Sadece metal kültürünün değil bütün bir müzik yayıncılığımızın köşe taşlarından biri olan Headbang, 7 Nisan 2020’de kaybettiğimiz kurucusu Çağlan Tekil ‘e adanmış özel bir sayıyla yayın hayatına veda ediyor. 2017’de Karakarga Yayınları’ndan bookazine formatında yayımlanmaya başlayan derginin bu son döneminin altıncı sayısı, son sayı olarak arşivlerimizde yerini aldı. Bülteninde “Metal camiasının Don Kişot’u Çağlan Tekil’e heavy metal bir veda!” denilse de bu sayının başka alametifarikaları da var.
Rock altkültürünün Türkiye’deki altın çağı sayılan 90’lardan bugüne bir süreklilik sağlanıp sağlanmadığı, mevzuya dair en tartışmalı sorulardan biri olagelmiştir bizde. Headbang‘in bu son sayısı bu soruya bazı açılardan cevap da veriyor. Buraya döneceğiz.
90’lardan önceki müzik yayıncılığı bizde daha çok magazin ve röportaj gibi “gazetecilik” faaliyetleri halindeydi. 80’lerin sonunda kesintili girişimlerle başlayan dergicilik liginde 90’ların başında görünmeye başlayan fanzinler, bu on yıllık ayrıksı dönemin de tetikleyicisi olarak karşımıza çıkmıştı.
Halihazırdaki gazetecilik tecrübesini hem ifade aracı tercihi hem de ekonomik nedenlerle bir fanzinde kullanmak isteyen Çağlan Tekil Laneth‘in ilk sayısını yayımladığında tarih 1 Mayıs 1991’di. İlginç bir tesadüfle, aynı gün fanzincilik geleneğimizin bir başka ayağını hareketlendiren Mondo Trasho da çıkmıştı.
Laneth, sadece müzik özelinde değil tüm fanzin ve altkültür yayıncılığında, fikir babası olan Çağlan Tekil’le birlikte bir ikon haline geldi. Daha sonra Blue Jean ve Headbang gibi barkod giyen işlerde de, 90’ların sonunda başladığı Non Serviam gibi bağımsız yayınlarda ve o dönemlerden hayatının son dönemlerine dek sürdürdüğü konser organizasyonlarında; yani mecra fark etmeksizin her yerde Laneth ve Çağlan Tekil tavrı aynı şekilde sürdü.
Çağlan ve Laneth‘le ilgili bu girizgâhı dört paragraf önceki soruya bağlayalım: 90’lar sosyokültürel ve politik açıdan bugünlerden daha parlak zamanlar değildi. Nostalji, kötü anıları zamanla silikleştiren insan zihninin iyileri kalıcı hale getirerek ürettiği bir hastalık. Bunun üzerine elbette 2000’lerden sonra yokuş aşağı düşüş hızımız epey arttığı için geçmişe özlem duyma eğilimi anlaşılabilir hale geliyor. Ama bu yine de hiçbir şey üretmeden, geçmişe saplanıp kalmanın bir sorun olduğu gerçeğini yok etmiyor.
Geçtiğimiz yaz yayımlanan ve Çağlan Tekil’in son röportajlarından birini de içeren kitabım Yeraltı Kütüphanesi‘nde 90’ların bu altkültür matbuat arşivini şöyle bir toparlamış, geçmişle gelecek arasında kurulması muhtemel köprülere bir giriş yapmak istemiştim. Gerek kitapta gerek verdiğim röportajlarda bu nostalji hastalığının altını özellikle çizmemin yegâne sebebi, nostaljinin pasifleştirici etkisine mümkün mertebe bir panzehir sunmaktı. Asla geri gelmeyecek anılara sarılmak, bizi Che’nin deyimiyle “bala düşmüş karınca” haline getiriyor çünkü. 90’larda da bin türlü imkânsızlıkla, dur kalklar ve zik zaklarla sürdürülen ama her durumda inanılmış, nitelikli işler ortaya koyan bu altkültürün 2000 sonrasında sürdürülememesinin tek sorumlusu internet, ekonomi, değişen zevkler değil: Yığınların nostaljiye tutunup yeni bir şey üretmeme veya yeninin imkânlarını reddetme eğilimi.
En olmayacak zamanda en imkânsız görünen işlere girişme huyunu bırakmadan, ana akımın içerisinde yer aldıktan sonra bile fanzin çıkarmak isteyebilen, yayıncılıkla yetinmeyip konser organizasyonuna girişen, 2000 sonrası kuşağını Laneth Bir Gece konserleri altında Dr. Skull, Metafor, Asafated ve Athena’nın oldschool punk seti başta olmak üzere daha birçok isimle buluşturan Çağlan Tekil örneği, bize yukarıdaki o meşhur soruyla ilgili ipuçları veriyor.
