Devlete “ana” demenin zamanı, çocuklarını öldürdükten sonra rafa kalktı. Çünkü herkes gördü! Devlet Ana’nın kucağı sıcaktı, evet. Fakat cinsiyeti farklıydı. O bir erkekti, dolayısıyla rahim yerine kocaman bir siki vardı.
Dudaklarımdaki sigarayı ateşleyip soruyu bekledim.
Elini temizleyip karşıma kuruldu. “Şu çayı değiştirin” diyerek kızlara salık
verdi.
Elini temizleyip karşıma kuruldu. “Şu çayı değiştirin” diyerek kızlara salık
verdi.
“İdil’i buldun
mu?”
mu?”
Gözlerini gözlerime dikip ve başını yana yaslayarak
bakışı… Elindeki peçeteyi masaya koyuşu… Çayı getiren kızı süzüşü… Bacak bacak
üzerine atıp kadınsı bir tavır takınması… Bir anda iğrendim.
bakışı… Elindeki peçeteyi masaya koyuşu… Çayı getiren kızı süzüşü… Bacak bacak
üzerine atıp kadınsı bir tavır takınması… Bir anda iğrendim.
“İdil neden saklanıyor? Bir sorun olduğu belli.”
Uzanıp, dizime dokundu ve tırnağıyla kotumdaki pis
bir lekeyi çıkartmaya çalışırken konuştu.
bir lekeyi çıkartmaya çalışırken konuştu.
“Bunu bilmiyorum ama korktuğu birisi ya da bir
şeyler var.”
şeyler var.”
Evet, belliydi. Bir şeylerden ürkmüş ve kaçmıştı.
Birdenbire önce tırnağını, sonra parmağını, en sonunda da kolunu geri çekip,
“İdil’le konuşmadın” dedi.
Birdenbire önce tırnağını, sonra parmağını, en sonunda da kolunu geri çekip,
“İdil’le konuşmadın” dedi.
Bir alkolik; içki için her yalanı söyleyip, ona
ulaşmak için Makyavelli’yi bile bıçaklayabilirdi. Doğruyu yakalayan birisineyse
asla yalan söyleyemezdiniz.
ulaşmak için Makyavelli’yi bile bıçaklayabilirdi. Doğruyu yakalayan birisineyse
asla yalan söyleyemezdiniz.
“Konuşmadım”
“Seni korkak orospu çocuğu!”
“…”
Elimdeki sigaranın filtresini parmaklarımla sıkıp,
içindeki pamuğu çelik kıvamına getirmek yerine, sadece yuvarladım. İki
parmağımın arasında hafifçe yuvarladım.
içindeki pamuğu çelik kıvamına getirmek yerine, sadece yuvarladım. İki
parmağımın arasında hafifçe yuvarladım.
“Tam bir korkaksın!”
“…”
Nazikçe filtreye bastırıp, sigaranın ucuna işaret
parmağımı götürdüm.
parmağımı götürdüm.
“Kadınına sahip çıkamayan puştun tekisin.”
“…”
Sıcaklık parmak ucumda, bekledim, inceden bir acı.
“Ruhunu sikeyim.”
“…”
Elimdeki sigarayı İnci’nin gözünden içeri sokup,
akan gözünü izleyebilirdim. Yapmadım, çünkü kül tablası vardı. Dengeli
davranmam gerekiyordu ve İdil’in başına her ne geldiyse bu benim dengesizliğimdendi.
Evet, temel neden bu olmalıydı.
akan gözünü izleyebilirdim. Yapmadım, çünkü kül tablası vardı. Dengeli
davranmam gerekiyordu ve İdil’in başına her ne geldiyse bu benim dengesizliğimdendi.
Evet, temel neden bu olmalıydı.
“İdil’e ne oldu?”
İnci belli ki bir şeyler biliyordu. Bunu gizlemeye
mi çalışıyordu?
mi çalışıyordu?
“Onu terk ettin. Olan bu.”
