ÇARŞI’DAN ABBASAĞA PARKI DUYURUSU
ÇARŞI GRUBU OLARAK DÜN GECE BİR KARAR ALDIK !
Polis Taksim’i ele geçirmişti ve kimse oralarda neler olduğunu bilmiyordu. Yakaladıklarını oraya getirip dövüyorlar mıydı? kadınlara kızlara tecavüz mü ediyorlardı? ağaçları mı yakıyorlardı? olanlardan kimsenin haberi yoktu. Taksim kurtarılmış bölgeydi. adeta bir polis mahallesiydi.
Çarşı liderleri şafak baskınlarıyla evlerinden alınmış ve bu süreçte işlenmiş ne kadar suç varsa üzerlerine yüklenmişti.
Çarşı’nın ve heykelin ( kartal ) orada toplanan yaklaşık 10 bin kişilik bir grup ile Abbas ağa’ya yürüdük.
Basın açıklaması yapıldı ve bir karar aldık.
Buradaki basın açıklamamızdan sonra oradaki insanlara, bu kararı alırken polisin bir düşman olmadığını, hiç bir zaman da düşmanımız olmayacağını, bizim arkadaşlarımız, akrabalarımız ve kardeşlerimiz olduğunu ve hiç bir şekilde; taş, sopa, bıçak, silah gibi ilkel nesnelerle, ilkel bir mücadele içinde olmadığımızı ve hiç bir zaman olmayacağımızı anlattık.
Bu kararımızı beğenmeyen ve ortalığı ateşlemek isteyenler oldu! “yukarıda arkadaşlarımızı dövüyorlar, onlara yardıma gitmeliyiz” diyenler oldu.
Bunların kim olduğunu artık hepimiz biliyoruz!!!!
Gruptan kopmalar da oldu ama biz kararımızdan emindik !
Önce 200 kişilik bir grupla bekledik. Konuşmalar yapıldı, yağmur başladı. Oturduk ve şarkılar söyledik, danslar ettik.
KARAR !
Taksim’den bizi çıkardınız mı sevgili ağabeylerim, ablalarım, polislerim, devlet büyüklerim. Gezi’yi aldınız mı elimizden? Bizi dövdünüz mü?
EYVALLAH !
BUNDAN BÖYLE 2. TAKSİM ve 2. GEZİ PARKI : ABBAS AĞA PARKI ‘DIR!
Sizi orada bekliyor olacağız! oturuyoruz! şarkılar söylüyoruz.
Bundan böyle sizleri “ŞİMDİLİK” orada bekleyeceğiz !
Gelin bizi oradan da atın. EMİRGAN KORUSU ‘na gideceğiz!
Gelin bizi oradan da atın. FETHİPAŞA KORUSU ‘Na gideceğiz!
Gelin bizi oradan da atın. YILDIZ PARKI’ na gideceğiz!
Gelin bizi oradan da atın. 3. köprünün ayaklarında sizi bekliyor olacağız! Çünkü
HER YER TAKSİM ! HER YER DİRENİŞ !
Biz biber gazını çok sevdik. Bu aralar jopu da sevmeye başladık.
SİZ BUNU ANLAYANA KADAR DİRENİŞİMİZİ SÜRDÜRECEĞİZ!
Saygılar sevgiler.
DİREN GEZİ | BÜNYAMİN ŞAHİN
*** *** *** *** *** *** *** *** *** *** *** *** *** ***
EBRU KOYUNOĞLU’NUN MESAJI
EBRU KOYUNOĞLU’NUN MESAJI
Korku kendisinden kaçıldıkça kaçanı sarar, bir ağ gibi kıvrandıkça kıvrananı kollarıyla kavrar, onu sıkıştırdıkça sıkıştırır, nefes alamaz hale getirir.Korku önce kişiyi değil, kişiliği öldürür. Kişilik ölünce, kişi de kendiliğinden ölmüş olur.
*** *** *** *** *** *** *** *** *** *** *** *** *** ***
SOKAĞIN DİLİ | KORAY TATAR
Bu sokakların inanın başka bir dili var
On beşinde daha bıyıkları yeni terliyor
Altmışında bilgece kaldırımlar
Pencereler ıslık tutturmuş
Tencerelerin bile sesi var
Evlerden tepsiler ayaklanmış
Barikata taşıyor sofraları
Çocuklar sapanlarla kuş avlamıyor artık
Saksılar kendilerini atıyorlar aşağıya
Sokakta filizlenen bir şeyler var.