“Süreklilik sağlandı mı?” Bir bakıma evet, ama çoğunlukla hayır.
Evet; çünkü bugün yayıncılıkta nitelikli işler gördüğümüz her işin mutfağında mutlaka 90’ların yayıncılığında pişen veya o dönemi bir yerinden yakalayıp özümseyen birilerini görmemiz işten bile değil.
Hayır; çünkü o dönemde pişip de bugün bu alanda çalışmaya devam edenlerin içinde günü yakalayabilenlerin, yakalasa da süreklilik sağlamayı gözetenlerin sayısı ne yazık ki çok az. Yayıncılığı -kimi haklı sebeplerle- bırakanlar da var, bu sektörden ekmek yemeye devam ederken sesi cılız çıkanlar da var, tenha bir yol bulup kendisini orada tek ve özel ilan ederek konforunu bozmayanlar da… Tercihler kişilerindir tabii, yargılama değil yalnızca tespit bunlar.
Kişiler, isimler çekilince tüm bunlardan geriye benim de sık sık tekrarladığım bir durum kalıyor ve bunu teyit etmek bir nebze iyi hissettiriyor: Zarife Öztürk, Headbang‘deki yazısında “Çağlan her şeye rağmen hiç de geçmişte yaşayan bir adam değildi. Geçmişin hakkını verir, şimdide yaşar, geleceğe bakardı,” (s.32) diyor.
Yeraltı Kütüphanesi‘ndeki, vefatından birkaç ay önce yaptığımız röportajda ise bana şöyle demişti: “2000’lerin hiçbir şeyini sevmiyorum açıkçası. Ben hâlâ 90’ların o tutkulu halinin peşindeyim. O yüzden yaptığım işlerin çoğu da nostaljik dokulu şeyler ve benim gibi bir sürü insanın olduğunu düşünüyorum, o günleri özlediklerini de biliyorum.” (S.162)
Bu ikisi birbiriyle çelişiyor gibi görünebilir ama ortaya konan işe, ürüne baktığınızda öyle olmadığını görmeniz uzun sürmeyecektir: Bir işi kalıcı, sürekli ve özel kılan; arkasındaki insanların geçmişe bakıp nostalji hastalığıyla pasifize olmak yerine üretmeye devam etmeleri.
Bugün fanzin yapmak, dergi yayımlamak, yayıncılıkta kalem oynatmak veya Türkiye’nin yayıncılık geçmişini araştırmak isteyen herkesin karşısına çıkacak mecralar arasında Laneth‘ten Blue Jean‘e, Non Serviam‘dan Headbang‘e uzanan ekolün de çıkmasının en büyük nedeni, Çağlan Tekil’in bu nostalji tuzağına düşmemiş olması kuşkusuz.
Türkiye’nin 90’larda oluşan bu altkültür yayıncılığı bize sadece bu kültürün kendisini değil bugüne dek uzanan bir yayıncılık ve tavır geleneğini de hediye etti. Rock müzik yayıncılığının 1 Mayıs 1991’de Laneth‘le açılan yeni perdesi, memlekette neredeyse tamamen ters yönden esen değişim rüzgârlarına rağmen bugüne dek uzanmayı başardı.
Sadece Çağlan Tekil değil; 90’larda pişen, kendi gençliklerinde bir önceki dönemin tecrübesini özümseyenler bugünkü kültür ortamına da rol oynuyor. Bazıları sıkı dostluklarına devam ediyor, bazıları uzun zamandır birbirinden haber almıyor, bazıları da birbirinden hiç ama hiç hazzetmiyor. Bu aşk veya nefret ilişkilerini bu yazı özelinde paranteze almayı yeğliyorum. Buradan, kendi yaşımdan ve masamdan baktığımda edebiyattan müziğe, fanzincilikten dergiciliğe bu kültüre imza atmış, iz bırakmış insanların bugün bir yerlerde üretmeye devam etmelerinden mutluyum.
Şimdi biraz Headbang‘in son sayısından bahsedelim artık.
Birazdan sizi yeni bir tespit silsilesine sokmamak için bu sayıyla ilgili temel fikrimi baştan söyleyeyim: Aslında Çağlan’a ve Headbang‘e veda gibi tatsız bir amaçla bir araya gelinse de 90’lardan bugüne, Laneth‘ten bu son sayıya kadarki zamanın bir belgeseli çekilmiş adeta. Farkında olarak veya olmayarak sıkı bir 90’lar ve altkültür arşivi niteliğinde hazırlanan bu son sayı, sadece Headbang ve dergiler arşivinin değil kaynak kitaplar rafının da önemli parçalarından olacak. Üstelik, kızanlar olacaktır ama, bu isimleri doğrudan bu amaç için bir araya getirmek ve bu kadar detayı anlattırmak da normal şartlarda imkânsız değilse de epey zordu sanki. Çağlan Tekil artık aramızda değilken bile misyonunu sürdürüyor olmalı.