Evet, kıskançlık krizlerimden biri daha tutmuş,
kaburgalarımın ardından organlarım kan, et ve bokla dolu bağırsaklarımı da
alarak koca bir kerpeten olmuştu. Başkalarıyla yatması beni kocaman bir
kerpetene dönüştürmüş. Bulduğum ilk otobüsle şehri terk etmiştim. Üzerinden
yıllar geçmişti. Fakat geçmiş, çelik halatlarını size doladığında aradan yıllar
geçse bile bir anda çekip alaşağı eden, yanına çağıran bir şeydi. Önce geçmişin
kokusunu duyuyor, sonra yüzleşiyordun.
kaburgalarımın ardından organlarım kan, et ve bokla dolu bağırsaklarımı da
alarak koca bir kerpeten olmuştu. Başkalarıyla yatması beni kocaman bir
kerpetene dönüştürmüş. Bulduğum ilk otobüsle şehri terk etmiştim. Üzerinden
yıllar geçmişti. Fakat geçmiş, çelik halatlarını size doladığında aradan yıllar
geçse bile bir anda çekip alaşağı eden, yanına çağıran bir şeydi. Önce geçmişin
kokusunu duyuyor, sonra yüzleşiyordun.
O, peşimden beni izledi, sinsice ve tam zamanını
bekledi. Bunları konuşuyorduk aslında. İnci bilmese de bunlarla alakalıydı.
Çelik halatlar, kan, böbrek ve durmadan kan pompalayıp atıp duran kalple
alakalı. İdil benim saçlarımı tararken ben onunkini çekiştirip duruyor,
tırnaklarımı yüzünde biliyordum. “Beni sevdiğini söyle ve öp. Göreceksin hepsi
geçecek, haz ve aşk kalacak” demekle yetiniyordu. Kan revan içinde çekilmiş mutluluk fotoğraflarımız vardı. Hatta
bunlardan bezenmiş, deklanşörü jiletten yapılmış bir makine. Tabında su yerine
kan kullanılmış, kuruturken en yakın çöle koşulmuş, albümün kapağında insan
derisi süslü! İşte bu yaşadıklarımızı İnci biliyordu. Her gün öncekinden
daha sert, daha da sertleşerek geçiyordu. Sanki ikimizin içinde aynı anda bir
ejderha uyanıyor ve dışarı çıkmak için sigarasını ateşliyordu. Hayat 41 derece
ateşle gülmek gibiydi.
bekledi. Bunları konuşuyorduk aslında. İnci bilmese de bunlarla alakalıydı.
Çelik halatlar, kan, böbrek ve durmadan kan pompalayıp atıp duran kalple
alakalı. İdil benim saçlarımı tararken ben onunkini çekiştirip duruyor,
tırnaklarımı yüzünde biliyordum. “Beni sevdiğini söyle ve öp. Göreceksin hepsi
geçecek, haz ve aşk kalacak” demekle yetiniyordu. Kan revan içinde çekilmiş mutluluk fotoğraflarımız vardı. Hatta
bunlardan bezenmiş, deklanşörü jiletten yapılmış bir makine. Tabında su yerine
kan kullanılmış, kuruturken en yakın çöle koşulmuş, albümün kapağında insan
derisi süslü! İşte bu yaşadıklarımızı İnci biliyordu. Her gün öncekinden
daha sert, daha da sertleşerek geçiyordu. Sanki ikimizin içinde aynı anda bir
ejderha uyanıyor ve dışarı çıkmak için sigarasını ateşliyordu. Hayat 41 derece
ateşle gülmek gibiydi.
Yan yanayken sürekli birbirimizi tedavi etmeye
çalışıyorduk ve yaralarımız en az bir insan boyundaydı. Durmadan ve hep virane
bir evin bozuk musluğu gibi… Kan kaybediyorduk. Kimse görmüyor, duymuyordu. En
beteri de önemsemiyorduk.
çalışıyorduk ve yaralarımız en az bir insan boyundaydı. Durmadan ve hep virane
bir evin bozuk musluğu gibi… Kan kaybediyorduk. Kimse görmüyor, duymuyordu. En
beteri de önemsemiyorduk.
“Sevgilim, bugün ruhunun neresine çivi çakıp onarmamı istersin?”
Birisi sanki kapıyı tufan içeri girsin diye açık
bırakmış ve biz bakakalmıştık. Her şey anlamını yitirirken birbirimizin
hatalarını anıtlaştırıp açılışını içki, seks ve hazla yapıyorduk.
