Her kuşağın okurunun, eleştirmeninin, yazarının kendi döneminin dilinden, kurgusundan şikayetçi olması değişmez bir durum. Şöyle bir Tanzimat’a kadar gidip her on yılın öne çıkan edebiyat eleştirilerini okusak “Çok şahane bir dönem yaşıyoruz. Öykücülerimiz, romancılarımız, şairlerimiz adeta birer edebiyat bombası.” tadında yazılar görmemiz imkansız olsa gerek.
Bu yüzden bir yazarı, bir eseri eleştirirken geriye dönük durumları, kayıtları görmezden gelememek gibi bir takıntım olsa da, öykü ve roman gibi türlerle tanıştığımız Tanzimat’tan beri dilin ve kurgunun bugünkü kadar kısır kalıp can çekiştiğini görmek zordur diye düşünüyorum.
Sanatın her türünde olduğu gibi edebiyatta da hiçbir durum, eğilim veya akım, politikadan ve popüler kültürden bağımsız kalamıyor; bunu biliyoruz. Dolayısıyla haklı ve doğru bir edebi eleştiri, aynı zamanda bir dönemin ve sistemin eleştirisi haline geliyor. Bu da aslında dil ve kurgu açısından bugünkü kısırlığı açıklar bir önerme.
Ya çok güzel kurgular ve karakterler, kötü ve çoğunlukla çok matah bir şey sanılan lirik dile (moda deyimle “ağlaklığa”) kurban ediliyor ya da çok güzel bir dil sergilenmesine rağmen klişelerden kendisini kurtarmış olaylar ve kahramanlar göremiyoruz. İkisinin de olmadığı örnekler çok daha fazla elbet, onlar konumuz dahilinde değil.
Hemen her edebi eser incelemesinde dile getirdiğim bugünün bu açmazları, aynı anda dilin ve kurgunun kotarılamaması üzerine temelde. Ve tabii ağırlıklı olarak da yeni kuşağın, son beş-on yılda ortaya çıkmış yazarlarını kapsıyor. Son dönemde farklı alanlarda olsa da ümit vadeden ve akranları olarak heyecanla okuduğum Ömür İklim Demir, Galip Dursun, Suat Duman, Üstüngel Arı gibi istisnai örnekler söz konusu olsa da saymaya devam etsek çok uzun sürmeyeceğini de biliyorum.
İşte, bu yazının asıl konusu olan Sezgin Kaymaz‘ın önemi ve güzelliği de tam olarak burada ortaya çıkıyor. Son üç kitabı itibariyle April Yayıncılık yazarları arasında olup daha önce İletişim Yayınları gibi bir diğer büyük ölçekli yayınevinde olmasına karşın, bugünün popüler edebiyatının nispeten ana arterleri dışında kalmış ve birçok düzenli okurun dahi henüz haberdar olmaya başladığı Sezgin Kaymaz, pek çok açıdan bugünün güçlü kalemleri arasında ilk sıralarda yer alan bir isim.
Dili, Kurguyu ve Karakterleri Aynı Anda Kurtarabilen Bir Yazar
Sezgin Kaymaz’la tanışmam, aslında benim için de geç oldu. 2013’te yayımlanan “Kün” romanına dek kendisinden haberdar olamadığım için önce haberdar etmesi gereken kişi ve kurumları, ardından da en az onlar kadar kendimi suçluyorum.
Yine de söyleyebilirim ki “Kün”, Sezgin Kaymaz’la tam bir tanışma merasimi için en uygun kitaplarından birisi. Çünkü Sezgin Kaymaz edebiyatının en karakteristik ve en bol örneğini içinde bulunduran eserlerden… Neler mi bu örnekler?
