Klasik polisiye ve onu sevenler açısından, içine gizem, doğaüstü olaylar, metafizik durumlar, büyü yahut mistisizm karışmış hikâyelerin polisiye tanımı içinde yer alması pek de doğru görünmeyebilir. Haksız da değildir bu bakış açısı; neticede rasyonellik ve nedensellik, polisiyenin fıtratında vardır ve kendiliğinden, görünmez bir el tarafından çözülen sorunlar, okur ve yazar anlamında “klasik polisiyecinin” hoşlanacağı şeyler olmayabilir. Öte yandan, katı rasyonellik ile sınırsız metafizik arasındaki ince hat üzerinde gezen ve fantastik edebiyattan çok, polisiyenin damarına yakın duran eserler de yok değil elbet. Bunu söylerken, bir medyumun sihirli küresine bakarak katili bulması nevinden durumları kastetmiyorum.
Tüm zamanların en sevilen polisiye filmlerinden Se7en’da veya en az onun kadar sevilen Angel Heart (Şeytan Çıkmazı) gibi yahut o kadar uzağa gitmek istemezseniz True Detective’in ilk sezonu gibi ucundan kıyısından teoloji, okültizm, satanizm, ezoterizm gibi konulara değinen yapıtları, yöntem ve kurgu unsurları açısından polisiye dışı saymak imkânsızdır. Bir başka popüler örnek vermek gerekirse herkesin az çok fikir sahibi olduğu X-Files (Gizli Dosyalar) dizisini de düşünebiliriz. Hatta yeni kuşak hatırlamayabilir; 1999’da sadece 5 bölüm sürse de bilenler için unutulmaz bir deneyim yaşatan, X-Files’ın yerli uyarlaması Sır Dosyası’nı da yerli dizi örneği olarak sunmak mümkün. X-Files konseptini bazen Anadolu korku anlatılarıyla, bazen şehir efsanesi seviyesindeki satanizm gibi konularla harmanlayan diziye dair incelemem BURADAN okunabilir.
Gelelim bu yazının konusuna. Korku edebiyatından metal müziğe kadar “karanlık” kültürlere aşina olan herkesin kulağına en az bir kez çalınmış olan bir isimden bahsedeceğiz: Aleister Crowley… Ozzy Osbourne’ün müthiş “Mr.Crowley” parçasına ilham veren adam… Nam-ı diğer “Canavar” Crowley’i öne çıkan notlarla tanıyalım isterim önce.
1875 doğumlu Crowley’nin yazar, okültist, mistik, satranç ustası, dağcı, şair, ressam, astrolog gibi unvanları var. “Karanlık sanat” denilen büyünün “kara büyü” kısmıyla derin teması, insan ilişkilerindeki aksi tavrı ve henüz hayattayken hakkında “Dünyanın En Kötü Üne Sahip Adamı” denilmesi, en yaygın bilgilerdir. Bir de annesinin ona daha çocukken “The Beast (Canavar)” lakabını takması… Felsefe, psikoloji ve ekonomi üzerine gördüğü kolej eğitimi sırasında yaşadığı bir deneyim, onu malum konulara yönlendirir. Bu dönem Altın Şafak (Golden Dawn) Hermetik Cemiyeti ile tanıştığı dönemdir aynı zamanda. Peki, yorumu zor imgelerle anlatılan bu deneyim nedir? 31 Aralık 1896 gecesi Stockholm’de yaşadığı bu mistik deneyimi, “Beni, kendime doğru giden yola çekti,” şeklinde açıklar. Yine kendi ifadesiyle “Var olan en saf ve en kutsal ruhsal coşkunun anahtarı”dır bu deneyim 12 ay sonra tekrarlanır. Bunu şöyle anlatır:
“O anda doğamın hayvani tarafı; sonsuzluktan oluşan evrenin tüm güçleri konsantre olup tek bir gülün içinde tezahür etmişçesine ruhumda çiçeklenmekte olan, her şeye gücü yeten, her şeyi bilen, her zaman her yerde var olan Kutsal Ruh’un içkin ilahiliği tarafından terbiye edildi/azarlandı ve sessizleşti.”
Crowley’nin hayat hikâyesi detaylı ve uzun. Ancak konuyu toparlamak için şu noktaların altını çizmekte fayda var: Crowley, okültizmde “sol el inisiyesi” denilen ve esasen kötü/karanlık/şeytani olanı simgeleyen tarafı seçmiştir. Söz konusu “aydınlanma, arınma” deneyimleri aslında onun Luciferian-vari deneyimlerini ifade etmektedir. Crowley ritüelist büyücüdür, arzuladığı karanlıkta derinleşmek için seks ayinlerini, halüsinojik deneyimleri önemser. Bu yüzden içlerinde “büyü sanatını icra eden kadınlar” anlamındaki cadıların yer aldığı bir oluşumdan bile aşırılıkları nedeniyle kovulduğu söylenir. Hatta Altın Şafak’ın çöküşünü onunla başlatan yorumlar da vardır.