Bunların hepsini mahvetmiştim.
bırakmış ve biz bakakalmıştık. Her şey anlamını yitirirken birbirimizin
hatalarını anıtlaştırıp açılışını içki, seks ve hazla yapıyorduk.
Bunların hepsini mahvetmiştim.
Tıpkı keskin bir bıçağın tereyağını ikiye ayırması
gibi.
gibi.
Sert, hızlı ve birdenbire…
“Ben gittikten sonra ne oldu?”
“O da gitti. Bir yıla yakın görünmedi. Geldiğinde
kilo vermiş, dudakları yenmekten yara içindeydi. Kimseyle konuşmadı, yemek
yemiyor, ölü balık gibi bakıyordu. Söylenenleri anlamıyordu. Bu oldu işte.”
kilo vermiş, dudakları yenmekten yara içindeydi. Kimseyle konuşmadı, yemek
yemiyor, ölü balık gibi bakıyordu. Söylenenleri anlamıyordu. Bu oldu işte.”
Beynimdeki ranzayı birisi gıcırdatarak sola çekti o
an.
an.
Konu ben ve İdil arasında olsa da arada Afrika
büyüklüğünde bir açlıktan bahsediyordu.
büyüklüğünde bir açlıktan bahsediyordu.
“Ben açlığa dayanamam” demek geçti içimden. Açlık
bir sektör haline gelmişti. Koca götlerini eritmek için açılmış fitness
salonları, tai masajları, porno sektöründeki şişmanların sayısı da
azımsanmayacak kadardı.
bir sektör haline gelmişti. Koca götlerini eritmek için açılmış fitness
salonları, tai masajları, porno sektöründeki şişmanların sayısı da
azımsanmayacak kadardı.
“Ben açlığa dayanamam, kapital okudum lan ben!”
Nihayet konuya girmiştim.
Nihayet konuya girmiştim.
“Ulan orospu çocuğu, yanındaki kadına sahip çıkmaktan
acizsin, dünyayı kurtarmaya çalışıyorsun. Kız geldiğinde kırk kilo olmuş,
Kapital’le mi besleyeceksin. Amına koyayım biz de okuduk, ne değişti, değişen
ne?
acizsin, dünyayı kurtarmaya çalışıyorsun. Kız geldiğinde kırk kilo olmuş,
Kapital’le mi besleyeceksin. Amına koyayım biz de okuduk, ne değişti, değişen
ne?
Başını öne eğdi. Tekrar kaldırıp bana baktı.
“Ölen çocukların isimlerinden başka bir şey değişmiyor!”
Hiddetle masanın altından,
‘ismilazımdeğilgazetelerden’ birini çıkartıp:
‘ismilazımdeğilgazetelerden’ birini çıkartıp:
“Al işte, geçen Kadıköy’de biri patlatmış kendini,
bacakları binanın içinde bedeni başka bir yerde bulmuşlar” dedi.
bacakları binanın içinde bedeni başka bir yerde bulmuşlar” dedi.
Eylemi bizim yaptığımızı elbette bilemezdi. Şu an
gerek de yoktu. Fakat içime bir öküzün akrabalarıyla beraber girip oturduğunu
hissettim.
gerek de yoktu. Fakat içime bir öküzün akrabalarıyla beraber girip oturduğunu
hissettim.
Her devrimci gibi geçiştirmeye çalıştım. “Mücadele
bu!”
bu!”
Hep böyle yapıyorduk. Çünkü bacaklarımız yerindeydi!
