theme-sticky-logo-alt
img-alt
img-alt
img-alt
img-alt

Dr. Ceyhun Emre Doğru ile Stratejik Aklın El Kitabı Üzerine

22 Ocak 2025
119 Okunma

Stratejik Aklın El Kitabı, iş dünyasının sınırlarını aşarak stratejik düşünme becerisinin hayatın her alanına nasıl entegre edilebileceğini gösteren bir rehber. Dr. Ceyhun Emre Doğru, kitabında sadece yöneticilere değil, kendi kararlarını daha bilinçli bir şekilde almak isteyen herkese hitap ediyor ve “Okurlar Ahmet Kaya’nın şarkı sözleri ile Max Weber’in bürokratik meşruiyet teorisinin nasıl bağdaştığına; Farâbi’nin sosyolojik tespitleri ile Harari’nin tarihsel analizlerinin nasıl örtüştüğüne ve Türk Psikiyatri Derneği başkanının argümanları ile Immanuel Kant’ın aydınlanmaya dair fikirlerinin nasıl benzeştiğine şahit olacaklar” diyor.

Dr. Ceyhun Emre Doğru ile Epsilon Yayınevi‘nden çıkan kitabını konuştuk.

Stratejik Aklın El Kitabı’nı tebrik ederek başlamak isteriz. İlk tepkiler nasıl? 

Beni en çok mutlu eden şey farklı eğitimlerden, siyasi görüşlerden, mesleklerden ya da kültürel kodlardan gelen kişilerin kitabı keyifle okuduklarını ve faydalandıklarını ifade etmeleri oldu. Bu tür kitapların genelde tek bir okuyucu kitlesine hitap ettiği düşünülür. Bu ezberi bozabilmek en büyük amaçlarımdan biriydi. Gelen tepkilerin bunu başardığımı göstermesi mutluluk verici.

Adı ve tasarımı gereği ilk gördüğümüzde bir “iş dünyası/kariyer” kitabı gibi geliyor. Bahsettiğiniz şeyler de çoğunlukla o dünyada deneyimlenen ve ilham alınan şeylerse de aslında alan fark etmeksizin bir düşünme tarzını anlatmayı amaçlamışsınız. Ben kurumsal dünyayla pek teması olmayan biri olarak çok güzel tümevarımlar edindim mesela. Bu amaçladığınız bir şey miydi?

Kesinlikle. Enformasyon çağının bize vaat ettiği bir şey var: “Artık herkes daha çok bilgiye çok daha hızlı ulaşabilecek.” Evet, belki ulaşabiliyoruz. Ancak bu kadar bilgiyi doğru bir süzgeçten geçirip sistematik bir şekilde analiz ederek isabetli kararlara varabiliyor muyuz? İşte orası şüpheli. Üstelik bu durum sadece iş dünyası değil, kişisel hayatımızda da geçerli. Tam da bu nedenle kitap her ikisinin kesişiminde yer alan örneklerle dolu. Kitabı okuduktan sonra edindiği fikirleri aile hayatında uyguladığını söyleyen okurlarım bile oldu.

Bu tür kitapların genelde belli bir okur tipini veya ilgi alanını hedeflediğini düşünürüz ilk başta. Ama Stratejik Aklın El Kitabı benzerlerinden ayrılıyor. Kurumsallıkla, iş dünyasıyla bağı olmayan okur için Stratejik Aklın El Kitabı neler vadediyor?

Hepimiz hayatta ne istediğimizi bilip ona ulaşmak istiyoruz. Bu bazı insanlar için başarılı bir kariyer olabilir. Ancak hayat, iş ve kariyerle sınırlı değil. İyi bir ebeveyn olmak, topluma fayda sağlamak ya da hobilerimizle ilgilenmek de pekâlâ önceliklerimiz arasında yer alabilir. Neyi hedeflersek hedefleyelim, ona ulaşmamızı etkileyen iki unsur var: Kararlar ve şans. Bizim sadece ilki üzerinde etkimiz olduğuna göre, daha iyi düşünmeyi ve doğru kararlar vermeyi öğrenmenin hayatımıza yön vermemizi sağladığını söyleyebiliriz. Bu nedenle kurumsal hayatta olsun ya da olmasın, daha bilinçli bir şekilde karar vermek isteyen herkesin kitaptan faydalanacağına inanıyorum.

Anlattığınız meselelerin doğrudan ilgilendiği alan ne olursa olsun felsefeden sosyolojiye, nörobilimden tarihe dek pek çok disiplinle kesişim kuruyor, örnekler veriyorsunuz. Disiplinlerarasılık “Stratejik Akıl” için ne kadar önemli, siz bu açıdan beslenme kaynaklarınızı nasıl belirliyorsunuz?