Oğlunun Adını “Attaturk” Koydu
Konunun en ilginç yanlarından biri olan, Crowley’nin, oğlunun adını “Attaturk” koyması olayından da bahsetmek gerek. Oryantalist yönü olan, Türkiye’yi de iyi bilen Crowley’nin oğluna koyduğu bu ismin tesadüften uzaklığı aşikâr olmakla beraber neden böyle bir tercih yaptığı da pek bilinmez. Yakın geçmişte hayatını kaybettiği iddiaları sanal âlemde dolaşan Attaturk Crowley de zaten bu isimle ölmemiş, birkaç kez adını değiştirmiş. Orflame isimli kitabındaki “Gidenler, Hayaletler ve Tanrılardır” isimli şiirini Atatürk’e ithaf ettiği söylenir ancak orijinal metni hiçbir şekilde görmediğim için kefil olmak istemem.
Crowley’nin Alter- Egosu Bir Dedektif: Simon Iff
Crowley, Simon Iff’i 1916’daki New Orleans ziyareti sırasında maddi zorluk çektiği bir dönemde yazıp kendi çabalarıyla bastırsa da bundan tek kuruş kazanamamış. Edward Kelly takma ismiyle yazmıştır bu öyküleri ki bu isim de 17. yüzyılda yaşamış bir okültiste göndermedir. İlk olarak “Simon Iff’in Çalışmaları” başlığında 6 öykü, sonra 12 öykülük “Simon Iff Amerika’da”, 6 öykülük “Simon Iff Yollarda/ Uzaklarda” ve son 2 öykülük “Simon Iff Psikoanalist” isimleriyle çıkan Iff külliyatından 12 öykülük olanı, bizde Mitra Yayınları tarafından Simon Iff’in Maceraları: Toplu Öyküler adıyla basıldı. Daha sonra bu karakteri Moonchild (Ay Çocuk) eserinde görürüz.
Crowley’nin Türkçeye çevrilmiş iki kitabından biri olan Ay Çocuk (Altıkırkbeş, 2004) kronolojik olarak Simon Iff karakterini Türkçede ilk gördüğümüz eserdir de. Simon Iff, kendi ifadesiyle Crowley’nin alter-egosudur. Simon Iff’in Maceraları ise 2013 tarihini ve Mitra Yayınları etiketini taşıyor. Bu denli ilginç ve birçok disiplinin konusu olan bir karakterin kitabını Türkçeye kazandırmak elbette saygıdeğer bir iş. Ancak Mitra Yayınları, bu kitapta yayımcılık konusunda sınıfta kalmıştır diyebilirim çekinmeden. Son derece özensiz, bütüncül bir çalışmadan uzak, kötü bir çeviri nedeniyle, zaten karmaşık bir anlatımı olan Crowley’nin aslında zevkle okunabilecek hikâyeleri, yarıda bırakmamak için direnilen bir kitaba dönüşmüş maalesef.
Crowley’nin mistisizm ve metafizik algısı, bilimden büsbütün kopuk değildir. Aksine o, büyünün bir sanat ve bilim olduğunu ileri sürerek fizik yasalarını, matematiği, rasyonalizmi safdışı bırakmaz. Bu notu düştüm çünkü yazının en başında değindiğim üzere, Crowley’nin dedektiflik maceralarında nedensiz bir metafizik yoktur. Orada, karanlıktan gelen bir varlığın veya gökten inen bir elin kendi kendine çözdüğü olağanüstü olaylar görmeyiz. Simon Iff, Ay Çocuk kitabında daha sakin ve nispeten ciddi bir karakterken dedektiflik öykülerinde karşımıza eğlenceli, hiperaktif ve bir miktar da küstah bir dedektif olarak çıkar. Olayları araştırırken somut verileri kullanmaktan çekinmez, ipuçlarını da değerlendirir, kanıtları da…
Öte yandan mistik yönü her zaman olayların içindedir. Bir yanıyla psikanalizden, bir yanıyla sosyolojik birikimden faydalanır. “Simon Iff bir majisyendi. Bir majisyen batıl inançlı bir geri zekâlıdır,” gibi mizahi bir girişten de anlaşılacağı üzere karşımızda öyle sıkıcı, kasvetli bir karakter durmuyor.
Aslen İngiliz olan ve İngiliz kimliğiyle ilgili dokundurmalı esprilere maceralarında sıkça yer veren Iff’in bu kitaptaki öyküleri Amerika’da geçiyor. Bu yüzden Amerika’ya dair iğnelemeler de sıkça karşımıza çıkıyor: “Oh demokrasi! Neden bu ülkede karşılaştığım herkes diğerlerinin aptal olduğunu açıklamaya bu denli hevesli? Eğer gerçekten insanlara saygı gösterip güvenseydiniz, onlara zihinsel ve ahlaki açıdan ahmak muamelesi yapmazdınız. Sizin edebiyatınız ve kanunlarınızdan bahsediyorum.” (s. 92)
Simon Iff Bir Sherlock Taklidi mi?