Götümüzün üstünde oturup mülkü, yani iktidarı almayı sonra da paylaştırmayı
düşünüyorduk. Üretim araçlarının dolaşımı serbest fakat iş gücü dolaşımı yasak
diyorduk. Patronlar dünyada fink atıyor ve bizimkiler kıskanıyordu. İşte tüm
mesele buydu! O kadar mülksüzdük ki içimizdeki kıskançlık büyüyüp kerpeten
oluyordu. Kıskandığı için cinayet işleyip, giyotinleri devreye sokmak, mangalar
kurup dünyanın tüm şişko cüzdanlılarını kurşuna dizmek istiyorduk. “Zenginler,
paralarınızla jet alın, alın ki rahatça elimizden kurtulun, çünkü bizim jetimiz
yok!” Sınıfın zeka seviyesi yerlerde sürünürken, adını vandalizm koyduğumuz
kavramlar üretmeye başladık daha sonra…
Götümüzün üstünde oturup mülkü, yani iktidarı almayı sonra da paylaştırmayı
düşünüyorduk. Üretim araçlarının dolaşımı serbest fakat iş gücü dolaşımı yasak
diyorduk. Patronlar dünyada fink atıyor ve bizimkiler kıskanıyordu. İşte tüm
mesele buydu! O kadar mülksüzdük ki içimizdeki kıskançlık büyüyüp kerpeten
oluyordu. Kıskandığı için cinayet işleyip, giyotinleri devreye sokmak, mangalar
kurup dünyanın tüm şişko cüzdanlılarını kurşuna dizmek istiyorduk. “Zenginler,
paralarınızla jet alın, alın ki rahatça elimizden kurtulun, çünkü bizim jetimiz
yok!” Sınıfın zeka seviyesi yerlerde sürünürken, adını vandalizm koyduğumuz
kavramlar üretmeye başladık daha sonra…
“Peh! Mücadeleymiş. Daha demin burnunu dağıttığım
kızın hayatını dinlesen, buradan ağlayarak kaçarsın.”
kızın hayatını dinlesen, buradan ağlayarak kaçarsın.”
“Dinlerim.”
“Sen dinlemezsin, dinler gibi yaparsın. Sonra da defolup
gidersin. Aynı İdil’den kaçtığın gibi…”
gidersin. Aynı İdil’den kaçtığın gibi…”
Başım aşağıya düşmüştü ve bir kılıç, düşüncelerimle
beraber kafamı bedenimden ayırmalıydı.
beraber kafamı bedenimden ayırmalıydı.
“Üzülmeye bile hakkın yok, bunu biliyorsun.”
“…”
“Senin ardından ne yapacağını bilemedi.”
“…”
“Kirayı ödeyemedi.”
“…”
“O, pezevenk ev sahibi vardı ya… İşte o da kıza
sarktı.”
sarktı.”
Sarkmış? Evet, bu bir hedefti ve kendime gelmeye
başlıyordum. Birazcık başım yerden kalkar gibi olduysa da…
başlıyordum. Birazcık başım yerden kalkar gibi olduysa da…
“Ha şimdi adamı öldürmeyi düşünüyorsundur diye
söyleyeyim. Zahmet etme, herif astı kendini.”
söyleyeyim. Zahmet etme, herif astı kendini.”
Bendeki, öfkenin hangi çeşidiydi? Bilmiyordum. Bu
keşfedilmemiş bir hastalık gibi tüm benliğimi sarsıyor, bakanın görmemesi için
derimi kullanıyordu. Evet, derim kalkan gibiydi. Bedenimin tamamını çelikle
kaplamış, metal görünmesin diyerek orama burama deri serpiştirilmişti.
Dolayısıyla, içimde kopan fırtına organlarımı kaburgalarımda parçalasa bile
gözlerimi kırpmıyordum. Öfkeleniyordum. Hem de çok fazla. Yeri zamanı yoktu.
Dengeli değildim. Bir doktora görünmem gerektiğini söyleyecek kadar dengeli insanlarla
beraber değildim. Hayatta öfkeliler ve öfkesizler vardı. Dengeliler ve
dengesizler. Cennet isteyenlerle cehennemi yaşayanlar vardı… Bana seçim hakkı
verilmemişti. Olana doğmuştum. Bu kadar basitti. Cehennem tasviri yapan din
kitaplarına gülüp geçiyordum. Ateşten bahseden kitaplar TNT’den bir haberlerdi.
