Joe Stevens tarafından gerçekleştirilen ve 16 Ağustos 2000 Çarşamba günü Long Beach Press-Telegram’da Bukowski’nin 6.ölüm yılında basılan bu röportaj, Çiğdem sirkeci çevirisiyle Mayıs-2004 tarihli Kaçak Yayın dergisinde yayımlandı.
“Yazdıklarını okuyup tahminde bulunabileceğiniz biri değildi O”
Linda Lee Bukowski, oturma odasında kanepeye uzanmış, elinde bir pina colada, videoda kocasının, Hank’in bandını izlemekteydi. Bar kavgaları; kafasına doğrultulmuş bir tabanca ile yeteneğinin ve sıkı çalışmasının kombinasyonu olan bir hikâye; Hank, kırmızı şarabını yudumlarken kaba ve meydan okuyan tarzıyla anlatıyordu.
Linda onun esprilerine gülüyor. Bazı anlarda gözleri doluyor. Konuklarının önünde ağlamıyor fakat onların ayrılışından sonra, kendi ebedi keder ve yalnızlık anlarında gözyaşı dökecek.
“Her zaman üstesinden gelemiyordum,” diyor Linda. “Her gün ağlıyordum. Tamamen absürd bir durumdu. İnsanın bir parçasını kaybetmesi gibiydi. Ne yapabilirdiniz ki! Benim diğer yarım gitmişti.”
Underground edebiyatın ikonu Charles “Hank” Bukowski, beden olarak bu dünyadan ayrıldı, ama ruhu çiftin San Pedro’daki evinde hâlâ capcanlı. Ölümünün üzerinden altı yıldan daha fazla bir zaman geçmiş olmasına rağmen Bukowski, büyük bir okuyucu kitlesini cezbetmeye devam ediyor. Yaşasaydı 80.doğum gününü kutlayacak olan bu çalışkan adamın sesi, bugün bile unutulmaktan çok uzak.
Bukowski bir kimsesizdi. Yakın arkadaşı yoktu ve haftada dört beş gün at yarışlarına gider, bahis oynardı. Çok üretkendi, düzyazı ve şiirlerinin yer aldığı 50’den fazla kitap yazdı. Pis Moruğun Notları (Notes of a Dirty Old Man-1969), Postane (Post Office-1971) ve Ekmek Arası (Ham on Rye-1982) içki, kadınlar, delilik ve başarısızlık üzerinde meşhur bölümlerin yer aldığı kitaplardan birkaçıdır. Bukowski’nin yazdığı 1987 tarihli Barfly filmi de kusurlu bir kahramanın biyografik hikâyesini anlatmakdadır.
Hank, özlü anlatımın, Hemingwayvari yazış stilinin yanında, genelevler ve barlar üzerine yazan huysuz alkolik yazar imajı ile tüm dünyada tanınmakta. Bazıları onun sadece bir imaj, gerçekliği olmayan bir yazar olduğunu ileri sürerken, pek çoğu için Bukowski en etkili, en yenilikçi underground yazarlardan biri. Söz konusu okuyucular için duygusal, tinsel ve entelektüel derinliği olan edebiyatı ile bir ikon.
“Onun yanı başında uzandığım ve aklımdan ‘şaka mı bu? Yanımdaki, dâhi Charles Bukowski’ dediğim zamanlar oldu” diyor Linda. Fakat bu duygu çok uzun sürmezdi. O, öncelikle benim erkeğimdi; sonra bir yazardı.”
Madalyonun Diğer Yüzü
Herkesçe bilinen çalışmalarının dışında, Bukowski’nin bir diğer yönü vardı; sadece birkaç kişinin şahit olduğu günlük yaşamı. Linda, kızı Marina Bukowski Stone ve kitaplarının yayıncısı John Marrtin, onun gerçek kişiliğini görebilen kişilerdi.
