacısı’nda gerek de Meyrink’in romanında Golem, tıpkı Frankenstein gibi yaratıcısına isyan eder. Tekrar masala dönelim: Haham Lion, soğuk bir Şabat günü sinagogda vaaz verirken küçük çocuklar kendilerine bir ateş yakması için golemi dışarı çağırırlar. İlk kez sahibinden bağımsız hareket eden golem mahallede büyük bir yangın çıkmasına sebep olur. Yangının sebebini tespit eden saray görevlileri Haham’ı öfkeli Kral Rudolf’un huzuruna çıkartırlar. Kral, Haham’ın hayatını kendisi için bir golem yapması şartıyla bağışlar. Yeri gelmişken belirtelim: Roma Cermen İmparatoru II. Rudolph (1552-1612) gerçek hayatta da bir okültizm ve simya meraklısıydı. Öyle ki Rudolph, Kraliçe I. Elizabeth’in astroloğu, bilim danışmanı, mucit, matematikçi ve simyacı John Dee ve asistanı Kelly’yi değersiz madenleri altına dönüştürmek üzere sarayına davet etmişti. Yine Gustav Meyrink, John Dee’nin hayatını anlattığı Batı Penceresinin Meleği romanında bu simyasal işbirliğine değinir.
Kralın emirleri karşısında boynu kıldan ince Lion ivedilikle metal kadından daha büyükçe bir tahta adam yapar. Fakat “odundan ve tutkaldan” oluşan bu yaratığa hayat verecek kutsal ismi canı pahasına krala vermek istemez. Haham, golemin tekrar kontrolden çıkabileceğinden endişelenmektedir. Kral, Lion’u bu konuda haklı bulur ve golemini yanında götürmesine izin verir.
Golem bir gün yaratıcısı Lion’a: “Asker olmak istiyorum,” der: “Asker olup kralım için savaşacağım. Sen beni kral istediği için yaptın, ben de krala hizmet edeceğim.” Haham, emir kulu bir otomat olarak yarattığı golemin kendisine itaat etmemesinden rahatsız olur, yaratığın bir gün kendisini hatta tüm Yahudileri öldürmesinden endişe eder. İlerleyen paragraflarda golem Haham’ın endişelerini haklı çıkartır, sinagogun kapısına dayanır ve haykırır:
“İçeri girip Tevrat’ı parçalayacağım ki senin üstümdeki gücün son bulsun… Sonra da kendim gibi umacılardan bir ordu kurup kral için savaşacağım, bütün Yahudileri öldüreceğim.”
***
Hahamın Umacısı, Yapısalcı edebiyat kuramcısı Tzvetan Todorov’un enstrümental olağanüstü (instrumental marveolus) olarak tanımladığı türden bir masal. Bu tarz masallarda karşımıza çıkan büyülü araç gereç ya da golem misali odundan tutkaldan yaratılan insanımsılar, masalın anlatı zamanında gerçekleşmesi olanaksız ama bir gün, bir şekilde gerçekleşmesi mümkün fikirler. Nitekim golem yerine robot ya da yapay zekâ; “evrenin özel güçlerini çeken büyülü kâğıt” yerine de mesela radyo dalgaları çeken ya da ışık sinyalleri toplayan tele-robotik bir sistem lafını kullansak, bu okült fanteziler güncel bir çehreye bürünüyor. Ayrıca golemin benzerlerinden bir ordu kurmak istemesi Yıldız Savaşları’ndaki Klon Orduları’nı, bu ordularla bir katliamı hedeflemesi de Terminator dizisini çağrıştırıyor. Örümcek Adam, Demir Adam, Fantastik Dörtlü, X-Men gibi Marvel karakterlerinin yaratıcısı Stan Lee, Hulk’u da Golem efsanesinden esinlenerek yarattığını söylemişti.
**
İbrani Masalları dinsel, ezoterik, tarihsel, arketipal ve metinlerarası ilişkiler bağlamında, konuların meraklılarına keyifli bir okuma deneyimi sunuyor. Bu noktada Denizdeki Cennet masalına da bir göz atabiliriz…
Masal şu satırlarla başlıyor:
“Kadim Tire kentinin kralı Hiram, yaşlı ve pek de akıllı olmayan bir adammış. O kadar uzun bir hayat yaşamış ki, en sonunda ölümsüz olduğuna inanmaya başlamış.”
