Gökhan Yücel, çizgi romandan metin yazarlığına hatta müziğe dek uzanan geniş bir yelpazede sürekli üreten biri. Öykülerinden oluşan Olmayan Şeyler, geçtiğimiz haftalarda Karakarga Yayınları‘ndan çıktı. Gökhan Yücel’le Olmayan Şeyler‘i, pandemiyi ve yaratıcılığı konuştuk.
Twitter’da kendi ismiyle hatırı sayılır bir takipçi kitlesi edinmiş de biri olarak kitabın Olmayan Şeyler ile ilgili nasıl geri dönüşler alıyorsun?
Sosyal medyanın güzel etkilerinden biri, çok uzun zaman geçirince bir ortak referans çerçevesi geliştiriyor olmak. Bu manada Twitter’da yakaladığımız bir frekans var diye düşünüyorum, kitap da rahatlıkla bu frekans içinde yer alan hikâyelere sahip. Gelen yorumlar da zaten bu yönde diyebilirim. Kitabın farklı mecralardan insanlara dokunduğunu görmenin verdiği de ayrı bir mutluluk var. Aynı şeye bakan farklı zihinlerin olumlu tepkilerini görmek mutluluk verici.
Kitabın adının neden Olmayan Şeyler olduğunu merak ediyoruz…
Olan Şeyler’e karşı bir tepki olabilir belki, bilemiyorum. Ancak zaten olanların, insanı nefessiz bırakabildiği bir dünyada Olmayan Şeyler’in farklı bir değere sahip olduğuna inanıyorum. Benim bulunmak istediğim yer de orası. Kitabım, Olan Şeyler’den kaçmak isteyenlere bir sığınak olsun isterim.
Kitapta hem kapak tasarımı ilgi çekici hem de her öykünün başındaki özel çizimler, bunları sen mi sipariş ettin?
Çizimlerin heyecan verici bir hikâyesi var. Kitabın çıkışı benim beklediğimden çok daha hızlı gerçekleştiği için, tasarımlar konusunda ciddi anlamda az bir zamana sahiptik. Ancak işlerini çok beğendiğim iki arkadaşım, Barış Sarhan ve Murat Kalkavan hızır gibi yetiştiler. Tüm çizimler Murat’ın elinden çıktı. 21 hikâyenin tamamına çizimler yetişmeyecek diye düşünmüştüm ama onu da yetiştirmeyi başardılar.
Pandemi süreciyle bu kitabı yazma süreci birbirlerini nasıl etkiledi? Öncesinde mi başlamıştın yoksa evde olmak mı tetikledi?
Yazmaya başlamamı değil ama disipline olmamı pandemi sağladı diyebilirim. Yazmak, evde uzun süre bulunmanın yaratacağı depresyonla mücadele için çok iyi bir yöntem. Ben hikâyeleri yazmaya 2015 yılında başlamıştım ama “bunları bir kitaba dönüştürebilirim” düşüncesi pandemi içinde doğdu.
Özellikle pandeminin başlamasıyla birlikte içinde yaşadığımız bu gerçeklik hepimiz için daha zorlayıcı hale gelmeye başladı. Sen de “tuhaf” öyküler yazarak bu gerçeklikten kaçmaya mı çalışıyorsun?
Genel olarak çok gerçeklikle ilgisi olan bir kişi değilim. Hiç olmadım. Her zaman için, olmayan şeyler daha çok ilgimi çekti. Çocukken de böyleydim. Zaten herhalde bu nedenle yaratıcılığa dair bir iş yapmaya karar verdim. Ama pandeminin gerçeklikten kaçma içgüdüsünü güçlendirdiğine şüphe yok. Zihin mutlaka kendine bir kaçış yolu buluyor zaten. Benim özelimde bu kaçış, bir hikâye kitabına dönüştü.
Öykülerde göze çarpan bir umutsuz ton var, hatta gezegeni kurtarmak için bütün dünyanın kafa kafaya verip çözüm aradığı bir öykünde çareyi gezegeni değil güneş sistemini kurtarmakta bulmuşsun. Alternatif bir pencereden bakıyor olsak da kurtarma şansımız yok mu yani bu dünyayı?
Her zaman, her konuda umuda yer olduğunu düşünsem de insanın yıkıcı doğasının, kendi çıkarı için diğer her şeyi yok edebilme dürtüsünü inkâr etmek mümkün değil. Umutsuzluğumun sebebi biraz bu yüzden. Özellikle Türkiye gibi çok köşe dönücüsü olan bir ülkede bu bencilliği çok daha rahat hissedebiliyorsunuz. Ama buna rağmen umut var, her zaman olacak.
Öykülerinde biraz Alacakaranlık Kuşağı tadı var ama öte yandan son derece yerli. Hatta bir öykünde “butik” diyebileceğimiz bir süper kahraman var. Peki, sen bu “alternatif” türlerin yerlileşmesi/yerelleştirilmesi konusunda ne düşünüyorsun?