Sezgin Kaymaz, her şeyden önce muazzam bir hikaye anlatıcısı. Yeni yeni güçlenen ve birçok da kötü örneğini gördüğümüz “büyülü gerçekçilik” örneklerinden diyeceğim ama aslında kategorizasyona çok da bağlı kalmadan anlatabiliriz bunu: Kaymaz, günlük olaylar içerisine fantastik sayılabilecek unsurları başarıyla yerleştirebilen bir yazar. Bunu öyle bir yapıyor ki ne fantastik bir hikaye yazmak için zoraki uçuşa geçiyor, ne de günlük hayatı anlatayım derken “memleketten insan manzaraları” klişelerine giriyor.
Sözgelimi Kün’de, Konya’nın kırsalından Ankara’nın kırsalına uzanan bir hikaye okuyoruz ama ne olağanüstü fiziksel güce sahip olan çocuk kahramana ne de Konya ağzıyla konuşabilen köpek kahramana şaşırıyoruz. Bu şaşırmama hali bir adım sonra, rant için mezarlarından edilmelerinden ötürü zaten ölmüş olan hayaletlerin bir kez daha ölmelerine kadar gidiyor.
Fantastik hikayelerden neden uzak durduğunu hiç anlamadığım okur tipine “Amma da saçmalamış” dedirtmeyen Sezgin Kaymaz, hikayeciliğini o kadar doğal, o kadar başucunda anlatır bir dille yapıyor ki “Amma lafı uzatmış” da dedirtmiyor. Başka bir deyişle “Hem nalına, hem mıhına” vuruyor.
Sezgin Kaymaz Hikayeciliğinde Çocuklar ve Hayvanlar
Sezgin Kaymaz’ı hem kanlı canlı bir insan, hem de masasının başındaki bir yazar olarak farklı ve sempatik kılan en önemli özelliklerden birisi de onun eserlerinde çocukları ve hayvanları tüm samimiyetleriyle bulabiliyor olmamız.
Hepimiz için zor olan, ama çocuklar ve hayvanlar için daha da zor olan bugünün dünyasında ve özellikle Türkiyesinde böylesi bir kurgu özelliği o kadar kıymetli ki… Özel hayatında da hayvanlarla, bilhassa köpekleriyle, iç içe yaşayan, onları edebiyatın imkanlarıyla en güzel bir şekilde aktaran Sezgin Kaymaz, iyilik kodları bozulmuş, kötü niyet potansiyeli daha belirgin olan yetişkinlere karşı çocukları da iyimser duygular aşılayan birer karakter olarak çıkarır karşımıza. Bunu yaparken de ne hayvanlara ne de çocuklara gerçekçilikten uzak; reklamların, dizilerin, filmlerin aşıladığı yapmacık iyimserlikler yüklemez.
Başlı başına bir kahraman olarak bir dobermanı anlattığı Lucky, bu anlamda karşımıza en güçlü eserlerinden birisi olarak çıkar. Hem Lucky’de, hem de özellikle son kitabı “Bugün Bize Kim Geldi“de onları öyle içten anlatır ki dünyayı sadece kendine ait sanan, bugünün kibirli ve vahşi çoğunluğunun unuttuğu sevgiyi, paylaşımı ve dostluğu okuduğunda, en soğukkanlı okurun bile içinde bir yerleri titretir.
Okumaya, edebiyata gönül vermiş birisi olarak gözlerimi doldurabilen kitap sayısı yok denecek kadar azdır. Ama, örnekse “Bugün Bize Kim Geldi” kitabında hayvanlarının ölümcül hastalıklarıyla uğraşan anlatıcının, yani aslında yazarın hissettiklerini, hayvanların o çaresiz ve yalnız hallerini resmedişi öyle içlidir ki okumaya derin nefes araları vermişliğim çoktur.
Okuruna Yaklaşan Bir Yazar
Sezgin Kaymaz, zaten hiçbir zaman okuruna yukarıdan bakan, ortalarda görünmekten kaçan bir yazar olmadı; yani bunu yazarlığını konuşturduğu kurgu eserler içerisinde yapmadı. Son eserlerinden bu yana okur buluşmalarında, imza günlerinde görülmeleri eskiye nispeten artmaya başladı. Bu güzel bir durum fakat başlıkta kastettiğim, tam olarak bu yazar-okur etkinlikleri değil.