Günümüzde “hiper uzmanlaşma” dediğimiz bir durumla karşı karşıyayız. Tek bir alanda derinleşen uzmanlar dünyayı ister istemez kendi perspektiflerinden görüyorlar. (Kitapta bu konuda bir Anadolu hikâyesi de var.) Uzmanlık tabii ki önemli. Doktora gittiğimizde hastalığımızın uzmanıyla görüşmek istiyoruz. Ancak günümüzün stratejik kararlar gerektiren kompleks sorunlarının tek bir bakış açısından anlaşılması oldukça zor. Bu nedenle örneğin sosyal bilimlerde diğer alanları tanımak nasıl entelektüel zenginlik sağlıyorsa, iş dünyasında kendi fonksiyonu dışındaki şirket faaliyetlerini bilmek de doğru çözümler üretmeyi sağlıyor.

Disiplinlerarasılık tam da bu noktada önem kazanıyor. Farklı disiplinlerden beslenen karar vericiler, karşı karşıya kaldıkları sorunları çok daha bütüncül ve sistematik bir şekilde görebiliyorlar. Karar verirken de elde ettikleri içgörülerden faydalanıyorlar. Böylece tek bir bakış açısına bağlı kalmıyorlar.

Ben bunu sağlamak için ana disiplinlerdeki temel tartışmaları anlamaya çalışıyorum. Bu yöntem iki şey sağlıyor. Birincisi, her alanda detaylara hâkim olamasanız bile bakış açınız genişliyor. İkincisi, o alanın uzmanlarına doğru sorular sorup daha nitelikli bir tartışma yapabiliyorsunuz.

Bir insanın günde 35 bin karar verdiğini söylüyorsunuz. Kararların bir noktada tercihler olduğunu da göz önüne alırsak akıl, strateji ve birey üçgeninde “seçenekler başkası tarafından belirleniyorsa tercihlerim gerçekten benim midir?” klasik sorusunu nasıl değerlendirirsiniz?

Bu benim de çok kafa yorduğum ve kitapta özel bir bölüm ayırdığım bir konu. Vardığım sonuç ise şu: Ne tamamen kendi tercihlerimizin ne de bize dayatılan şartların bir ürünüyüz. Kararlarımız bu iki dinamik arasında adeta bir sarkaç gibi salınıyor. Hangisinin daha baskın olduğunu ise bilemiyoruz. Bu nedenle okuyuculara şu argümanı sunuyorum: yapabileceğimiz tek şey, verdiğimiz kararların hangi dinamiklerden etkilendiğinin bilincinde olup mümkün olduğu kadar özerk kararlar verebilmek. Kitapta bunun yollarını nasıl bulabileceğimizi tartıştım.

Strateji oluşturmanın, özellikle şirketlerde çalışan profesyoneller için, bir zihniyet dönüşümü olduğunu belirtiyorsunuz. Bunu daha detaylı açar mısınız?

Strateji, binlerce yıldır askeri alanda var olan; İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ise iş ve günlük hayata giren bir disiplin. O günden beri de çeşitli ekollerin etkisi altında. Bunlardan en çok bilineni planlama ekolü. Hala derslerde ve eğitimlerde “strateji nedir?” diye sorduğumda bu cevabı alıyorum. Kitapta öne sürdüğüm temel argüman ise şu: Günümüzde strateji bir düşünme biçimi olmalıdır. Bugüne kadar farklı ekollerin bize sağladığı yöntemlerin günümüzün sorunlarını çözmekte yetersiz kaldığını görüyoruz. O nedenle stratejiyi bir düşünme biçimi olarak benimseyip, bilişsel bir faaliyet olarak uygulamaya ihtiyacımız var.

Kabul edelim ki, düşünmek zahmetli bir iş. Kritik tercihler yapmayı gerektiren stratejik bir karar aşamasında olmak hepimizde endişe yaratıyor. Fizyolojik ve bilişsel kapasitemizi zorluyoruz. Bu bazı strateji şablonlarını ezbere doldurmaktan çok daha zor bir faaliyet. İşte bu nedenle kurumlarda ve bireylerde bir zihniyet dönüşümüne ihtiyaç var.

Pek çok disiplinde bir becerinin doğuştan gelmesi ile sonradan geliştirilmesi kıyasında geliştirme kısmı hep ağır basar. Stratejik Aklın El Kitabı’nda da doğru kararlar vermek için aynı şeyi söylüyorsunuz. Biraz şeytanın avukatlığını yaparak sormak isterim: Stratejik düşünme becerisinde de doğuştan getirdiğimiz potansiyelin önemi gerçekten bu kadar az mı? Veya gerçekten sonradan geliştirmek potansiyeli bu kadar yüksek mi?