Okuyucular, kitapları ve biyografileri yoluyla kendilerini Bukowski’ye yakın hissederken, bu üç kişi, mürekkep ve kağıt ile sınırlanmamış dünyasına tanıklık ettiler. Her birinin ilk olarak söylediği şey, Bukowski’nin kitaplarında büründüğü karakterin, Henry Chinaski’nin, gerçek kişiliğinden çok uzak oluşuydu. Ancak, ne söylenirse söylensin, Bukowski’nin imahının daha farklı düşünülemeyeceği bir gerçek.
Bukowski’nin kitaplarını yayımlayan Black Sparrow’u yöneten ve düğününde Bukowski’ye sağdıçlık yapan Martin, “İnsanlar neye inanmak istiyorlarsa ona inanırlar,” diye açıklıyor. “Shakespeare’in nasıl bir kişiliği vardı? Hiç kimse bilmiyor. William Faulkner’dan Walt Whitman’a bütün büyük yazarlar halk arasında, arkadaşlarının tanıdığı, bildiği gerçek yüzlerinden çok farklı kişiliklere bürünürlerdi. Faulkner büyük bir alkolik ve genç kızları seven biri olarak tanınırdı. Peki, gerçekten öyle miydi?”
Bütün bunlara rağmen Bukowski’nin kitaplarındaki karakterinde kendine dair bazı gerçekler yer almaktadır şüphesiz. Gerçekten sıkı bir içiciydi, ama bir sarhoş olarak tanınmasının altında kalabalıklardan korkması yatıyordu; çevresini saran insan kalabalığı ile başa çıkabilmek için verdiği konderanslara çoğunlukla sarhoş olarak katılırdı.
“Yazdıklarını okuyup tahminde bulunabileceğiniz biri değildi O,” diyen Marina Bukowski Stone, Bukowski’nin tek çocuğu. “Tipik bir babaydı. Beni okuldan alırdı ve birlikte sıradan sayılabilecek pek çok şey yapardık, konuşmak, yemek yemek gibi. Dünyanın geri kalanı için O –edebi anlamda- ‘Charles Bukowski’ idi. Benim içinse O, babamdı.”
Marina, 35 yaşında bir bilgisayar programcısı. San Rafael’de 3 yaşındaki oğlu Nikhil ile yaşıyor. Babasıyla hiçbir zaman kavga etmediğini, küçük bir çocukken onu hiç sarhoş olarak görmediğini ve babasıyla annesi arasında hatırlayabildiği tek anlaşmazlığın caz konusunda yaşandığını belirtiyor. Annesi bir caz tutkunu olmasına rağmen, babası cazdan nefret edermiş. Marina’nın Bukowski ile ilgili anıları her açıdan pozitif görünüyor.
“Sadece, orada bir yerde yaşıyor olduğunu bilmeyi özlüyorum,” diyor Marina. “Onu hâlâ bu kadar özlüyor oluşum gerçekten çok şaşırtıcı. Şunu söyleyebilirim ki gerçekten çok derin bir kayıp… Herhangi bir pişmanlığım yok. Birbirimizi sevdiğimizi ikimiz de biliyorduk. Üstelik bunu ona söyleme fırsatım da oldu. Fakat babamın torununu görmesini isterdim. Oğlumla çok mutluyum ve onun büyükbaba olduğunu görebilmeyi hayal ediyorum.”
Marina, Santa Monicalı şair Frances Dean Smith (yazılarını Franceye adıyla imzalamıştır) tarafından büyütüldü. Çift hiç evlenmedi. Bukowski iki kere evlendi; birincisi Barbara Frye ile 2 yıl sürdü. Diğer evliliği ise Linda ile gerçekleşti ve 18 yıl sürdü.
Aşk ve Savaş…
Linda ve Hank (tam adı Henry Charles Bukowski) belki de bir yazar ve ilham perisi arasında gerçekleşebilecek en ateşli ilişkilerden birini yaşadılar. Bazı topluluklarda, sıradışı kavgaları ile bilinirlerdi.