Subcomandate Marcos’tan , Gezi direnişi için “Tüm dünya vatandaşlarına” başlıklı yayınlanan mesaj:.
“Kardeşler, Kadınlar, Erkekler, Evsizler, Yoksullar…
Zapatalar kaç kişidir diye sormuşlardı bizlere ve biz, hakları, özgürlükleri, kendi gelecekleri için mücadele verilen her yerde yüz binler olduğumuzu söylemiştik. Şimdi bugün, buradan binlerce kilometre öteden duyuyoruz ki Anadolu topraklarında, Türklerin, Kürtlerin, Ermenilerin, Lazların, Çerkezlerin ve sayamadığım diğer halkların anayurdunda onurlu yaşamak isteyen yüzleri maskeli yüz binler sokaklarda özgürlük diye haykırıyor. Yıllardır Kürt kardeşlerinin onurlu bir yaşam mücadelesinde olduğu gibi. Mücadeleye başladığımız günden bu yana, yalnız olmadığımızı, milyonlar olduğumuzu ve her gün çoğaldığımızı biliyorduk. Bugün bir toprak daha çoğaldığımızı görüyoruz. Hükümetlerinin on yıllardır süren baskıcı yönetimine karşı onurlarını savunmak için Türkiye halklarının sokaklarda isyanda olduğunu, Ya Basta! diye haykırdığını işitiyoruz. Tarih boyunca efendilerin başkenti olmuş büyük İstanbul bugün isyanın başkentine dönüşmekte, ezilenlerin sesine ortak olmakta. Büyük İstanbul’un sokakları bugün kadınların, çocukların, erkeklerin, eşcinsellerin, Kürtlerin, Ermenilerin, Hıristiyanların, Müslümanların başkentine dönüştüğünü; on yıllardır kendi hükümetlerince aşağılananların, bastırılanların, yok sayılanların bugün artık buradayım dediğini görüyoruz. Heyecan duyuyoruz!
İsteğimiz hiçbir zaman yeni bir iktidar, yeni bir yönetim, yeni bir hükümet, yeni bir başkan olmadı. Sadece saygı bekledik. Özgürlük, demokrasi ve adalet isteğimize saygı göstermesini bekledik hükümetlerden. Türkiye halkı da günlerdir süren direnişinde aynısını istiyor ve talep ediyor: Şu an iktidardaki hükümetten başlamak üzere, iktidara gelecek tüm hükümetlerden sadece özgürlük, demokrasi ve adalet isteğine saygı! Ve ekliyor: Bunu göstermediğiniz takdirde, hakların ve özgürlüklerin sahibi olan bizler, size karşı her zaman direneceğiz, saygılı olmayı öğreninceye kadar sokaklarda savaşacağız. Yeni bir şey, fazla bir şey değil sadece haklarımıza saygı duymanızı bekliyoruz. Çünkü bizler nasıl yaşamak istediğimizi biliyor, nasıl yönetmek ve yönetilmek istediğimizi çok iyi biliyoruz. Kendimizi yönetmek ve hakkımızda kendimiz karar vermek istiyoruz.
Ve bizler buradan, onurlu bir yaşam için mücadele eden Türkiye halklarına dostça selamlarımızı iletiyor ve isyanın ateşinin Chiapas’ı ısıttığını belirtmek istiyoruz. Tarihi geçmişten ve gelecekten kurtarıp şimdiye taşıyanlarla dayanışmayla.