Açıkçası çok düşünmüyorum. Yazarken de “bunların Türkçe yorumlarını yapıp kültürümüze uyarlamalıyım” diye bir düşüncem olmadı hiç. Bunlar bana enteresan gelen temalar ve kendimce en olası ihtimalleri yaratmaya çalışıyorum düşünürken. Tabii ki bu gerçeküstü konular kültürümüzde çok kabul görmüş şeyler değiller ama içinde yaşamamaları için bir sebep görmüyorum. Aynı şekilde, sokakta gördüğümüz sıradan bir adamın olası bir süper güç kazanması durumunda bunu nasıl yaşayabileceğini daha buralı bir gözle düşünmek bana daha özgün ve heyecan verici geliyor. Bence bu tarz temaları yeniden işlerken kendimizi emanet bir ceketin içine hapsetmememiz gerekiyor, kendi yoğurt yiyişimizi bulmamız çok değerli. Benim hikâyelerimi de bu anlamda denemeler olarak görmek mümkün. Eminim çok daha iyi örnekleri çıkacaktır.
Seni kısa öyküye yönlendiren ne oldu? Artık insanlar uzun uzun dikkatini vererek bir şeyler okumuyor diye düşünerek mi derdini kısa öyküyle anlatmaya başladın?
Kısa öykünün harika bir format olduğunu düşünüyorum. Ana fikri geçirip durumun resmini çizecek tüm araçları efektif kullanmak zorunda olduğunuz bir tür. O nedenle de tüm resmin görünmemesi hoşuma gidiyor. Kimi zaman bir pastanın en güzel yerinden küçücük bir dilim almanın tüm pastayı yemekten daha heyecanlı olabileceğine inandığım için bu format bana özellikle keyif veriyor. Elbette tüketim kültürünün bizi gitgide daha küçük lokmalar almaya ittiği bir dünyanın ürünleri olarak da ayrıca bir cazibeleri olabilir ama benim için asıl değeri tadında’lıktan geliyor sanırım. Tabii böyle bir formatta çok fazla şeyi de kaybediyorsunuz. Karakterler çok derinleşemiyor, olay örgüsünün sınırlılıkları oluyor ama yine de ben yazarken de okurken de büyük keyif alıyorum.
Öykülerini yazarken ilham aldığın, etkilendiğin kişiler var mı? Yoksa daha çok izlediğin/dinlediğin şeylerden mi etkileniyorsun?
Benim gibi insanlar, tükettikleri şeyler nedeniyle zaman içinde bir kurgu çöplüğüne dönüştükleri için bu soruya kesin bir cevap vermem zor. Elbette anlatım biçimi ve olaylara yaklaşımlarıyla beni çok etkileyen yazarlar var ama bir fikrin nereden doğacağını ya da nereden besleneceğini kestirmek mümkün değil. Kimi zaman küçükken oynadığım bir oyundaki detaydan doğuyor hikâye, kimi zamansa gördüğüm bir gif’ten. Bu anlamda ilhamı nereden çektiğimden çok onu nasıl dönüştürdüğümle ilgileniyorum. Yazdığım şeylerin, o konuya yeni bir bakış getirebiliyor olmasını önemsiyorum. Bu kimi zaman bir görsel anlayış, kimi zamansa kurgusal anlamda farklı bir yaklaşım olabiliyor.
Seninle sohbet ederken Anatolian Rock Revival Project’ten bahsetmezsek olmaz. Nasıl gidiyor oradaki çalışmalar? 2014 yılında başlamıştınız yanılmıyorsam…
Evet, Artık 7. yılına girdiğimiz dev bir projeye dönüştü zaman içinde. 160. şarkıyı geride bıraktık. Daha da bolca şarkı ve çizim var önümüzde. Türkiye’nin kültürel alanda ürettiği özgün işler benim için özel bir ilgi alanı. Yaratıcılığın gelişebilmesi için güçlü öncüllere ihtiyaç var çünkü. Bunların keşfedilmesi ve yeniden dolaşıma sokulmasının, yeni kuşakların yaratıcılığının gelişebilmesi adına ciddi etkisi olacağına inanıyorum. Bu nedenler ARRP benim için çok değerli bir iş. Umarım bu şekilde devam edip daha geniş kitlelere ulaşır.
Öykü yazmaya devam etmek istiyor musun? Yine böyle tuhaf öykülerle mi devam edeceksin yazmaya? Yeni planlar var mı, bir çizgi roman çalışman da olmuştu mesela…
Evet, hatta bundan sonra bir tane daha olacak. En azından planlar bu yönde. Farklı çizerlerle, Olmayan Şeyler’deki hikâyelere benzer, ancak görsel yönü daha güçlü fikirleri hayata geçirmek gibi bir hayalimiz var. Berat Pekmezci, Selçuk Ören ve Zeynep Başay’la çalışmalara başladık bile. Yeni isimlerle, okuyanın zihninde çiçekler açtıracak hikâyelerin yer aldığı güzel bir çizgi toplama yapacağız.