Üstüne koyduğun ve çevresindeki her şeyi yok eden patlayıcılardan! “Zina
yaparsan yanarsın” diyen kitapların, “Günah işlemezsen cennette huri
sikebilirsin” buyuran kitapları cidden anlamıyordum! Fakat dünyada her şeyin
kitabına uygun olması gerekiyordu. Denge önemliydi çünkü. Köy yakan bir askerin
anı olarak, yaktığı köyde fotoğraf çekmesi, daha 22 yaşında arkadaşlarına bu
fotoğrafla hava atıp, “Amına koyduk hepsinin… taş taş üstünde koymadık… Yaktığım
köyü yarım saat sonra F-16’lar bombaladı… Bak bu da onun fotoğrafı” diyerek 22
yaşında general rütbesi almış gibi böbürlenmesi denge meselesiydi. Zaten, baştanbaşa yanmış ama tütmeden
sönmüş ülkeler sıralamasında, kafaya oynayan ülkenin adı değil miydi Türkiye?
Yani ne önemi vardı ki yakılan köylerin… Devlet tarafından öldürülenler
şampiyonasında madalya kesin gibiydi. On binlerce kişinin öldürüldüğü, katliam
dolu sayfaların adı Türkiye Cumhuriyeti’ydi. Okullarda boş hafızalara yine
devlet görevlisi olarak atanan kişiler tarafından ders veriliyordu. Çocuklara
yapılan büyük işkence! Önce kulaklarına
fısıldanıyor, “Viyana kapılarına dayanmış bir neslin torunusun”; sonra ev ödevi
verip, konu hakkında özet isteniyordu. Çocuklar da yazmaya başlıyorlardı.
keşfedilmemiş bir hastalık gibi tüm benliğimi sarsıyor, bakanın görmemesi için
derimi kullanıyordu. Evet, derim kalkan gibiydi. Bedenimin tamamını çelikle
kaplamış, metal görünmesin diyerek orama burama deri serpiştirilmişti.
Dolayısıyla, içimde kopan fırtına organlarımı kaburgalarımda parçalasa bile
gözlerimi kırpmıyordum. Öfkeleniyordum. Hem de çok fazla. Yeri zamanı yoktu.
Dengeli değildim. Bir doktora görünmem gerektiğini söyleyecek kadar dengeli insanlarla
beraber değildim. Hayatta öfkeliler ve öfkesizler vardı. Dengeliler ve
dengesizler. Cennet isteyenlerle cehennemi yaşayanlar vardı… Bana seçim hakkı
verilmemişti. Olana doğmuştum. Bu kadar basitti. Cehennem tasviri yapan din
kitaplarına gülüp geçiyordum. Ateşten bahseden kitaplar TNT’den bir haberlerdi.
Üstüne koyduğun ve çevresindeki her şeyi yok eden patlayıcılardan! “Zina
yaparsan yanarsın” diyen kitapların, “Günah işlemezsen cennette huri
sikebilirsin” buyuran kitapları cidden anlamıyordum! Fakat dünyada her şeyin
kitabına uygun olması gerekiyordu. Denge önemliydi çünkü. Köy yakan bir askerin
anı olarak, yaktığı köyde fotoğraf çekmesi, daha 22 yaşında arkadaşlarına bu
fotoğrafla hava atıp, “Amına koyduk hepsinin… taş taş üstünde koymadık… Yaktığım
köyü yarım saat sonra F-16’lar bombaladı… Bak bu da onun fotoğrafı” diyerek 22
yaşında general rütbesi almış gibi böbürlenmesi denge meselesiydi. Zaten, baştanbaşa yanmış ama tütmeden
sönmüş ülkeler sıralamasında, kafaya oynayan ülkenin adı değil miydi Türkiye?
Yani ne önemi vardı ki yakılan köylerin… Devlet tarafından öldürülenler
şampiyonasında madalya kesin gibiydi. On binlerce kişinin öldürüldüğü, katliam
dolu sayfaların adı Türkiye Cumhuriyeti’ydi. Okullarda boş hafızalara yine
devlet görevlisi olarak atanan kişiler tarafından ders veriliyordu. Çocuklara
yapılan büyük işkence! Önce kulaklarına
fısıldanıyor, “Viyana kapılarına dayanmış bir neslin torunusun”; sonra ev ödevi
verip, konu hakkında özet isteniyordu. Çocuklar da yazmaya başlıyorlardı.
“Neredeyse dünyanın amına koyuyorduk!”
Devlete “ana” demenin zamanı, çocuklarını öldürdükten sonra rafa kalktı.