Lakandon Ormanları – Subcomandate Marcos”
*** *** *** *** *** *** *** *** *** *** *** *** *** *** *** *** *** ***
AĞAÇ DEVRİMİ | CAN AYDOS
27 Mayıs 2013
tarihinde İstanbul’da Gezi Parkı ağaçları sökülmeye çalışılırken başlayan
direniş, polisin korkunç müdahalesi ve ülke basınının hiç bir şeyi yayınlamaması
sonrası, tüm yurtta her kesimden insanın sokağa dökülmesine yol açtı. Sokağa
dökülenlerin büyük çoğunluğu 1980 darbesi sonrası apolitikleştirilmiş olan
gençliğin bu isyanı, ailelerinden de destek gördü. Bu çocuklar habersiz
gittikleri sokakta olanları eve dönüp ifade etmek istediklerinde, tepki görmek
yerine “ne gördün, anlat bizlere” cümleleriyle karşılaştılar, hatta
sokaklarda annelerini babalarını görür oldular.
savunurken, faşizme karşı mücadeleyi
hep birlikte yaptıklarını görür oldular. Tüm halklar, tüm dini inançlar, siyasi
görüşler meydandaydı. İşte bu durumun getirdikleri var.
kazandığımıza bakmak istedik. Yazının hazırlanış amacı tam da budur.
bir sürü ağacı var. Bu direniş, o
ağaçların hiçbirinin dallarına dahi dokunulmasını istemeyen, hatta yeni
fidanlar ekmenin peşindeki insanların direnişidir.
dışarıdan apolitik görünen bir nesil, bir yanda, sokaklarda gerçekleşen
direnişin, gün geçtikçe kafalarda var olan “özgürlük hayallerinin daha da
ötesini sokakta yaşamak” ütopyasının, direnişin ta kendisi oluşuna tanık olan
bu insanlar, aynı anda da özgürlüğün o muhteşem tadının farkına varıp, Barış
Manço’yu, Cem Karaca’yı, Edip Akbayram’ı, John Lennon ve Jimi Hendrix’i
dinlerken, onları artık daha iyi anlıyorlar.
dediğimiz bu örgütsüz hareketin, şu sırada bize neler kazandırdıklarını
sıralayalım;
İnsanlar artık
“Bu medya mı bize otuz yıldır doğudaki savaşı gösteriyordu?” sorusunu
sormaya başladılar. Bunun başlıca sebebi, doğuda yenen sopanın, batıda da
atılıyor olması ve medyanın olanları çarpıtarak gösterdiğini insanların an be
an yaşaması. Evet; bebekler, öğretmenler, doktorlar, 7’den 77’ye insanlar
katledildi de, “Acaba 30 yıldır yaşananlar da, tıpkı şu anda olduğu gibi
medyanın ve siyasi güçlerin çarpıtması mıydı? Taksim olaylarında olduğu gibi
bir mizansen miydi? Yoksa? Hainler ile Kürtler apayrı şeyler miymiş? Hainin
dili, dini, cinsiyeti, ırkı yokmuş meğerse” cümlelerini kurmaya
başladılar.
haberleşirken “Dersim yanıyor dediler” cümlelerini kurması, o
meydanda hem yumruk hem kurt hem de barış işaretinin dip dibe yapılması,
birbirlerine amansız düşman olan İstanbul takımlarının İstanbul United adı
altında kendiliğinden toplanması, bölünmeye yüz tutmuş ne varsa hepsinin bir
ağaç gibi hür, bir orman gibi kardeşçe beraber barınabilmesi… Bunların hepsi
halkın iktidarını sahiplenmesi, Cumhuriyet’i yeniden kazanmak demektir.
Kadının en önde haklarını savunması
belki de en önemli kazanımlardan. Biber gazı ile saçları uçuşan kırmızılı kadın
ve kollarını tomanın tazyikli suyuna açmış, göğsünü siper etmiş kadın. 13
Haziran 2013 akşam saatleri itibariyle annelerin de Gezi Parkı ‘na, ertesi gün de kuğuluya inmesi gibi.
3) Mizah,
Pasif Eylemcilik ve Zeka:
Eylemler
hâlâ zeka dolu mizaha ve pasif direnişe devam ediyor. Duvar yazıları senelerdir
hem geçmişte ülkemizde, hem de dünyada zaten. Ciddi bir kitle bu yönde
ilerliyor. Duvar yazıları, sloganlar… 68’lileri görmüş geçirmiş eskilerle
konuştuğumda “Özellikle bu şiddete karşı eylemsizlik müthiş bir şey,
eskiden her gün bir sürü insan ölürdü. Şimdi böyle bir şey yok ve bu aradığımız
hakkı meşru kılıyor. Ayrıca sizler gördüklerinizi görselleştirip evdekilere
aktarabildiniz, bizse bunu yapamamıştık. Anarşik demişlerdi bizlere. Siz ise
derdinizi anlatabiliyorsunuz çevrenize. Dolayısıyla daha güçlüsünüz”
diyorlar.
