Esaretime inandırıyor o adam beni. Rol yapamayacak kadar boş ve aygır gibi düzüyor karımı. Sıfır nokta üç metrekarede özerklik mücadelesi veren “Ters Dönmüş Böcekler Partisi”nin en zavallı gerillasıyım.
– Edip Cansever
Kapı çaldı. Duyuyorum ama duyduğumu bilmiyorlar. Zahide abla gelmiş. O kocaman gülümsemesiyle girdi içeri. “Nasılsın?” dedi her zamanki gibi ve her zamanki gibi acıyarak yutkundu. Önceleri hem sevecen hem acıyarak yutkunurdu. Ya rol yapmayı bıraktı ya da eksildi Zahide abla.
Çocukluğumu bilmez, hiç sesimi duymadı, karımla bu eve – karım ahır diyor- taşındığımızdan beri hep yanımızda. İyi insanlara olan inancın bu mahalledeki temsilcisi kendisi. Bir soyutluğun temsilcisi olduğundan mucizelere açık. “Yine mi geldi?” diyor kızgın kızgın karıma. “Evet” diyor karım. Önceleri utanırdı. Ya rol yapmayı bıraktı ya da eksildi karım. Umursamaz bir tavır takınıyor, sonra o umursamazlığını çaresizliğe dayandırıyor. Hep böyle olmaz mı? Güçsüz insanlar umursamazlık hevesine düşerlerse yalpalarlar ve ilk dayanacakları bahane çaresizlik olur. İkisi de bana bakıyor ve ikisi de beni görmüyor. Söylenmeye başlıyor Zahide abla, laf çıkıyormuş, bari benim yanımda yapmasınmış, karım çay demlemeye gidiyor. Çürümüşlük havuzuna dönüşüyor sessizlik. Duvarlardaki rutubet izlerini Picasso tablosuna benzetmem için Picasso’yu bilmem gerektiğini biliyorum. Kapı gıcırtısından konçerto çıkarmam için ise klasik müzik dinlemiş olmalıyım hayatımın bir anında. Öyle uzak ki geçmişim. Nereden bakarsan bak birkaç metre ötede fotoğraf albümü. O birkaç metrenin içinde yedi kıta, üç okyanus, binlerce dağ ve nehir var. Çaylarını karıştırıyorlar.
Dram, süreç oldu hayatımda. Önceleri karımla benim hayatını etkiledi, hayatımızın süreci olmuştu yani dram. Rol yapmayı bıraktım, karımı eksilttim bu dram durumundan. O, öfkeye ve şehvete sığındı. Hikayenin başlangıcı bildik ve yeşilçam… Senaryo kötü, yönetmen kötü, oyuncular, yani biz, sudan çıkmış balık gibi acılıyız, film ölü doğuyor haliyle. Karım, Zahide abla, ben ve o adam ölü doğan çocuklarız. Annemizin rahminde vazgeçmişiz hayattan. Arabesk olmuşuz ve deli gibi kahkahalar atan “saçma seçici” insanların önünde oynuyoruz. Bak nasıl çay karıştırıyor, bak nasıl ağlıyor, bak nasıl da acı çekiyor… Haklılar. Bazen ben bile gülüyorum halimize.
Zahide abla gidiyor. Karım kurtulmuş, özgürleşmiş hissediyor kendini. “Karım” diyorum çünkü adını unuttum. Tanışma anımızı hatırlıyorum. İlk öpüşmemizi hatırlıyorum. İlk tatile gidişimizi ve ilk defa beraber denize girişimizi hatırlıyorum. Hatırlamak beynimin sinirlerinde ağır ağır ilerleyen bir lokomotif oluyor ve tünele giriyor. Çıkacak diye bekliyorum hâlâ. Fedakarlık örneği gösterdiği ilk günlerde çok takdir edildi karım. Belki de o yüzden hala benimle. Mutfağa sürükleniyor bedenim. Sonsuzluğun içinde sıfır nokta üç metrekare yer kaplıyorum. Önemsizleşiyor her şey. Kapı çalıyor. O adam geliyor.
O adam benden daha yakışıklı değil. Evet evet, ilk bu pencereden süzdüm onu. Yakışıklı mı değil mi? Gözleri ne renk? Saçları dökülüyor mu? Bunlara bakınca benden daha vasat olduğunu çıkardım. Aklını tartmak için pek fırsatım olmadı. O gelince ben mutfağa sürükleniyorum. Benim için fark etmiyor, hep aynı matematiksel alanın içindeyim. Onlar için çok şey fark ediyor çünkü ruhlarını sonsuzun önünde parçalayıp çoğalttıklarını zannediyorlar. Yanılıyorlar. Yanıldıklarını biliyoruz; ben, filozoflar, Zahide abla…
O adamın adını da bilmiyorum. Zahide abla “Şerefsiz” diyor; karım, “Aşkım”. Ben bilmiyorum. Şehrin dibinde kalmış ve kokmuş bu sokakta yaşadığını düşünüyorum çünkü ayakları kokuyor. Güzel kokular anımsıyorum. Masamda çiçekler vardı, yazarken başlarını okşardım onların. Ok gibi fırlardım tutkuyla bağlı olduğum hayata. Koşardım. Gerisini hatırlamıyorum.
