Bu içerik, KalemKahveKlavye’nin “Edebiyatta Alternatif Türlerin Yükselişi” dosyası kapsamında hazırlanmıştır. Dosyanın tamamına BURADAN ulaşabilirsiniz.
Bilimkurgu, fantastik, polisiye ve korku türlerinin insan türünün doğası, geçmişi ve geleceğiyle sıkı bir bağı vardır. Bilimkurgu kanımca geleceğin edebiyatıdır.
Bundan yaklaşık olarak yetmiş bin yıl öncesine dayanan tarihiyle günümüz insanı alet yapmaya başladığında kendisini güç açısından diğer canlılardan üstün konuma getirecek bir sürecin ilk adımını da atmış oldu. Düşünce ve zekânın bir ürünü olan teknolojinin ilkel buluşları arasında sayılabilecek sivri uçlu materyaller insan türünü zaman içinde doğanın en güçlü türü haline getirecekti.
Doğada -yapayalnız- büyük bir yaşam mücadelesi veren “insan” türü hayatını tehlikeye sokan vahşi türlerin saldırıları, depremler, kasırgalar, volkanik patlamalar, hastalıklar ve halüsinasyonlar –gizli görünmez güçler olarak yorumlanan sanrılar- gibi tehlikeler karşısında çoğunlukla çaresiz kalıyordu. Tüm bu kaos ve karmaşa onu çok korkutmuştu. Kâbuslarına giren ve zamanla doğasının bir parçası haline gelecek bu korkuları, onun psikolojik dünyasını oldukça etkilemişti. Bu korkulardan kurtulmanın yolunu binlerce yıl boyunca mitolojik varlıklara ve efsanelere sığınmakta arayacaktı…
Özellikle fantastik edebiyatın ve korku edebiyatının temellerinin insan türünün korku ve kafa karışıklığıyla dolu bu karanlık geçmişine dayandığını söyleyebiliriz. Fantastik edebiyatta kendine yer bulan canavarlar, hayali gizil güçler, ejderhalar, büyücüler, periler, cadılar vb. doğaüstü karakterlerin mitolojik karakterle olan bağı inkâr edilemez. Aynı şekilde korku edebiyatına baktığımızda hemen her milletin kendi coğrafyalarına ve kültürlerine ait korku öğelerini –cin, peri, cadı vb.- yapıtlarında bolca kullandıklarını görmekteyiz.
Bununla birlikte özellikle psikoloji bilimi başta olmak üzere bilimin gelişmesi bilimkurgu, fantastik, polisiye ve korku edebiyatında ve sinemasında önemli değişim ve gelişimlere neden olmuştur. Psikoloji özelinde bakacak olursak örneğin polisiye eserlerde önceleri çoğunlukla ipuçlarından yola çıkarak katilin kim olduğunu bulma etrafında şekillenen hikâyelerin artık daha çok hikâyedeki karakterlerin derin psikolojik tahlilleri etrafında şekillendiğini görebiliriz. İnsan türünün karmaşık ve karanlık doğasının keşfi artık cinayetlerin nasıl işlendiğinden çok hangi saiklerle –hangi psikolojik etkenlerle- işlendiğinin ön plana çıktığı hikâyelerin ortaya çıkmasına ortam hazırlamaktadır…
Psikolojik açıdan bakıldığında bilimkurgu, fantastik ve korku edebiyatında ve sinemasında sıklıkla kendine yer edinen uzaylı, vampir ve zombi -ülkemizde cin- gibi karakterler aracılığıyla insan türünün sinemada ve edebiyatta korkularıyla yüzleştiğini söyleyebiliriz. Bu tür yapımlarda önceleri kabuslara konu olan yaratıkların sempatik, hatta aşık olunan canlılar haline gelmesinin insan türü açısından bir tür psikolojik terapi görevi gördüğünü düşünüyorum.
Örneğin özellikle son yıllarda öne çıkan apokaliptik temalı yapıtlarda insan türünün en büyük korkularından biri olan kıyametle ilgili birbirinden farklı senaryolar üretildiğinde şahit oluyoruz. Bu senaryolarda bir anda beliren yapay bir virüs –terör korkusu- ya da atılan nükleer bombalar nedeniyle bir tür kıyamet yaşayan insanlığın ayakta kalma mücadelesine tanıklık ederiz. Bu tür üretimlerin insan türünün en büyük korkusu olan yok olma korkusuna karşı verdiği psikolojik savaşın bir sonucu olduğunu söyleyebiliriz. Son yüzyıldaki uzayla ilgili bilimsel gelişmeler yok oluş senaryolarına farklı türlerle karşılaşma sonucu yok edilme korkusunu da eklemiştir. Nitekim 2018 yapımı Annihilation filminde bu korku oldukça girift bir şekilde yeniden ve detaylı bir şekilde ele alınmıştır.