4) Laiklik:
Gezide kandil kutlanması ve namaz
kılınması, beri yandan içki de içilmesi ve içki içen birinin kötü bir
davranışının ortaya çıkmaması, hatta bunca gündür sokakta olan kadınlara bir
tecavüzün, tacizin yaşanmaması… Kişilerin dini ne olursa olsun, mensup olduğu
dini ve mezhebi kendi bünyesinde ama kimsenin özgürlüğüne dokunmadan yaşaması.
Taksim direnişi, bu yazılanların hepsinin bir arada yaşandığı bir direniş
olmasından da çok önemli… Esasında bu ülke insanı birbiriyle barış içinde yaşayabiliyormuş,
diyor artık sokaktakiler.
ve Hürriyet:
LGBT.
Yani lezbiyen, gay, biseksüel ve transeksüeller. Hani en çok saklanmak
zorunda olanlar. Gezi serbest kürsüsünde ‘ibne …’ ‘orospu çocuğu …’ diye
slogan atanları uyarmaları, inanın beni her seferinde, tam küfür edecekken,
durduruyor. Bu güzel insanların büyük katkısı ve insanlıklarının ön plana
çıkmasını önemsememek mümkün değil.
6) Parasız
Sanat:
eğitim derken, sanatın sokakta tüm halk kesimlerine bedava sunulması da
aynı derece öneme sahip. Bu olaylar neticesinde sokaklarda gelişen tiyatro,
bale gösterileri, müzik etkinlikleri,
(tencere tavanın bile ritmik çalınıyor oluşu), açık hava resim
sergileri, sokakta oynanan oyunlar (halay, dans, horon vb.), özellikle İzmir
Opera ve Bale topluluğunun inanılmazgösterisi gibi.
sokakta yapılagelmeye başlaması, çok önemlidir. Çünkü bu toplumun yukarıda
saydığımız geri kazandıklarını, insanı insana anlatabilen sanat ile her kesime ücretsiz
sunmak şart.
zorundalar. Bu gösterilerin sürekli hale gelmesi, parası olmayan insanların
sanat akımlarına yabancılaşmamasına yol açacak ve hani şu muasır medeniyetler
meselesine ulaşma yolunca iyiden iyiye bizlere yardımcı olacaktır.
Noviembre filmini örnek gösterebiliriz.
Çocukları:
Özellikle Gezi Parkı ‘nda çıktı bu durum ortaya. Mendil satan-cam silen-su
satan vb. bu emekçilerin en küçükleri, Gezi ‘de yemek içmek gibi dertler
olmadığı için, önce yemek sıralarını delip geçerek, saygısızca yemek alıp
yemiş, gün geçtikçe sırayı önemsemeye, bir bardak daha isterken lütfen demeye,
“Abi ben burada kibarlık öğreniyorum” gibi cümleler sarf etmeye
başlamışlar. Uğrunda yapılan kömür-makarna yardımlarının ardından bir karşılık
beklenmediğinde, ne kadar eğitilmeye aç olduklarını da canlı canlı gördük Gezi
Parkı ‘nda!
devletin polisini kullanarak insanları dağıtması halinde bile insanların farkındalıklarını
görmüş olması, bir ve beraber oldukça hakkımızı almak adına daha güçlü
olduğumuzu, kaybettiğimiz mahalle – komşu- kültürünün, hali hazırda sokaklarda
birbirini hiç tanımamış insanların yardımlaşmasına doğru kayması, oysa
insanların sosyal birer varlık olduklarını sosyalleştikçe psikolojilerinin
düzeldiği gerçeğini de tekrar hatırlamak önemli etkenlerden…
kesim varsa, herkesin saygı istemesi. Ancak tüm bunlar günümüz iktidarında
fevkalade faşizme maruz kalmış olmasına rağmen, hatırlayalım, aynı zamanda
geçmişimizden gelen büyük problemlerdi. İşte bunları aşıyor olmak, devrimin
çoktan başladığının göstergesidir.