Çünkü herkes gördü! Devlet Ana’nın kucağı sıcaktı, evet. Fakat cinsiyeti
farklıydı. O bir erkekti, dolayısıyla rahim yerine kocaman bir siki vardı. Ordunun, yargının, eğitimin, bankaların… Sürekli aynı noktaya kan
pompaladıkları kocaman bir sik! Bunu kullanarak tüm vatandaşlarını sikiyordu.
Durum buydu! Dolayısıyla, suç aletinin önemi yoktu. Bu, yüzyıldır bileylenen
bıçak ya da devletin aleti olabilirdi!
Çünkü herkes gördü! Devlet Ana’nın kucağı sıcaktı, evet. Fakat cinsiyeti
farklıydı. O bir erkekti, dolayısıyla rahim yerine kocaman bir siki vardı. Ordunun, yargının, eğitimin, bankaların… Sürekli aynı noktaya kan
pompaladıkları kocaman bir sik! Bunu kullanarak tüm vatandaşlarını sikiyordu.
Durum buydu! Dolayısıyla, suç aletinin önemi yoktu. Bu, yüzyıldır bileylenen
bıçak ya da devletin aleti olabilirdi!
Ama önemli olan neydi?
Bunu şimdi hatırlamıyorum, makatımda bir yanma var
sadece. Ama yine de önemli olan bir şeylerin olduğunu biliyorum. Bu ağrıdan
başka bir şeyler olmalıydı.
sadece. Ama yine de önemli olan bir şeylerin olduğunu biliyorum. Bu ağrıdan
başka bir şeyler olmalıydı.
Unuttum. “İ” ile başlayan bir şehir ya da kadındı
sanırım.
sanırım.
İnci tek şekerli çayını içtikten sonra cin istemiş,
cini bitirdikten sonra da votkaya başvurmuştu.
cini bitirdikten sonra da votkaya başvurmuştu.
Ağzını açtı ve konuşmaya başladı. Volkanın
patlamasına eşdeğerdi bu. O boşluktan etrafa en az iki bin santigrat
sıcaklığında kelimeler dökülüp orta kulağımda yakıcı cümlelere dönüşüyordu.
patlamasına eşdeğerdi bu. O boşluktan etrafa en az iki bin santigrat
sıcaklığında kelimeler dökülüp orta kulağımda yakıcı cümlelere dönüşüyordu.
“Ben anlatamıyorum.”
Sürekli bunu tekrar edip duruyordu. “Ben
anlatamıyorum.”
anlatamıyorum.”
Anlatamıyorum diyerek anlatılan şeyler vardı oysa!
Ya da bağırarak, çığlık atarak, susmak zorunda mıyım diye haykırılarak. Bu
anlardan birinde kırmızıda durmuş, önümden geçen tırlardan birinin beni altına
almasını bekliyordum. Ya da özgür irademi kullanmalıydım! Bir sinek gibi kanat
çırpıp hedefe odaklanmalı. 110’la giden bir Volvo yazısına kafamı uzatmalı ve
beklemeliydim. Sadece beklemeli. Yapmadım. Onun yerine İnci’den votka
doldurmasını istedim. İçimin karanlık dehlizleri köpürdü, midemde yanan ateşin
dumanı ağzımdan döküldü.
Ya da bağırarak, çığlık atarak, susmak zorunda mıyım diye haykırılarak. Bu
anlardan birinde kırmızıda durmuş, önümden geçen tırlardan birinin beni altına
almasını bekliyordum. Ya da özgür irademi kullanmalıydım! Bir sinek gibi kanat
çırpıp hedefe odaklanmalı. 110’la giden bir Volvo yazısına kafamı uzatmalı ve
beklemeliydim. Sadece beklemeli. Yapmadım. Onun yerine İnci’den votka
doldurmasını istedim. İçimin karanlık dehlizleri köpürdü, midemde yanan ateşin
dumanı ağzımdan döküldü.
“Bende garip bir hal var.”
İnce kaşlarını kaldırıp, bacak bacak üzerine attı.
Baldırları çok güzeldi.
Baldırları çok güzeldi.
“Biliyorum” dedi.