Zaman benim için, kapladığım alandan daha geniş… Uçsuz bucaksız hatta… Zaman ölümü aradığım kocaman bir labirent. Seslerini duyuyorum ama gidemiyorum. Bağıra bağıra sevişiyorlar. Utanıyorum komşular duyacak diye. Onlar eksildikçe ben fazlalaşıyorum. Böcekler, fareler, bakteriler kemiriyor durgunluğumu. Sesleri kulaklarımda çınlıyor. Her gün aynı saatte aynı sesleri çıkararak sevişmelerine şaşırıyorum. Hayaletler, gölgeler emiyor şaşkınlığımı. Ölecek kadar günah biriktirmedim herhalde, diye düşünüyorum. Sabır tekerleklerimin kusursuz yuvarlaklığında beni yatıştırıyor. Sesler kesiliyor. O adam terini silerek çıkıyor odadan, bana bakıyor. Hiçbir şey hissetmediğini anlıyorum. Hiçbir şey. Parodinin en vurucu öğesi o adamın hissizliği… Bazen bakar bana, bazen kaçarcasına çıkar. Baktığında balmumu heykel gibidir. İmrenirim. Acım alanımın duvarlarını yumruklar ve sessizliğim bakışını heykelleştirir göz bebeklerimde. O adamın önünde tek sıra halinde dizilir her sabah umutlarım ve “rahat hazır ol…” Esaretime inandırıyor o adam beni. Rol yapamayacak kadar boş ve aygır gibi düzüyor karımı. Sıfır nokta üç metrekarede özerklik mücadelesi veren “Ters Dönmüş Böcekler Partisi”nin en zavallı gerillasıyım. Karım çıkıyor kan ter içinde. Sürüklüyor beni televizyona. Özgürlük nidalarımdan korkmuş olacak. Kapı çaldı. Zahide abla geldi yine. Dedikodulardan, irinlerden, fesatlardan, kısacası kötülüklerden dem vurdu. Kargalar gibi koşuştu kelimeler rutubet kokan berbat evin -karım haklı galiba- içinde. Beni göstererek konuştu bir süre. “Kocandan da mı utanmıyorsun” dedi, “Ayıp” dedi, “Yazık” dedi, ivmesi düştü hızla, “Seni de anlıyorum” dedi, “Haklısın, zor” dedi, “Ben kayboldum, bir iş bul dedi”, özneydim, gizlendim. Adımı hatırlamıyorum. Çocukluğumu, ailemi hatırlıyorum ama adımı çıkaramıyorum. Düdüğünü öttürürken görüyorum uzakta süzülen lokomotifi, adım içinde yolculuk halinde. Onun adına sevindiğim için adımı hatırlamamayı pek kafama takmıyorum.
Gece gelmezdi hiç. Hikayeyi yazmaya başladığım an bu an. İçeri giriyor düşünceliymiş gibi yaparak. Şeytani bakış edinmiş bir yerlerden, benim üzerimde deniyor. Korkuyorum o adamdan bu sefer. Çok korkuyorum. Mutfağa sürükleniyorum yine. Ses gelmiyor. “Olmaz” diyor karım, ağlıyor, ben bile anlıyorum olacağını. Riyakarlığın vücut bulmuş hali karım. Böyle bir ordunun varlığından nicedir haberdarım: Riyakar Özgürlük Ordusu. Bu ordunun neferleri dürüst, namuslu, çalışkan ve onurlu. Kaygan mitolojinin en muzaffer sıfatlarını taşıyorlar. Ne zamanki ego borularını çalıyor yüce karakterleri, harekete geçiyorlar. Eskiden seslerinin tınısından anlardım ve cephe savaşında onlara karşı hep kazanırdım. Şimdi sadece spor yorumcusu gibi yerimden izliyorum. Karım generalliği istiyor. “Olur mu acaba”ya geçiyor, “Ne zaman” diyor, “Hemen bu gece mi?” diye şaşırmış numarası yapıyor, nihayet “Tamam” diyor. Kapıdan çıkıp bana bakıyorlar. İlk defa ikisi birden bana bakıyor. Beni görüyorlar, ilk defa.
Gece soğuk. Uzun zamandır dışarı çıkmamıştım. Eski bir Şahin’in arka koltuğuna taşıyor o adam beni. Sandalye diyor karım, onu da bagaja koyuyorlar. Sokak lambası yanmıyor. Perde aralarından kaçan birkaç ışık canhıraş bir şekilde kirpiklerime sığınıyor. Umutsuz görünmek istemiyorum, kabul ediyorum yaralı aydınlıklarını. Sahil boş. Kış mevsiminin elinde pas tutmuş çocuk parkı dışında nesne de yok. Yağmuru hissetmeyeli çok olmuştu. Yıllar önce bir akşam, yoksa o akşam mı? Sırılsıklam olmuştum. Güzel günlerin temizlik günü diyeceğim ama yalanın gün olmuş haliydi, şimdi anlıyorum. Yağmur üçümüze sunuyor hizmetini, arınıyoruz. “Yapamayacağım” diyor karım, yapacağını biliyoruz. Susuyor o adam ve karım ağlamaya başlıyor. Tekerlekli sandalyeme konduruyor beni, anladığım kadarıyla son kez. Bacaklarımı örtüyor karım, iğrenç numaraları midemi bulandırıyor. O adam benim kurtarıcım, net bir hayvan, net bir katil o. Sevilesi vahşiliği beni çekiyor. Karım arkada kaldı. Sıfır nokta üç metrekarenin üstünde zifiri karanlık denize doğru hareket ediyorum. Hatırlıyorum. Adımı hatırlıyorum. Denizin dibinde sürükleneceğimi düşünerek yüzebildiğim günleri hatırlıyorum. Balıkların kaçışını… Birazdan avuçlarına düşeceğim. Anlatmaya vaktim yok her şeyin nasıl bu hale geldiğini ama hatırlıyorum. Mavi, dümdüz bir ovada uzayıp gidiyor tren. Her şeyi hatırlıyorum. Önemli olan da bu.
Mühendis / Yazar. Çeşitli kitap eklerinde kitap inceleme / eleştiri yazıları çıktı. Kalemkahveklavye site ve dergisinde öykü, deneme, kitap incelemeleri yazmaya devam ediyor.