Açıkçası bu yazıyı hazırlarken bu soruyla ilgili daha önce yapılmış spesifik araştırmalara rastlamadım. Ancak bir yerlerde mutlaka birilerinin aklına gelmiş olduğuna eminim. Her şeyden önce Conan Doyle, Aleister Crowley’den 16 yaş büyük olsa da onunla aynı dönemden ve aynı çevredendir. Üstelik Simon Iff karakteri Sherlock Holmes’ü de andırmaktadır. Özellikle küstahlığı, müşterilerin kendisine geldiği tanınmış bir dedektif olması, hiperaktif ve atak tavrı, kanıtları dokunarak, koklayarak hatta tadarak incelemesi gibi birçok özellik, Holmes’ün bir benzeri olduğunu, ancak “mistik” unsurlar nedeniyle ondan ayrıştırılmaya çalışıldığını düşündürüyor.
Henrik Bogdan ve Martin P. Starr’ın yazdıkları Aleister Crowley and Western Esotericism (Oxford University Press, 2012) isimli eserin, Crowley’nin Mormonizm’e bakışının anlatıldığı bölümünde Conan Doyle, Crowley’nin hiç hazzetmediği birisi olarak geçer. Kitaba göre Crowley, henüz ilk Sherlock öyküsü olan “Kızıl Dosya (A Study in Scarlet)”dan itibaren Doyle’un çalışmalarını incelemektedir.
Spiritüalizmi “Büyünün aptal bir çeşidi” olarak tanımlayan Crowley, Doyle’u ciddiye almaz hatta onun bunadığının kanıtı olarak görür bu uğraşlarını. Öte yandan Conan Doyle, 1898’de, Crowley’nin de dahil olduğu ancak pek sevilmediği Altın Şafak Cemiyeti’ne kabul edilmiştir ve bu kabul için kullandığı referans isimler de Crowley’nin cemiyette olmasını istemeyen isimlerdir. Üstelik Crowley, Sherlock Holmes’ün rasyonalizmini hiç sevmediğini muhtelif kaynaklarda belirtmiştir. Çünkü bu rasyonalizm takıntısının, Conan Doyle’un spiritüalizme eğiliminden kaynaklanan bir kompleks olduğunu düşünür ve küçümser.
Otobiyografik bir eser olan Confessions (İtiraflar)’daysa Crowley, Sherlock Holmes için, “Birkaç zekâ parıltısı haricinde cahil bir dedektiftir,” der ve bu iddiasını, Holmes’ün meşhur “Dünya’nın Güneş etrafında döndüğü bilgisi işime yaramıyorsa neden aklımda tutayım,” ifadesiyle örnekler. Bogdan ve Starr’ın eserinde, Chesterton’ın Peder Brown’ı için “Katolik anti-Sherlock Holmes” denilirken Simon Iff karakteri için de “okültist anti-Sherlock Holmes” denilerek akademik bir karşılaştırmaya tabi tutulur konu.
Katolik Chesterton ile anti-Katolik Crowley ortak bir paydada birleşir: “Holmes’ün yöntemleri gerçekten işe yaramaz, çünkü gerçek insan aklının önemli kısımlarını yok sayar.”
Sonuç
Conan Doyle-Sherlock Holmes örneğinin aksine Crowley, kurgu karakteri Simon Iff’i aşmıştır. Simon Iff, birçok açıdan polisiye kültürü ve edebiyatının kült dedektifi olan Holmes ile kıyaslansa bile sonuç az çok tahmin edilebilir. Polisiye de dahil olmak üzere damarında gizem olan türler açısından Aleister Crowley gibi ilginç figürlerin hem kendi eserleri hem de haklarında yazılmış çalışmaların, “haklarını satın alıp çevirtip basarız” kolaycılığından ziyade bütüncül, titiz bir bakışla ve akademik yöntemlerle Türkçeye kazandırılmasını önemli buluyorum. Bu temenninin Türkiye’deki yayıncılık anlayışı, ticari algı ve okurun çerez eserler beklentisi açısından fazla iyimser olduğunun da farkındayım elbet.
İki Not:
1- 2009 yapımı, Robert Downey Jr.’ı Sherlock Holmes rolünde gördüğümüz serinin ilk filmindeki Lord Blackwood, Conan Doyle’un metinlerinde yer almayan bir karakter olmasına rağmen filmin yapımcıları tarafından, Aleister Crowley’den ilham alınarak yaratılmıştır.
2- Henüz Türkçeye çevrilmeyen Guy Adams imzalı The Breathe of God isimli Sherlock pastiş romanında Sherlock Holmes, Aleister Crowley ile tanışmıştır. İlginç bir okuma deneyimi olabilir. Yayıncılara duyurulur.
[su_divider]
İlk kez, polisiye kültür dergisi 221B’de yayımlanan bu yazı, gözden geçirilmiş bir versiyonla KalemKahveKlavye’de yer almıştır.
1987, Ankara.
Türk Dili ve Edebiyatı lisansı, Yeni Türk Edebiyatı yüksek lisansı…
KalemKahveKlavye’nin kurucusu.
Evli ve iki kedi babası…
Bazı kitaplar yazdı: Kadran Kadraj (2015), Kaosun Kalbi (2020), Yeraltı Kütüphanesi (2020), Gecenin Kıyısından Gelen Suratsız ve Yaşlı Kuzgun: Edgar Allan Poe (2020)