Orhan Tüleylioğlu, tıpkı daha önceki kitaplarından Yalnız Kitap ve Mutluluk Konservesi’nde olduğu gibi kitapların, edebiyatın peşinde, kelimelerin gerçek hayattaki izdüşümünde gezinmeye devam ediyor. Karakarga Yayınları etiketiyle yayımlanan “Dünyanın Kitapları” çerçevesinde Tüleylioğlu ile edebiyatı ve kitapları konuştuk.
Merhaba Orhan Bey. “Dünyanın Kitapları”nı tebrik ederiz öncelikle. İlk yorumlar nasıl?
Teşekkür ederim. İlk yorumlara sevindim diyebilirim. Telefon ve e-mail yoluyla bana ulaşan dostlarımın ve okurlarımın samimi ve içten övgüleri benim için gerçek bir ödül oldu. Onları meraklandırıp ilgilerini çekebildiğim için de ayrıca sevindim.
Kitaptaki temel izlek “kitaplar”; ama tarihi, kültürel, politik pek çok olay ve kişi arasında geziniyorsunuz. Bu kurguda bir kitap hazırlama fikri nasıl oluştu?
Daha önce yayımlanan Yalnız Kitap ve Mutluluk Konservesi adlı kitaplarımda da aynı kurgu vardı. Yalnız Kitap’ta başlangıcından günümüze kitap düşmanlığını konu edinirken, kitap sevgisinin yansımalarına da yer vermiştim. Mutluluk Konservesi’nde mutluluk kavramının tarih boyunca değişen anlamına dikkat çekmiş, edebiyat yapıtlarında nasıl ele alındığını incelemiştim. Dünyanın Kitapları’nda ise, kitapların ışığıyla günümüze bakmak istedim.
Bölüm sonlarında anlattığınız olay ve kişilere daha uzaktan bakarak çerçeveyi aşan sonuçlara, bir anlamda mesajlara varıyorsunuz. Özellikle bölüm ve içeriklerin nasıl oluşturulduğu ve bu varılan sonuçları sistemli mi doğaçlama olarak mı belirlediğinizi merak ediyorum. Tasnif, derleme ve yazma süreci nasıl ilerledi?
Düşündüğüm konuları önce kısa notlar halinde ve bazen maddeler halinde, bir deftere yazıyorum. Her şey bilgisayara geçerken şekillenmeye başlıyor diyebilirim. Çoğu kez, yazı, daha önce düşündüğümden çok farklı bir boyuta ulaşabiliyor. Sonuç bölümü de öyle. Bir yazıyı yazarken o sırada sonuç bölümünün ne olacağını ben de bilmem. Tıpkı yazıyı okumaya başlayan bir okurun henüz nasıl bir sonla karşılaşacağını bilmediği gibi.
“Tasnif ve derleme” tümüyle rastlantılara dayanıyor. Zaman içerisinde okuduğum, beğendiğim kitaplar üzerine aldığım notların birikmesiyle yazma süreci başlıyor.
Birer kılavuz, mesaj veya ders işlevi gören bu parçaları yazarken didaktik olmak veya olmamak gibi bir tercihiniz var mıydı? Bu tercihi nasıl uyguladınız?
Didaktik olmaktan çok, kitaplar aracılığıyla düşünmek, düşünmenin yeni yollarını keşfetmek, dünyada yaşanan problemleri anlamak ve anlatmak istedim. Çünkü, çözümü olmayan problemlerin gerçek olmadığına inanıyorum. Günümüzde insanlar gerçek olmayan sorunlarla oyalanıyor, savaştırılıyor, göç ettiriliyor, sömürülüyor… Edebiyat bunun farkında, yani her şeyin farkında ve insanlığın özlemini duyduğu o güzel dünyaları aramaya devam ediyor.
Yakın ve uzak tarihten notlar var. En yakın tarihli bölüm Aziz Sancar’dan bahsettiğiniz bölüm olmalı. Peki çok daha yakın tarihten, sözgelimi son 5-10 yıldan olaylar-kişiler derlemek isteseydiniz neleri seçerdiniz?
Son yıllara ilişkin defterimde çok fazla konu birikti. İş, yazmaya kaldı… Nasıl bir şey olacağını ben de merak ediyorum. Örneğin, kısa adı CERN olan Avrupa Nükleer Araştırma Merkezi’nin yaptığı deneyler insanlığa nasıl ışık tutacak? Yıllar önce, burada çalışan, ünlü yazarımız kimdi?
Edebiyat, bilim, politika, felsefe… Böyle şeyler işte… Çünkü hepsi iç içe…
Özellikle Borges’in ve onun kitaplara yüklediği anlamın anlatıldığı kısım hem en sevdiğim hem de kitabın adına en doğrudan işaret eden bölüm diye düşünüyorum. Peki sizin dünyanızda kitapların konumlandırılması nasıl? Gerek fiziksel, gerek manevi anlamda kitapların varlığını nasıl yorumlarsınız?
Okuma serüvenim çok eskilere dayanıyor, 80’li yıllara… O yıllarda günümüzdeki gibi çok kitap yayımlanmazdı. Kitapların yakıldığı, yasaklandığı, televizyon haberlerinde suç unsuru olarak gösterildiği yıllardı. İşte böyle bir dönemde edindiğim okuma alışkanlığım zamanla önüne geçilmez bir meraka ve tutkuya dönüştü. 90’lı yıllarda, Milliyet Sanat dergisinde kitap yazıları yazmaya başladım. Bu, kesintisiz yirmi yıl sürdü. Ayrıca şiir, araştırma-inceleme, deneme türlerinde pek çok kitabım yayınlandı. Bu uğraşımın temel kaynağı, tümüyle kitap sevgisidir.
Kitap, yaşamımın ayrılmaz bir parçası olmaya devam ediyor. İyi kitapların peşini bırakmamaya, okumadan bir günü boş geçirmemeye çalışıyorum.
Bizden bu kadar Orhan Bey, konuk olduğunuz için teşekkürler. Eklemek, okurlarınıza söylemek istediğiniz şeyler varsa buyurun.
Ben teşekkür ederim. Son olarak, Pablo Neruda gibi “Daha çok kitap!” demek isterim.
1987, Ankara.
Türk Dili ve Edebiyatı lisansı, Yeni Türk Edebiyatı yüksek lisansı…
KalemKahveKlavye’nin kurucusu.
Evli ve iki kedi babası…
Bazı kitaplar yazdı: Kadran Kadraj (2015), Kaosun Kalbi (2020), Yeraltı Kütüphanesi (2020), Gecenin Kıyısından Gelen Suratsız ve Yaşlı Kuzgun: Edgar Allan Poe (2020)