Toshikazu Kawaguchi’nin Anılar Solmadan Önce adlı romanı, Şebnem Tansu’nun çevirisiyle Epsilon Yayınevi tarafından yayımlandı. Kahve Soğumadan Önce serisinin üçüncü kitabı olan bu eser, bizi Tokyo’daki Funiculi Funicula’dan alıp kuzeyde, Hakodate Dağı’nın yamacında yer alan Donna Donna adlı kafeye götürüyor. Kafede, tıpkı serinin önceki duraklarında olduğu gibi, bir kahvenin soğumadan içilmesi şartıyla zamanda yolculuk yapma ihtimali sunuluyor.
Kawaguchi bu kez ölü ebeveynlerine kavuşmak isteyen genç bir kadın, kayıplarını sahneye taşımayı öğrenmiş bir komedyen, kardeşini kaybetmenin yasını taşıyan bir kadın ve gecikmiş bir aşkın sancısını çeken bir adam üzerinden dört ayrı hikâye kuruyor. Yazarın yalın dili ve dramatik kurgusu, serinin önceki kitaplarında olduğu gibi okuru gündelik hayatın içinde yakalayıp felsefi bir sorgulamaya davet ediyor.
Zaman Yolculuğunun Sınırları ve Tekrarlanan Temalar
Kitabın en güçlü tarafı, karakterlerin kendi geçmişleriyle hesaplaşma biçimlerinde yatıyor. Kimi okurlar için bu karşılaşmalar samimi ve kalp ısıtan bir deneyim sunarken, kimi eleştirmenler anlatının önceki kitaplara göre tekrara düştüğünü düşünüyor. Nitekim zaman yolculuğu kurallarının sürekli yinelenmesi, hikâyelerin belirli bir şablon üzerinden akması, eseri serinin ikinci kitabı Kahve Soğumadan Önce: Café’den Hikâyeler kadar etkili kılmıyor. Yine de Kawaguchi’nin insan ruhunun en kırılgan noktalarını yakalama çabası dikkat çekiyor.
Anılar Solmadan Önce · Kaybın, Umudun ve Bağışlamanın Romanı
Ölüm, pişmanlık ve söylenemeyen sözler kitabın ana ekseninde yer alıyor. Özellikle “bugün söylemediklerimiz, yarına kalınca çoğu zaman hiç söylenmiyor” fikri, romanın her bölümünde yankılanıyor. Şebnem Tansu’nun akıcı çevirisiyle Türkçede de bu temalar etkisini koruyor. Kimi bölümlerde fazla melodramatikleşse de, Kawaguchi’nin sorusu hâlâ taze: “Zamanda yolculuk yapabilseydiniz, neyi değiştirmek isterdiniz?” Cevaplar değişse de okurun karşısına çıkan şey hep aynı: Geçmişin değişmezliği ve bugünü yaşamanın gerekliliği.