“Sanki içime doğru inen merdivenler var. Sanki hep
oraya gidiyorum.”
oraya gidiyorum.”
Bir de “ama” diyebilmiştim. Dahası yoktu. Çünkü
bilmiyordum. Öyle ki, uzun, uçsuz bucaksız basamaklar, tırabzansız, indikçe
daha da derinleşen… İçinde sadece düşüncelerimin olduğu, bunlarla karşılaştıkça
şaşırdığım, şaşırdıkça ürktüğüm… Bir üs gibiydi içim, sürekli kuleden iniş
kalkış izni isteyen, rötar yapanların beklediği ve her kalkışın faciayla
sonuçlandığı… Böyleydim. Bir de İnci’nin bacakları çok güzeldi.
bilmiyordum. Öyle ki, uzun, uçsuz bucaksız basamaklar, tırabzansız, indikçe
daha da derinleşen… İçinde sadece düşüncelerimin olduğu, bunlarla karşılaştıkça
şaşırdığım, şaşırdıkça ürktüğüm… Bir üs gibiydi içim, sürekli kuleden iniş
kalkış izni isteyen, rötar yapanların beklediği ve her kalkışın faciayla
sonuçlandığı… Böyleydim. Bir de İnci’nin bacakları çok güzeldi.
O an dumanlı bir ses duydum. “…geldin”
İçimden koşarak tırmanmaya başladım. Sese doğru
koştum. Merdivenleri üçer beşer tırmandım. Yukarıya, ağzıma doğru en az kanser
hızında, çıkmaya çalışıyordum. İçimde çığlıklar atarak koştum, takıldım, düştüm,
kalktım, tekrar devam ettim. Evet, bir ışık, ağzımdan içeri giren, dünyadan
gelen bir ışık. Ona doğru saplanmaya çalışıyordum.
koştum. Merdivenleri üçer beşer tırmandım. Yukarıya, ağzıma doğru en az kanser
hızında, çıkmaya çalışıyordum. İçimde çığlıklar atarak koştum, takıldım, düştüm,
kalktım, tekrar devam ettim. Evet, bir ışık, ağzımdan içeri giren, dünyadan
gelen bir ışık. Ona doğru saplanmaya çalışıyordum.
Yine aynı ses “…geldin”. Kalbim öyle hızlı atıyordu
ki, onun yerinde ne olsa infilak edebilirdi. Nefes alamıyordum, sadece koşuyor
ve içimden çıkmaya çalışıyordum.
ki, onun yerinde ne olsa infilak edebilirdi. Nefes alamıyordum, sadece koşuyor
ve içimden çıkmaya çalışıyordum.
“…geldin!”
“Nereye geldim amına koyayım!” Geldiğim bir yer
yok. Düşüyorum sadece, ne gelmesi, kimsin sen?
yok. Düşüyorum sadece, ne gelmesi, kimsin sen?
Bu düşüş o kadar hızlı olmuştu ki, dünyada bu hızda
bir şey henüz icat edilmemişti. Anın anı kadar sürede içimdeki karanlık beni
çekmiş ve dehlizlerin ortasına bırakmıştı. Yine aynı hızla kusmuş ve ben
olmuştum.
bir şey henüz icat edilmemişti. Anın anı kadar sürede içimdeki karanlık beni
çekmiş ve dehlizlerin ortasına bırakmıştı. Yine aynı hızla kusmuş ve ben
olmuştum.
“Hey yavrum, aklın nerede? En son ne zaman geldin
diyorum. Ne zaman boşaldın yani?”
diyorum. Ne zaman boşaldın yani?”
Sadece Ahmet ve Ayşe aklıma gelmişti o an. Sevişmek
için beni evden postalamaları.
için beni evden postalamaları.
“Bak” dedi. “İdil meselesini biraz erteleyelim.”
Biraz daha bacaklarını açtı.
“Sana bir kadın lazım.”
1977 yılında İstanbul Kadıköy’de doğdu.
Öğrenimini İstanbul’un çeşitli okullarında tamamladı.
Bazı gazetelerde köşe yazarlığı yaptı. Bazı TV kanallarında çalıştı.
Bazı dergilerde yazdı, yazıyor.