kullanılarak para, erzak, vs karşılığı veya gözünü korkutma yöntemiyle amaçsız
insanları toplayıp kuru gürültü yaratanlar varken, bu insanların bugüne kadar
yaratılmak istenen tüm bölücü unsurları yok sayarak ve tamamen kendi
iradeleriyle bir araya gelip hiç umulmadık bir şekilde tepki gösterebilmesi çok
değerlidir.
parktaki ağaçları korumak için kendi halinde protestosunu yapan bir avuç insana
karşı yapılan zulüm karşısında, bugüne dek bir çok uygulamadan rahatsız olduğu
halde sesini çıkarmayan topluluğun artık daha fazla sessiz kalamayacağının ve
bundan sonra da kolay kolay susmayacağının bir göstergesidir.
ve haksız iktidar oyunlarına destek çıkanlara değil, aynı zamanda diğer siyasi
partilere de yapılmaktadır.
elde tutmak için sürekli ama her yerde direnmeye yılmadan devam etmek
gereklidir;
Fakat yaptıklarımızı asla kafi göremeyiz çünkü daha çok ve daha büyük işler
yapmak mecburiyetinde ve azmindeyiz. Daha çok çalışacağız. Daha az zamanda,
daha büyük işler başaracağız!”
*** *** *** *** *** *** *** *** *** *** *** *** *** *** *** *** *** ***
PARKA PARK ETMEK
GEREK! | AYLİN
ÖZER
Bir
gün minik tırtıl ve anne tırtıl İstanbul’ da nadir kalmış yeşilliklerden birini
aramaya koyulmuş. Gezmeye çıkıp, rahatça hava alabilecekleri bir park aramaya
başlamışlar. İstedikleri bir kaç yaprak kemirmek, biraz su ve havaymış. Zor
bela ezilmeden, büzülmeden uzunca bir caddeden geçmişler. İnsan denen canlıdan
ve alışveriş merkezi denilen binalardan o kadar çok varmış ki burada küçük
tırtılın 40 ayak yerine 40 gözü olsa hepsi yuvalarından çıkacakmış nerdeyse.
kızım.” demiş küçük tırtılına. “Onlar insanların kendilerini
koruduklarını sandıkları kaleleri, ama bilmezler ki karıncalar isterlerse her
yere girebilir ve her taşı oyup yerle bir edebilir!” Küçük tırtıl
annesinin demek istediğini pek anlamadan manevra yapa yapa caddede süzülmeye
devam etmiş. İnsanların ayakkabılarını topuklarının sesinden ürkerek, azot
gazının kokusundan iğrenerek 40 nala yeşile koşmak istiyormuş. Annesi
seslenmiş: “Yavaşlayalım, işte orada bir park var” diye. Artık yüzü gülmüş tırtılın, heyecanla ve
ezilmeden parka ulaşmanın mutluluğunu yaşamakmış tek isteği. Aylardır kara
göremeyen bir denizci gibi kırk nala koşmuş hemencecik parka. Nefesi kesilmiş ama alacağı oksijenin rehavetinden dolayı bu
durumunu pek de önemsememiş. Bir meyve ağacı bulup, yapraklarını iştahla
kemirmeye başlamış, ağacın içindeki özsuyla susuzluğunu da bir güzel gidermiş.
Üstelik deniz manzarası bile varmış bu parkın. Tek anlayamadığı, gece gece bu
insanların parkta ne işi olduğuymuş. Müzik dinleyip, kitap okuyan, çadır kurmuş insanlara bakarken; ağacın
üzerinde tatlı hülyalara dalmış. Karnı tok, manzara güzel, annesi yanında,
“bir tırtıl başka ne ister ki hayattan” diyerek.