“İnsan dediğin ölür, ölümsüzlük yalnızca tanrılara özgüdür” önermesinden yola çıkan Hiram kendisinin de bir tanrı olduğuna ikna olur ve bu sırrı halkına açmayı planlar. Çağdaş ruhbilimsel ifadelerle Tanrı kompleksi ve ölümsüzlük hezeyanları içinde kıvranan Hiram, halkının kendisine tanrı olarak tapmasını emreder, birçok kimse de idam korkusuyla bu emre itaat eder. Krallarından daha akıllı ve bilge olduğu anlaşılan bir kısım halk ise “kralın bir tanrı olduğunu gösteren hiçbir kanıt olmadığını” iddia eder ve Hiram’a inanmaz. Danışmanlarına, neden hala halkını Tanrı olduğuna neden ikna edemediğini soran kral, vezirinden şöyle bir yanıt alır:
“Duyduğuma göre ‘Tanrı dediğinin, gerektiğinde yıldırımlar saçtığı bir gökyüzü ve içinde sefahat içinde yaşadığı bir cenneti olur’ diyorlarmış.”
“O zaman benim de bir gökyüzüm ve cennetim olmalı” diyen Hiram, Kendisine bir “Cennet” inşa edebilmek için günlerce düşünür taşınır. En nihayetinde denizin üstünde asılıymış gibi duran bir saray yapmaya karar verir. Binanın ilk katı berrak bir camdan yapıldığı için, insanlar denizin içindeki camı göremiyor, sarayın diğer katlarının havada asılı durduğu yanılsamasına kapılıyorlarmış. Saray göğün yedi katını temsilen yedi bölümden oluşuyormuş:
“Camın üzerindeki ikinci kat demirden, üçüncü kat kurşundan, dördüncü kat parlak pirinçten, beşinci kat cilalı bakırdan, altıncı kat ışıl ışıl gümüşten ve yedinci kat saf altından yapılmaymış.”
Hiram’ın farklı madenlerden oluşan bu yedi katlı sarayı Eski ve Yeni Ahit’te bahsi geçen Danyal Peygamber’in o ünlü rüyasını anımsatıyor. Daniel rüyasında başı altından, kolları ve göğsü gümüşten, karnı ve kalçaları tunçtan, bacakları demirden bir heykel görmüştü. Danyal’a göre bu dört maden dört ayrı imparatorluğu simgeliyordu: Babil, Pers, Grek ve Roma.
Meraklısı bilir; yedi sayısının birçok kültür ve inanç sisteminde “kutsal” bir yeri var: Yedi ana renk, yedi nota, yedi çakra, yedi denizler ve masalda da belirtildiği üzere yedi kat gök… Otuz üç gibi mistik sayıların kökeni olan insan bedeni de yediye ayrılmıştır: Mesela iki kol, iki bacak, baş ve gövdenin iki parçasından oluşan insan gövdesi yedi kısımdan oluşur. Başta da iki kulak, iki göz, iki burun deliği ve bir ağız vardır ve toplamları yedi eder.
Yahudilik açısından bu sayıyı ele alırsak: Yedi kollu şamdan (Menorah), Süleyman Mabedi’nin yedi basamağı, Eriha’nın (Jericho) duvarlarını yedi gün kuşatan yedi rahip ilk akla gelenler. Kabala’da Venüs gezegenine karşılık gelen yedi sayısı, yedi kozmik ilkeyi simgeler. Tevrat’a göre Yaratılış altı gün sürmüş, Tanrı yedinci gün dinlenmiştir. Yedinci gün Tanrı’ya en yakın olunan gündür.
Masonik düşünür ve okültizm araştırmacısı Manly Palmer Hall magnum opus’u Tüm Çağların Gizli Öğretileri’nde Hiram hakkında şöyle yazıyor: “Albert Pike Hiram isminin çeşitli versiyonlarından bahseder: Chiram, Khirm, Khurm ve Khur-Om.” Hall kitabında Hermes isminin tıpkı Chiram gibi “Herm” kelimesinden geldiğini ve ateşle simgelenen Evrensel Hayat İlkesi’nin kişileşmiş hali olduğunu da belirtiyor. Burada “ateşle” simgelenen Evrensel Hayat İlkesi de aslında Kundalini enerjisi… Kısaca Hindu mistisizminin Kundalini enerjisi ile Hiram, Hall’e göre aynı şeydir:
“Masonların Hiram’ı ile Hindu mistisizminin Kundalini’si arasında, Hiram’ın omurga boyunca hareket eden Ateş Ruh ‘un bir sembolü olarak da görülmesine yetecek kadar benzerlik bulunmaktadır.”
Sanskritçe kund, “yanma” kökünden gelen Kundalini kabaca omuriliğin en altındaki sakrum kemiğinde yer alan yaşamsal bir enerjidir. Meditasyon, yoga vb. yöntemlerle bu potansiyel enerjinin harekete geçirilmesi ruhsal aydınlanmanın kapılarını açar.
