Kerpiç Reçeli Üsküp’ten Türkiye’ye göçmek durumunda kalan bir baba ve dört çocuğunun zorluklarla dolu hayat hikâyesini bizlere anlatıyor.
Tam 522 yıl Osmanlı’nın hükmettiği bir şehir Üsküp. Balkanlardaki çoğu şehir gibi, bu şehirde de pek çok Türk doğup büyüdü, hayatlarını burada geçirdi. 1900’lerde Osmanlı’dan kopmasıyla beraber, şehirde yaşayan Türk nüfusu zor günler geçirdi. Çoğunluğu Türkiye’ye göçmek zorunda kaldı. Arkasında yurtlarını, evlerini, ocaklarını, anılarını ve hayatlarını bırakarak buraya geldiler. Balkanlardan ülkemize göçen çoğu insanımızın anlattığı hikâyelerin yanı sıra, buraya yerleştikten sonra yaşadıkları da anlatılmaya değer hikâyelerdi. Çünkü ne kadar anavatanları olursa olsun, ömürlerini geçirdikleri topraklardan vazgeçip alışkanlıklarını ve her şeylerini bırakıp burada yeni bir yaşama adım atmışlardı. Ve zannedildiği kadar da kolay alışılacak bir yaşam değildi bu.
Ülkemiz maalesef buradan göçmek zorunda kalanlar ve buraya göçenlerin taşıdığı acı ve hüzne bulanmış hikâyelerle dolu.
Nagehan Kruç Şeremet de Balkan göçmeni bir ailenin çocuğu. Ailesinden, yakınlarından dinlediği kederli ve zorluklarla dolu hikâyeleri Kerpiç Reçeli isimli ilk romanında kaleme almış. Kerpiç Reçeli, Üsküp’ten Türkiye’ye göçmek durumunda kalan bir baba ve dört çocuğunun zorluklarla dolu hayat hikâyesini bizlere anlatıyor.
Hikâyeminiz anlatıcısı olan Ender, henüz beş yaşındayken iki ablası, abisi ve babasıyla beraber Üsküp’ten Bursa’daki yakınlarının yanına göçmek durumunda kalmıştır. Romanın başında, Ender’in dedesi olan Ender Ağa’nın ve iki oğlunun (Ahmet ve Mehmet) onları göçme mecburiyetine düşüren durumların öyküsünü dinleriz. Mehmet babasına karşı gelmiş ve sevdiği kızla evlendiği için evinden ayrılmıştır. Küslükleri neredeyse ölene kadar sürmüştür. Ölüm döşeğindeyken sakladığı parasının yerini söyler ama yerini söyleyemeden vefat eder. Bu paraya ulaşamayan ve Üsküp’ten göçmek mecburiyetinde kalan Mehmet ve dört çocuğu Bursa’ya doğru zorlu bir yolculuk geçirir.
Ender, henüz beş yaşındadır. Annesi bir yangında ölmüştür ve neredeyse ömrünce çekeceği anasızlığının yanına, hayat şartlarının kötülüğü ve ağırlığı nedeniyle babasının rahatsızlanması da eklenir. Bakımı için İstanbul’a yeni bir göç bekler onu ve ailesini. İstanbul’da babası tedavi ve bakım için Darülaceze’ye bırakılır. Çocuklar da hayatlarının en kötü günlerini geçirecekleri bir konağa sığınırlar. Konağın sahibi Refik Bey, Üsküp’te Eşref Ağa’nın emrinde çalışanlardan birisidir. Kader budur ki, bu dört talihsiz çocuk bu vicdansız ailenin eline düşmüştür ve dört kardeş türlü cefalar içerisinde bu evde yaşamaya mecbur kalmıştır.
En büyük abla Nadire, birkaç güne zoraki evlendirilir. Fehmi bir berbere çıraklık işine koşulur. Mesude de ev işlerine bakar. Birbirini çok seven kardeşlerin her biri başka türlü zorlukların altında ezilirler. Hem yoksulluk hem anasız babasızlık hem de yurtsuzluk içinde günlerini geçirmeye başlarlar.
Fakat bu çocukcağızların etrafından kötülük hiç ayrılmaz. Yolları sürekli ayrı düşer. Ender komşu kızıyla çok oynadı diye sokakta yatmak zorunda kalır. Fehmi taşıdığı karpuzu düşürdüğü için ölümüne dövülür. Nihayetinde zaten hiç istenmeyen bu gariban çocuklar kapının önüne konulur. Yine bilinmezlikler içerisinde ne yapacağını bilemez halde Samatya sokaklarında kalırlar.
Kitap boyunca, karakterlerimizin gün geçtikçe hayata adapta olma çabaları, hayalleri peşinde koşma niyetlerini görürüz. Ender, ona kol kanat gelen Nebiye Hanım sayesinde okumaya başlar. Her şey yoluna girecek diye umarken, raydan çıkaran bir sürü şey yeniden hayatlarına musallat olur. Tüm karakterlerimiz, taşıdıkları yurtsuzluğu neredeyse ömürlerince hissedeler ve yanlarında taşırlar.
Nagehan Kruç Şeremet, ilk romanında oldukça kederli ve gerçek olaylara dayanan birçok hikâyeyi, yerinden yurdundan göçen insanların hikâyelerini aktarıyor bize. İsterdim ki yazarımız, bu hikâyeleri İstanbul’un değişimi ve dönüşümüyle beraber, aktardığı yıllar boyunca toplumsal yapının değişimini de göstererek aktarsın. Kim bilir belki, bir başka kitabında bunu da hikâyelerine ekler. Kerpiç Reçeli, baştan sona bir yurtsuzluk, mutsuzluk romanı…