Sezgin Kaymaz’ın iyi okurları arasında bilinir ki kendisi aynı zamanda iyi bir “mektup arkadaşıdır”. Bu ifadeyi başkaları kullanır, kendisi ise onlar için “mektupkardeşim” der. Bu, bazen yazıştığı birisidir belki, bazen de okurudur. Ama o, her durumda, bazen kurgu kahramanlarının kişiliğinde, bazen de doğrudan kendi adına yazdıklarıyla okurunun yanındadır.
“Bugün Bize Kim Geldi“nin sonunda “Sevgili Mektupkardeşim,” diye başlayan bölümde onu en yakınınızda bulabilirsiniz. Çünkü kitap boyunca gerek yakın zamandan, gerek çocukluğundan anlattığı öykülerle kendisinden bahsederek kurduğu yakınlığı bu mektupla pekiştirir. Öyle ki, hayatından sadece olumlu olayları ve durumları değil, kötü anıları da, onunla tanışanların merak edip sosyal çekingenliklerle soramadığı kimi şeylerin farkında bir yazar olarak, bir arkadaş olarak burada anlatmıştır Sezgin Kaymaz.
“Çoğunlukla karşılaşmayız bile seninle. (..)
Bağlanır giderim güzel varlığına. Olur mu derler, olur, insan hiç görmediğini de özler; ben seni çok özlerim.”
Bunu söyleyen birçok yazarın hatta geniş anlamda “ünlü”nün samimiyetine inanmak zordur. Ama Sezgin Kaymaz’ın buradan sonra anlattıkları, kendi hayatından hatta belki de “özelinden” paylaştıkları, onu bu samimiyetsizliğin yanından bile geçirmeden okurun abisi, arkadaşı haline getiriyor.
**
Sezgin Abi’nin (yazının sonu geldiğine göre resmiyeti biraz kaldırmak isterim) yazarlığıyla ilgili, onu seven bir okuru olarak tek endişem, çok nadiren hissetmeme rağmen dile getirmekten kaçınmak istemediğim üretkenliği… Sevinç Kuşları gibi dolu dolu bir üçlemeyi (Deccal’in Hatırı, Kısas, Son Şura) iki yıl gibi sürece sığdırabilen bir yazarın, uzun vadede bu üretkenliğinin bir handikapını yaşamasından, yazma veya yayımlanma sürecinde aceleye getirilmiş bir veya birden fazla eser üretmesinden çekindiğimi, iyi niyetimle söylemek isterim.
Halk ağzından ifadeler kullanması veya hiperaktif dili, lütfen yeni kuşak yazarları veya muadili gibi görünmesine rağmen edebiyatın sanatı ve bilimi anlamında yanından geçmeyen başka popüler isimlerin tarzlarını andırmasın. Bunu söylememin sebebi sözlüklerde ve bilumum sosyal ortamlarda okuduğum yukarıdan ve desteksiz yorumlar… Sezgin Kaymaz, yukarıda bahsettiklerim gibi pek çok sebepten hem bugünün, hem de kuvvetle muhtemel gelecek dönemlerin edebiyatında apayrı bir yerde duruyor. Bunu bir okur, yazar ve eleştirmen olarak çekinmeden söyleyebilirim. O yüzden bu zamana kadar tanışmamış olanlarınız için hemen tanışmanızı, özellikle bu tatsız tuzsuz zamanlarda zihninizi ve kalbinizi arındırmanız adına kendi edebiyat ve hayat lezzetiniz için, tavsiye ediyorum.
1987, Ankara.
Türk Dili ve Edebiyatı lisansı, Yeni Türk Edebiyatı yüksek lisansı…
KalemKahveKlavye’nin kurucusu.
Evli ve iki kedi babası…
Bazı kitaplar yazdı: Kadran Kadraj (2015), Kaosun Kalbi (2020), Yeraltı Kütüphanesi (2020), Gecenin Kıyısından Gelen Suratsız ve Yaşlı Kuzgun: Edgar Allan Poe (2020)