Denizdeki Cennet masalındaki kral Hiram’ın Kundalini enerjisini, 7 katlı sarayın da insan bedeninde olduğu rivayet edilen 7 çakrayı simgelediğini iddia edebilecek durumda değiliz. Ama masala böyle bir okült anatomik perspektiften de bakılabilir…
Yeri gelmişken; yukarıda da belirttiğimiz üzere, Albert Pike, Khur-om’un Hiram kelimesinin versiyonlarından biri olduğunu vurguluyordu. Çizgi roman meraklıları Marvel’ın efsanevi Conan karakterinin tanrısı Crom’u anımsayacaktır. Acaba Conan’ın Crom’u ile Pike’ın Khur-om’u yani Hiram’ı aynı “kutsal ateşi” mi simgelemekte?
Masalın devamında halk, Hiram’ın deniz üzerine yaptığı o görkemli yanılsama ve kutsal aldatmacaya pek de inanmaz ve hala kralın Tanrı olduğuna dair yeterli kanıt olmadığını düşünürler. Tanrılık kompleksinin sınırlarına dayanmış şaşkın kral Hiram bu duruma çok sinirlenir ve gök gürültüleri ve yıldırımlar yağdırmaya karar verir. Sarayın ikinci katına topladığı yuvarlak dev taşları birbirine çarptırıp gök gürültüsü misali ürkütücü sesler çıkartıp, döner aynalar ve metaller aracılığıyla yarattığı ışık oyunlarıyla da aşağıdaki insanları yıldırımlar saçtığına inandırmaya çalışır. Ta ki gerçek bir fırtına Hiram’ın sarayını yerle bir edene kadar bu Tanrılık oyunu sürer gider…
İbrani Masalları Hahamın Umacısı ve Denizdeki Cennet’ten ibaret değil elbet. Kitapta Nuh Peygamber’in gemisine almak üzere tek boynuzlu at (unicorn) aradığı Tufandan Kaçan Dev; Birinci Haçlı Seferleri komutanlarından Godfrey de Bouillon gibi tarihsel kişiliklerden söz eden Üç Günlük Kral; Grimm Kardeşler’in Cinderella’sı ve Hans Christian Andersen’ın aynı adlı masalının bir karışımı olan Kırmızı Pabuçlar gibi ilgi çekici, zengin çağrışımlarla yüklü masallar var.
Meraklılara tavsiye ediyoruz.
Dipnotlar:
- Arketip: Kök örnek. Bir tür ya da türler grubunun varsayılan atasal tipi.
Kaynaklar:
- İbrani Masalları (2017). (Servin Sarıyer, Çev.). İstanbul: KaraKarga Yayınları.
- Eco, Umberto (2016). Popüler Roman Kahramanları. (Kemal Atakay, Çev.). İstanbul: Alfa Basım Yayım Dağıtım San. ve Ltd. Şti.
- Todorov, Tzvetan (2012). Fantastik: Edebi Türe Yapısal Bir Yaklaşım. (Nedret Öztokat, Çev.). İstanbul: Metis Yayınları.
- Meyrink, Gustav (2015). Golem. (Sezer Duru, Çev.). İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
- Meyrink, Gustav (2015). Batı Penceresinin Meleği. (İsmail Candan, Çev.) İstanbul: Can Sanat Yayınları A.Ş.
- Newton, Isaac (2012). Kutsal Kitabın Yorumu. (Aytunç Altındal, Çev.) İstanbul: Mahya Yayıncılık.
- Hall, Manly Palmer (2014). Tüm Çağların Gizli Öğretileri. (Murat Sağlam, Çev). İstanbul: Mitra Yayınları.
- http://www.salom.com.tr/haber-89773-yahudi_mitolojisi_ve_folkloru_2__golem.html. Erişim tarihi: 5.12.2017.
- http://www.salom.com.tr/newsdetails.asp?id=78151 Erişim tarihi: 5.12.2017
- http://www.hermetics.org/rakam.html. Erişim tarihi: 5.12.2017.
1975 İstanbul doğumlu. İstanbul Anadolu Güzel Sanatlar Lisesi Resim Bölümü ve Gazi Üniversitesi Müzik Eğitim Fakültesi mezunu.
Yirmi yılı aşkın süredir klasik gitarla iştigal eden Yalçın’ın çocuk gitar eğitimi konulu bir yüksek lisans tezi var. Alirio Diaz, Costas Cotsiolis Tillman Hopstock gibi gitaristlerin atölye çalışmalarına katılan Yalçın, piyanist Anjelika Akbar’ın Su ve Bir Yudum Su albümleri için gitar düzenlemeleri yaptı. Kubilayhan Yalçın’ın fantastik ve bilim kurgu öykülerinden oluşan 2453 Alınyazıcı ve Ruhkurtaran adlı iki kitabı var.
Ankara ve Antalya’da yaşayan Yalçın, üçüncü kitabı Milenyum Manastırı’nı yayımlamaya hazırlanıyor.