Özellikle kuru bir nostalji arayışıyla değil de bu ekolün tavrına uyan bir tatla hazırlanması da yukarıda anlattıklarımı pekiştiriyor.
Bu sayı, ekolün emektarlarından sevgili Doğu Yücel’in editörlüğünde, imzası yüz metreden tanınan güzel insan Mazhar Bilgiç’in kapak ve sayfa tasarımıyla hazırlanmış.
Çağlan Tekil, bu son sayının her sayfasına sinmiş olsa da klasik Headbang düzenine sadık kalınmış: Çağlan Tekil dosyası ve harici içerikler bir arada yer alıyor.
Çağlan Tekil dosyası Laneth Dönemi, Non Serviam Dönemi, Blue Jean Dönemi olarak üçe ayrılmış.
Aptülika’nın Laneth fonu üzerindeki Çağlan Tekil illüstrasyonuyla açılan dosyada karşımıza çıkan isim listesi dolu dolu: Zarife Öztürk, Aysın Önen, Nikki Wild, Tolga Akyıldız, Süreyya İzgi, Metalium’dan Mazhar Şiringöz, Pentagram’dan Cenk Ünnü, Dr. Skull’dan Alper Yarangümeli, Radical Noise’dan Emre Şahin, Yüksek Sadakat’ten Kutlu Özmakinacı, Zeynep Okyay, Çetin Cem Yılmaz, Gülşah Güray, Güray Topaç’ın röportaj konuğu olarak Adil Akbay, Yücel Şahinbeyoğlu, Şanver Ofluoğlu, Burcu Akkurum, Necati Tüfenk…
Dosya yazılarının yanı sıra yazarların Çağlan’la doğrudan veya dolaylı çağrışımlar yakaladıkları Albüm Albüm Çağlan Tekil ve Doğu Yücel’in anlatımıyla apayrı bir belgesel tadındaki Headbang Tarihi gibi parçalar da dosyayla kesişimler içeriyor.
Çağlan Tekil dosyası haricinde karşımıza çıkan başlıklar da şöyle:
- Röportaj ve incelemelerde; Mayhem, Metalium, Amorphis, Rage Against the Machine, Pentagram, Paradise Lost, Horrocius, Emre Alkoç, Knight Errant, Seçkin-Ömer Geberit (Rötbrains), Rick Rubin, Misþyrming,Voivod, Mustafa Gürcalioğlu (Decaying Purity),
- Bahar Heper ile Güray Topaç’ın 13 Eylül 1992’de Bostancı Gösteri Merkezi’ndeki “olaylı” ve bol şehir rivayetli Sodom konserini sordukları organizatör Aydın Tuna röportajı,
- Doğu Yücel’in Hail Satan? belgeselinin yapımcısı Gabriel Sedgwick ve The Satanic Temple sözcüsü Lucien Greaves ile röportajı,
- Arşive önemli bir not düşüş olarak gördüğüm Headbang yazarlarının 2010’ların En İyi Metal Albümleri seçkisi…
Çağlan Tekil’le karşılaşmamızı, buluşmamızı, röportajın kısmi arka planını Yeraltı Kütüphanesi‘nde anlattığım için tekrara düşmek istemiyorum. İlk planda bambaşka sebeplerden karşılıklı bir gerilimle de olsa sonrasında bunun geç bir tanışma olduğunu anlamıştım. Hayatını üretmeye adayan ve bundan zerre şikâyet etmeyen biri olarak hâlen denemekte olduğum şeyi başarmış birinin var olduğunu bilmek de, onunla karşılıklı bira içmek de güzeldi. Onun biçimlendirdiği, yönlendirdiği bu ekole omuz verenlerin hazırladığı bu “Heavy Metal bir veda” da dört dörtlük. Sızlayan ellere, ağrıyan başlara, kanlanan gözlere sağlık…
Not: Headbang #6‘yla ilgili Doğu Yücel’in paylaşımını da hem hazırlık sürecine ışık tutması hem de bu yazıda adını anamadıklarımı eksik bırakmamak adına BURAYA bırakmak isterim.
1987, Ankara.
Türk Dili ve Edebiyatı lisansı, Yeni Türk Edebiyatı yüksek lisansı…
KalemKahveKlavye’nin kurucusu.
Evli ve iki kedi babası…
Bazı kitaplar yazdı: Kadran Kadraj (2015), Kaosun Kalbi (2020), Yeraltı Kütüphanesi (2020), Gecenin Kıyısından Gelen Suratsız ve Yaşlı Kuzgun: Edgar Allan Poe (2020)