Linda, Hank’in videosunu izlerken, şu an kendisinin uzanmış olduğu kanepede ikisinin oturmakta olduğu bir sahneye rastladı. Hank’in onu aşağılayıcı isimlerle çağırdığı ve evden attırmak için avukatlar tutmakla tehdit ettiği korkunç bir kavgaya tutuşmuşlardı. Kavga, Hank’in Linda’yı kanepeden tekmelemesiyle ve Linda’nın bir kadeh kırmızı şarabı dökmesi ile son bulmuştu.
“Bu yaşananların en kötüsüydü,” diyor Linda. “O, asla bana elini kaldırmamıştı. Bu Hank olamazdı. Sarhoş, kabaydı ve beni itti. Dört ya da beş şişe şarap içmişti. Şarap döküldüğünde döşemeleri ve aynı zamanda benliğimi mahvetmişti. Küfretmekte üstüne yoktu.”
Hank, Linda’yı ittiği ve küfür etmeye başladığı anda çizgiyi aşmıştı. Fakat bu noktaya kadar, tartışma kısmen jest içinde geçiyor gibi görünüyordu. Bazıları, çiftin herkes tarafından bilinen aşklarından dolayı bu tartışmaların kurmaca olduğunu ispatlamaya çalıştılar. Linda, yaşananların kensinlikle gerçek olduğu konusunda ısrar ediyor.
“O benim hayatımın aşkıydı, “diyor Linda. “Ona ‘tüm hayatlarımın aşkı’ diye seslenirdim. Bazen zor bir insandı ama aynı zamanda benim için en değerli insandı o.” 1,50 boyundaki bu küçük kadın, 1,80’lik kocası kadar sert ve öfkeliydi. Bununla birlikte, Almanya’da Andernach’da doğup 2 yaşında Los Angeles’e göç eden Hank’den farklı bir çevreden gelmekteydi.
Hank, babasından sürekli dayak yiyor oluşunun verdiği ıstıraba katlanmak için 13 yaşında içkiye başladığından bahsederdi sık sık. Buna karşın Linda ise Pennsylvania’nın Bryn Mawr kentinte kültürlü ve eğitimli bir şekilde yetişmişti.
“Istıraplı bir yaşamı vardı,” diyor Linda. “Biliyordum ki onun kızgınlığı bu ıstıraplı yaşama karşı tepkisinin bir göstergesiydi. Öfkesini dışarı vurabilmek için bir şamaroğlanı aranırdı ve bazen bu ben olurdum.”
Linda ve Hank, Eylül 1976’da görüşmeye başladılar. Troubadour’da bir konferans sonrası, 25 yaş genç olan Linda’nın Hank’e yaklaşmasıyla tanışmışlardı. Çift, San Pedro’daki evlerini 1978’de Hank yazmakla uğraşırken ve Linda Redondo Beach’de sağlıklı yemek restoranını işletirken satın aldılar. İlişkilerinin odağı kavga etmek değildi, ama yine de kavgalar Linda’nın iki kere evi terk etmesine neden olmuştu. Her iki ayrılık bir yıl sürmüştü. Çift 1985’te San Pedro’da evlendiler.
Uzun süren ilişkiler Hank’e göre değildi, ama Linda ve O, bu yeniliği birlikte tattılar. Hank, bilgeliğini ve sayısız hayat deneyimini ortaya koyarken, Linda güçlü kişiliği ve bireyselliklerine verdiği özenle kendi payına düşeni yerine getirmekteydi.
Linda, “Ona hassas olmayı öğrettim,” diyor. “Kişiliğinin hassas yönü ile daha uyumlu biri haline gelmişti.”
Kaba saba Hank, hassas yönünde daha fazla kaçamadı. Bu, ona bir insan ve yazar olarak gelişme imkânı verdi.Gerçekten de pek çok eleştiride Bukowski’nin en iyi çalışmalarını hayatının ileri dönemlerinde, onu, alkolü bırakma ve diyetine dikkat etme konusunda ikna eden Linda’yla birlikteyken ortaya koyduğundan bahsedilir.