İşim gereği stratejik kararlar veren birçok yöneticiyi gözlemleme fırsatım oluyor. Olaylara daha analitik yaklaşıp doğru kararlar verebilen kişilerin ortak özelliklerini anlamaya çalışıyorum. Eğitim, karakter, duygusal yapı, kültür vb. birçok faktörü değerlendiriyorum. Tüm bunların sonucunda vardığım sonuç, kendi düşünme sistematiğini geliştirme becerisine sahip kişilerin daha doğru sonuçlara vardığı. Bu beceriye literatürde metabilişsel düşünme (metacognition) deniyor. Basitçe, “düşünmek üzerine düşünmek” de denebilir. Bu şu demek: bir karara varmadan önce o karar hakkında nasıl düşünmesi gerektiğine kafa yoran kişiler muhakemelerini güçlendiriyorlar ve doğru sonuçlara ulaşıyorlar.

Bazı insanlar içine doğdukları kültür, sahip oldukları karakter ya da yetiştirilme şartları gereğince metabilişsel düşünmeye daha yatkın olabilirler. Ancak olmasalar bile her beceri gibi bu da zaman ve çabayla edinilebilir. Karar vermeleri gereken bir konuyla karşı karşıya kaldıklarında “Nasıl düşünmeliyim?” sorusunu sormayı alışkanlık haline getiren kişilerin karar verme yetkinliklerini artırmak için önemli bir adım attıklarını söyleyebiliriz.

Kitabınızda bilişsel yanılgılar ve önyargılar konusuna değiniyorsunuz. Özellikle de geçmişten getirdiğimiz davranış kalıpları, önkabuller gibi konuları düşündüğümüzde Türkiye sosyolojisini, birey/çocuk yetiştirme konusu açısından nasıl değerlendirirsiniz?

Bugün karar verici konumda olan kişilerin büyük bir çoğunluğu eğitimlerini sanayi devriminin ürünü olan eğitim kurumlarında aldı. Dolayısıyla teknolojinin bu kadar geliştiği bilgi çağına hazırlıksız yakalandık. Üstelik ülkemizdeki sosyolojik yapı eleştirel düşünmeyi kolaylaştıran şartlara sahip değil. Problemleri sorgulamak hoş karşılanmıyor. Orijinal fikir üretmek teşvik edilmiyor. Zaten uluslararası araştırmalar ve sıralamalar da bunu gösteriyor. Ancak yavaş da olsa bu konuda bir farkındalık oluştuğunu gözlemliyorum. Bugün ilköğretimde öğrencilerin kendilerini tanımaları, eleştirel düşünmeleri ve duygularını regüle edebilmeleri için çeşitli faaliyetler yapılıyor. Sorgulayan, araştıran ve öğrenen bir jenerasyonun geldiğine inanıyorum. Fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesillere sahip olmaktan başka umudumuz yok.

Önceki soruyu tekrarlamak istemem ama şunu da merak ediyorum: Bu tür kitaplar, Türkiye’nin her alanda karşımıza çıkan “eşsiz deneyimi”nin duvarına çarpar ve bizim gerçekliğimizi yakalamakta zorlanır. Özellikle örnekler ve tavsiyeler açısından. Yazarken bundan uzak kalmak için özel bir çaba sarf ettiniz mi?

Bu, kitabı kaleme alırken en çok dikkat ettiğim konuların başında yer aldı. Bugün her konuda olduğu gibi düşünmek ve karar vermek alanında yapılan araştırmaların da birçoğu batı kökenli. Bu anlaşılabilir bir durum. Ama oradan elde ettiğimiz kavramları kendimize özgü koşullarla ve tarihsel gerçeklerle de harmanlamak gerekiyor. Aksi taktirde güncel, popüler ve yüzeysel bir jargonun ötesine geçemiyorsunuz. Bu nedenle kitapta temel fikirlerin farklı kültürlerde ve tarihsel bir bağlamlar içerisinde nasıl zuhur ettiğini inceledim ve buna dair örnekler verdim. Okurlar Ahmet Kaya’nın şarkı sözleri ile Max Weber’in bürokratik meşruiyet teorisinin nasıl bağdaştığına; Farâbi’nin sosyolojik tespitleri ile Harari’nin tarihsel analizlerinin nasıl örtüştüğüne ve Türk Psikiyatri Derneği başkanının argümanları ile Immanuel Kant’ın aydınlanmaya dair fikirlerinin nasıl benzeştiğine şahit olacaklar.

Kitapta, “Zihinsel modeller” üzerinden strateji oluşturmanın önemine vurgu yapıyorsunuz. Bu zihinsel modelleri oluştururken en çok hangi beceriler devreye giriyor?