Ve gece saat üç: “PATTT, PAT, PAT!”
diye bir sesle uykusundan uyanmış. Önce bir kabusta duyduğunu sanmış bu
sesleri.” ANNEEE!” diye bağırmış ama annesi ağaçtan olan yataklarında
yokmuş. Korkudan buza kesmiş her yeri. Başlarında garip ve anlam veremediği
maskeler takan adamlar varmış dört bir yanda. Ellerinde ki aletlerle parktaki
insanlara bir şeyler fırlatıyorlarmış. Kırk bacağı da tir tir titriyormuş
zavallı tırtılcığın. İnsanlar ağızlarını elleriyle kapatıp sağa sola
koşuşturuyorlar, ellerinde ki kitaplar yerlere düşüyor, ağlıyor, bağırıyor,
müzik sesi çıkardıkları aletlerin üzerine maskeli adamlar basıp kırıyorlarmış.
Tekrar ama bu sefer kısık sesle “Anne!” diyebilmiş. Fakat annesinin
ayaklarını maskeli adamın ayakkabasının altında görünce adeta yıkılmış. Çünkü
annesi insana atılan nesnelerden maalesef nasibini alıp zehirlenmiş, yere
düşmüş ve maskeli adamlar tarafından ezilmiş.
Küçük tırtıl dünü düşünmüş; yürüdüğü caddeyi,
insanları, annesinin sözlerini ve uyumadan önceki hayalini. Artık ne annesi, ne
manzarası ve ne yiyecek lokması varmış. Tek var olan boğazını yakan gazmış.
Hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlamış. Etrafta çok insan varmış ama onu kimseler
duyamamış. Çünkü maskeliler, maskesizleri kovalamakla ve üzerlerine kasırgaya
benzer bir su sıkmakla meşgulmüş.
anlam verememişken ağacın dalında bir karınca görmüş. Bilge karınca hemen
anlatmaya koyulmuş: “Bu parkın adı, GEZİ
PARKI. Burayı bazı kötü insanlar gelip yıkacaklardı, yerine alışveriş
merkezi yapmak için. Ama iyi insanlar geldi bu parkı korumaya. Burada piknik
yapıp, şarkı söyleyerek kuşlara karıncalara arkadaşlık yapıyorlardı. Fakat kötü
insanlar parkı yıkmaya kararlıydı. O yüzden insanları parktan göndermek için
onların üzerlerine zehirli gaz ve su sıktı. Ama “park koruyucuları”
yılmadı ve onlara cevap verdi. Bu yüzden kavgalar daha da büyüdü, bu yüzden
insanlar yaralanıyor, bu yüzden annen öldü, bu yüzden insanlar ölüyor ve bu
yüzden insanlar ölmeye devam edecek” dedi. Tırtıl: “Bu saçmalık
olmalı. Dün annemle caddeden geçerken bir sürü alışveriş merkezi vardı. Ama
parkı bulana kadar bizim nefesimiz kesildi. ‘Az şeyler değerlidir’ derdi annem
hep. Öyleyse neden bu güzelim parkı yıkıyorlar ki?” Bilge karınca cevap
verdi: “Açgözlüler var ve doğayı sevmeyenler. Diğer yanda ise -insan- olan
ve hem doğaya hem insanlığa sahip çıkan -dünya insanları- var.
kötünün savaşıdır. Ve kötü insanlar dünyanın hep kendilerinin olacağını
düşündükleri için diğer canlılara tepeden bakarak onları hep karınca gibi
görürler. Ama bilmezler ki karınca bin yıllardır var, savaşçıdır, yorulmaz.
Sadece şeker için değil ekmeği içinde toplanır. İşte bu iyi insanlar karınca
gibi çalışkan olup, her geçen gün çoğalacaklar, alışveriş merkezlerinin
yapılmasına izin vermeyecekler, ekmekleri için savaşacaklar. Her ne kadar
bazıları onlara haşere muamelesi yapıp gaz sıksalar da üzerlerine (maskeli beşler, yüzler, binler), su
dökseler de yollarına onlar yüzdükleri su da gazlarını yıkamayı bilip yeniden
yeniden çoğalacaklar.”
tırtıl annesinin karıncaları ona neden anlattığını! “HEPİMİZ
KARINCAYIZ!” tişörtünü giydi ve karıştı doğa insanlarının yanına. Çünkü
kurtarılacak daha çok park vardı. Ve annesini gömebileceği bir santimetre yer
için savaşmak gerektiğini artık öğrenmiş, o gece büyümüş ve özgürce uçan bir
“KELEBEK” olduğunu fark etmişti.