Bahçe, Çiçek Satışı…
Linda çıplak ayakla. San Pedro’daki evinin ön avlusuna doğru yürüyor. Her bir ağaç ve bitkiyi tek tek işaret ediyor; muz, şeftali, kayısı, incir, limon, üzüm, greyfurt ve daha fazlası. Bahçe devasa bir yer. 1994’te Hank’in ölümünden sonra Linda’nın projesi haline gelmiş.
Geçmişte kocasına olan düşkünlüğü gibi, şimdi de kedilere aşırı derecede düşkün olduğundan bahsediyor Linda. Misafirleri gelince etrafa dağılıp saklanan 11 tane kedisi var.
Linda’nın evi, erkeğine bağlılığını, saygısını ispatlıyor. Yazarın üst kattaki çalışma odası, belki de tahmin edilenden daha dar. Buraya, Hank’in lösemi sonucu ölümünden beri dokunulmamış. Yazarın giysilerinden bir kısmı odanın içinde saçılmuş durumda.
“Bazen oraya çıkıyorum ve havada onun kokusunu duyuyordum,” diyor Linda. “Bu koku, sanki o oradaymış gibi hissettiriyor.”
Evin her tarafında Hank’in pek çok resmi asılı. Aktör Sean Penn ve Harry Dean Stanton ve Barfly ve The Charles Bukowski Tapes filmlerinin yapımcısı Barbet Schroeder, 80’lerin başında Bukowski’lerin arkadaşları olmuşlar. Evde, bu meşhur isimlerin Hank ve Linda’yla çekilmiş fotoğrafları da var.
Jakuzi ve bir havuzun bulunduğu zevkli döşenmiş bu evde Bukowski’ler, Hank’in kitaplarında sıkça anlatılan zor ve acımasız hayatlara oldukça zıt bir yaşantı sürdüler.
“Elbette o şöyle derdi: ‘Bilmiyorum evlat. Bu küçük burjuva zırvalığı hakkında bir şey bilmiyorum’ Fakat her yolculuk dönüşü doğruca jakuziye giderdi,” sırrını veriyor Linda.
Linda, onun çalışmalarından oluşan büyük bir kütüphane oluşturmuş. Arşivde Japonca, İbranice, Almanca ve bir düzine kadar başka dillerdeki kitap yığınına dikkat çekiyor. Bu çevirilerin yalnızca bu yıla ait olduğunu da sözlerine ekliyor.
Black Sparrow’dan Martin, kesin rakamlara sahip olmamakla beraber, tahmini olarak Bukowski’nin dünya çapında 1 milyon kitabının satıldığını ve çok yakında bu rakamın 2 milyona yaklaşacağını belirtiyor.
Her yıl, Bukowski’nin kitapları daha da fazla satar hale geliyor. 30’dan fazla kitabının basımı sürüyor. Postane, 40.baskısına ulaşmış durumda. Black Sparrow, Bukowski’nin ölümünden sonra periyodik olarka basılmamış şiirlerini piyasaya sürüyor. Yeni şiir koleksiyonu “Open All Night” Ekim ayında basılacak. Hank’in 90.doğum gününde, 69 yaşında olacak olan Martin, satışların halen yükseldiğini söyleyebilmeyi umuyor.
Linda daha başka ne söyleyeceğini bilemiyor. Fakat Hank’in 80.doğum gününü kutlamak için Green Hills Memorial Park’taki mezarını ziyaret etmeyi planlıyor. Mezarı başında gözlerini kapayacağını ve erkeğini anacağını belirtiyor.
Kim bilir? Belki de Linda, Hank’in mezar taşına yazılmış o iki basit sözcükte yeni bir bakış açısı bulacak: SAKIN DENEME.