Dünyayı algılamamızı sağlayan kavramsal çerçevelere zihinsel model (mental model) diyoruz. Zihinsel modeller sayesinde elde ettiğimiz bilgileri anlamlandırarak sonuçlara varıyoruz. Bir nevi “zihinsel alet çantası” da diyebiliriz. Bu nedenle alet çantamız ne kadar çeşitli ve zengin araçlarla dolu olursa kavrayışımız da o kadar güçlü olur. Tam tersi durumda ise, yani sadece çekice sahip olursak, her şeyi çivi olarak görürüz. Örneğin piyasadaki bir ürünün fiyatını ele alalım. Eğer zihnimizde buna dair bir model varsa, fiyatın nedenlerine dair arz–talep temelli bir açıklama yapabiliriz. Ancak bazı ürünlerin fiyatının bu modelle açıklanamadığı (örneğin lüks bir markanın aşırı fiyatlama yaptığı) durumlarda bireylerin satın alma tercihlerinin aslında sosyal statü ihtiyacıyla tetiklendiği açıklamasına ulaşırız. Bu nedenle farklı zihinsel modellere sahip olmak gerçek hayatın karmaşıklığına karşı sahip olduğumuz en etkili araçtır diyebiliriz.

“Günümüzün karmaşık dünyasında belirsizliklerle başa çıkmanın yolu stratejik düşünme becerisinden geçer” diyorsunuz. Bu stratejik düşünme becerisinin kuruluşlarda nasıl sistematik bir şekilde entegre edilebileceğini düşünüyorsunuz?

Bireyler gibi kurumlar da öğrenen yapılar. Bu hem özel sektör hem de kamu kurumları için geçerli. Ancak şunu da unutmamamız gerekiyor: kurumlarda da kararları nihayetinde bireyler veriyor. Yani insanın muhakemesini ve karar verme kapasitesini etkileyen her faktör kurumlarda da mevcut. Son yıllarda giderek daha fazla konuşulan davranış bilimleri, insanların ve dolayısıyla kurumların tamamen rasyonel hareket etmediğini gösteriyor. İnsana dair önyargılar, bilişsel tuzaklar ya da sosyal dinamikler kurumları da etkiliyor. Dünya tarihi bu nedenle kritik hatalar yapan şirketler ve kamu kurumlarıyla dolu.

Bunların farkında olup şirketlerin daha stratejik kararlar vermelerini sağlamak için organizasyonel süreçleri tasarlamak gerekiyor. Yönetim kurullarında karar verme süreçleri nasıl? İşe alımda hangi ilkeler uygulanıyor? Bütçe kararları hangi kriterlere göre veriliyor? Bu gibi soruları önceden belirlemek doğru organizasyonel müdahaleleri yapmak için önem kazanıyor.

Çeşitli strateji okullarından ve farklı stratejik yaklaşımlardan bahsediyorsunuz. Bugün bir yandan hakikat sonrası denilen bir paradigma değişimini, bir yandan da başta yapay zekâ olmak üzere hayatımızı kökten değiştirecek araçları deneyimliyoruz. Bahsi geçen ekoller ve yaklaşımlar bugünün ve geleceğin iş dünyası için ne kadar etkili?

Yeni bir çağın başlangıcındayız. Yapay zekânın bilginin toplanması ve işlenmesi konusunda önemli bir aşama olacağı muhakkak. Bir veri ve karar destek mekanizması olarak işlevselleşeceği anlaşılıyor. Ancak karar verme konusunda ne kadar yetkiye sahip olmasına izin verileceğini hala bilmiyoruz. Finansta, sporda ya da eğitimde “buna da yapay zekâ karar versin” diyeceğimiz bir aşamaya gelecek miyiz? Bunu dersek nelerden feragat etmiş olacağız? Yapay zekanın insanın doğasını anlaması mümkün olacak mı? Bu sorulara şu anda cevap vermek çok zor. Ancak yapay zekâyı etkili bir araç olarak kullananların daha iyi karar verebileceklerini düşünmek de mümkün.

Bizden bu kadar. Eklemek istedikleriniz varsa, söz sizin.

Bir kitap yazmak yazar açısından da dönüştürücü bir süreç. Bu kadar kavram, teori ve modelle uğraştıktan sonra kafamda şu soru canlandı: Her şeye rağmen hayat neden bu kadar belirsiz ve insan davranışı neden bu kadar öngörülemez? Bu ilk başta rahatsız edici geldi. Sonra da kendi kendime “iyi ki böyle” dedim. Aksi taktirde çok sıradan bir dünyada yaşıyor olurduk. Oysa insanı insan yapan temel unsurlardan biri tamamen kontrol edilemez oluşu. O nedenle bizler bir yandan kararlarımızı iyileştirmeye çalışırken, diğer yandan belirsizliklere alan açmalıyız. Hayat bizim onu anlama ve kontrol etme çabamıza rağmen bizi şaşırtmaya devam ediyor. Ve öyle de olmaya devam edecek…

Çok teşekkürler…

Yorum 0

    Cevapla

    15 49.0138 8.38624 arrow 0 bullet 0 4000 1 0 horizontal https://kalemkahveklavye.com 300 4000 1