Çağdaş Amerikan edebiyatının en iyi yazarları arasında gösterilen Wells Tower’ın ilk öykü kitabı Her Şey Yanmış Her Şey Yıkılmış Holden Kitap‘tan Ertuğrul Pek çevirisiyle yayımlandı. Kitap aynı zamanda Holden#Modern dizisinin 5. ürünü.
Her Şey Yanmış, Her Şey Yıkılmış · Arka Kapak
Wells Tower çağdaş Amerikan edebiyatının en iyi yazarları arasında gösteriliyor. Yazarın ilk öykü kitabı Her Şey Yanmış, Her Şey Yıkılmış The New York Times Editör Seçkisi dahil birçok listeye alındı.
Tower işleri ters giden, hayatları bir anda tepetaklak olan insanları odağına alıyor. Yine de umutları, minik de olsa yaşama tutunacak dayanakları var bu karakterlerin. Atacak son bir kurşunları.
Karısı arabanın ön camındaki ayak izinin kendisiyle uyuşmadığını fark edince evden kovulan bir adam. Üvey babası tarafından ısırılan bir genç. Ormanda kaybolan leoparın gelip onu almasını bekleyen bir çocuk. Viking yağmacıları, hayalperestler, başarısız mucitler, bahtsız babalar ve dik başlı oğullar.
Bu dünya darmadağın, her şey yanmış, her şey yıkılmış.
Wells Tower vahşi bir zekâ ile edebiyatta yepyeni bir sayfa açıyor.
Tadımlık
Her Şey Yanmış, Her Şey Yıkılmış
Tam biz ana karanın gündelik alışkanlıklarına geri dönerken, birisi Kuzey Denizi’nin ötesindeki ejderhalar ve ekinlere musallat olan afetler hakkında konuşmaya başladı. Kim olduğunu hepimiz biliyorduk. Yaklaşık son on yıldır ejderhalar ve ekinleri vuran afetler konusunda büyücü hekim olarak tanınan ve aynı zamanda gümüş paraları bastıran herkese savaş gereçleri getirdiği bilinen Naddod adında dönek bir Norveçli keşişti. Söylentilere göre Naddod işlerini, geçtiğimiz güz Ekin Hasat Ayı’ndan sonra Northumbria’yı bir uçtan bir uca yağmalayıp korku saldığımız seferde halkının başına bela olduğumuz Lindisfarne Adası’ndaki bir manastırdan idare ediyormuş. Artık batıdan esen sert rüzgârlar uğulduyor, toprağı kasıp kavuruyor ve yerdeki otları söküyordu. Benek benek yaralarla bezeli somonlar ortaya çıkıyor ve doymak bilmez çekirgeler uğuldayarak öbek öbek buğdaylara yapışıyorlardı.
Ben bunları aklımdan çıkarmaya çalıştım. Hibernia kıyılarını yağmaladığımız üç uzun ay boyunca evimizden uzak kalmıştık ve artık kadınım Pila’ya kavuşmuştum ve bu bitmeyen yaz günlerinde yuvamızın cennete çok yakın olduğunu düşünüyordum. Evimizi Pila ile birlikte inşa etmiştik. Geniş mavi bir fiyordun karanın karnına kama gibi saplandığı güzel bir ovada çamur sıvalı dal örgü duvarlı şirin bir kulübeydi. Yaz akşamları genç karımla evimizin önünde patates şarabından kafamız kıyak oturur ve güneşin turuncu eteğiyle ufku örtmesini seyrederdik. Böyle zamanlarda, insan güzel mütevazı bir duyguya kapılıyor, sanki önce Tanrılar bu yeri, bu ânı yaratmış da ardından sadece orada olup tadını çıkaralım diye bizi yaratmış.
Bol bol sevişip hayatın tadını çıkarıyor ve yatakta Pila ile yan gelip yatıyordum, gerçi evin yanı başından uğuldayarak esen keskin rüzgârları duyduğumda bunun ne anlama geldiğini biliyordum. Birileri buradan gemiyle üç haftalık bir mesafeden yazımızın içine ediyordu ve muhtemelen bundan dolayı kıçlarına kırbacı yapıştırmak gerekiyordu.
Elbette Sarışın Djarf daha karısı kıyıdan iç taraflara doğru kanat çırpan şu ejderhaları görmeden önce saldırıya geçmeye dünden hazırdı. Kendisi gemimizin reisiydi ve savaş delisiydi. Savaşma hırsı o kadar korkunç ve bulaşıcıydı ki bir keresinde Frenk kölelerden oluşan bir grubu dolduruşa getirip güneye kendi yurttaşlarına eziyet edip zarar vermeye yönlendirdi. Köleler durumu anlayana ve aniden tutumlarını değiştirene kadar dört gün gayet iyi yağma yapmıştı. Köleler arkasından ona yetişip etrafını sardığında Djarf, Ren Vadisi’nin içlerine doğru çarpışarak yol alıyor, çocuklardan ve çiftçilerden oluşan kıçı kırık yurttaşların yedek askeri kuvvetleri arasından durmadan ilerliyordu. Orada bulunanlar Djarf ’ın tümüyle vahşileştiğini ve iki geniş ağızlı savaş baltasıyla kudurmuş gibi saldırarak önündeki hatlarda bulunanları mısır koçanındaki taneler gibi çiğnediğini ve baltaları kırıldığında, birinin kopmuş bacağını alarak sopa olarak kullandığını, korkunç görüntüsü karşısında bu yumuşak taşralıların geri çekilip kendisine gemiye kadar geniş bir yol açtığını söylüyorlar.
- 197-198