Sosyoloji özelinde ele aldığımızda bilimkurgu olarak karşımıza genellikle distopyalar çıkmaktadır. Distopya, siyasal kurgu ve bilim-kurgu türünde çok zengin bir alan bulmuştur. Distopik romanlar yazıldıkları dönemin, siyasal, teknolojik ve sosyal durumundan hareketle geliştirilmiş geleceğe yönelik kurgulardan oluşan eserlerdir. Genellikle çağdaş toplumun unsurlarını içeren ve bazı modern eğilimlerin sakıncalarına karşı uyarı niteliği taşır, modern toplumu bekleyen olumsuz geleceği veya durumu anlatırlar. Türün temel özelliği eserlerin hemen hemen tamamında son derece merkezileşmiş baskıcı sisteme ve yüksek teknolojiyi toplumu kolay yönetebilmek için kullanan baskıcı totaliter rejimlerin hâkimiyeti altında bir geleceğe işaret etmesidir. Bu açıdan bakıldığında bu türde yer alan eserlerin bir tür toplumsal gerçeklerle yüzleşme görevini üstlenmiş olduğunu da söyleyebiliriz.
Bilimkurgunun diğer bilimlerle ilişkisine gelince…
İnsanoğlunun binlerce yıl süren gezgin yaşam biçimi, tarım devrimiyle yerini yerleşik hayat biçimine bıraktığında bu durum başta sosyoloji olmak üzere felsefe, matematik, astronomi ve diğer düşünce ve bilim dallarının da gelişmesine olanak sağladı. Özellikle, doğayı mitoslardan sıyrılarak olduğu gibi anlamaya yönelik düşünsel etkinlikler yapma anlamına gelen felsefenin gelişmesiyle insan türü bilişsel bir devrimin adımını atmış oluyordu. Felsefenin gelişmesi bilimin, bilimin gelişmesi teknolojinin gelişmesi anlamına geliyordu. Bu süreçte bilim, felsefe ve teknoloji alanında gelişmiş milletler dünyanın en güçlü milletleri haline gelecekti. Fizik, Astrofizik, Mikrobiyoloji, Nöroloji gibi alanlarda yaşanan gelişmeler özellikle bilimkurgu türünün gelişim sürecine büyük oranda hız vermiştir diyebiliriz. Bu anlamda bilimkurgu türünün ilk örneklerinin bilim, sanat ve felsefe anlamında dünyanın en gelişmiş ve en güçlü ülkelerinde görülmüş olması bir tesadüf değildir.
Bilimkurgu dalında üretilmiş ilk yazılı kaynaklar tarihsel olarak daha eskiye götürülse de çoğu düşünüre göre 17. Yüzyıl’da toplumsal devrimlerin, keşiflerin ve bilimsel buluşların yoğunlaşması, türün ortaya çıkışının asıl zeminini oluşturmuştur. Bilimkurgu edebiyatında, ciddi anlamda ilk eserlerin 19. Yüzyıl’ın sonlarında H.G. Wells ve Jules Verne gibi yazarlar tarafından verildiği kabul edilir.
Önceleri coğrafi keşiflerin de etkisiyle bilimkurgu dünya üzerinde keşfedilmemiş yerlerin olduğuna dair önermelerde bulunurken daha sonraları bu eğilim uzay seyahatleri ve galaktik kurgular olarak evrilmiştir. Teknolojik gelişmeler karşısında tüm bu durumlar makinelerin gücüne dayatılmış ve teknolojinin öngörüleri kurgulanmıştır. Bilim adamı olmamakla birlikte Jules Verne gibi pek çok bilimkurgu yazarının gelecek öngörüleri şaşırtıcı bir biçimde gerçekleşmiştir.
Tarihsel gelişiminden yola çıkarak bilimkurgunun insanoğlunun keşfedilmeyene olan merakının sonucu olarak doğup geliştiğini söyleyebiliriz. Bu anlamda bilimkurgu, fantastik ve korku edebiyatının aksine insanlığın geçmişine değil daha çok geleceğine yönelik bir tür olarak karşımıza çıkmaktadır.
Geçen yüzyılın başlarından itibaren bilim ve teknolojide yaşanan baş döndürücü gelişmeler bilimkurgu türünün hızlı bir şekilde gelişmesine ve kendisine ana edebiyat akımı içinde gittikçe güçlenen bir biçimde bir yer bulmasına zemin hazırlamıştır. Günümüzde teknolojinin gündelik hayatta büyük oranda aktif olarak rol oynaması ile birlikte tür, gücünü ve görünürlüğünü hissedilir biçimde artırmaya başlamıştır.
Tüm bu parametreler birlikte ele alındığında bilimkurgunun edebiyatta, televizyonda sinemada ya da diğer platformlarda yükselişinin gelip geçici bir trend olmadığı ortadadır. Bilimkurgu türünün geleceğe tuttuğu fenerin ışığı gittikçe güçlenmektedir. Bilimkurgu edebiyatı bilimin, felsefenin, özgür düşüncenin ve sanatın geliştiği ülkelerde yükselen bir değer olarak hak ettiği konuma yükselişini sürdürecektir.
[su_divider]
Görsel: Henry Kuttner, The Time Axis kitap kapağı
Bu yazının dahil olduğu dosya paralelinde, KalemKahveKlavye ve Yazım Kılavuzu işbirliğiyle düzenlenen “Edebiyatta Alternatif Türlerin Yükselişi” konulu söyleşinin videosunu şimdi izleyebilirsiniz.