Sarhoş olup birbirlerini bıçaklayan ya da öfkelerine teslim olup silahla delik teşik edenler, kendine hakim olamayacağına inanıp verdiği haz ve ya zevk için öldüren caniler, para karşılığı başkalarının ‘sorunlarını’ kanla temizleyen katiller, ırza geçen ya da cana kıyan yaratıklar…
Bunlardan biriyle biz ya da sevdiklerimizin karşı karşıya gelme olasılığı ne kadar çok küçük olsa da, en az o kadar korkutucu olduğu da bir gerçek. Peki o küçük olasılığı yadsımaktan vazgeçip ortadan kaldırmak ve onları korumak için ne yapabiliriz?
7/24 onları yanımızdan ayırmayabilir; suçluların yakalanıp yargılanmalarında aktif rol alabileceğimiz bir meslekte ya da STK’de yer alabilir ve ya o hale dönüşmeden kendilerine ve çevrelerine daha çok fayda sağlayıp daha az zarar vermelerini sağlamak için, bir kurum ya da kuruluş aracılığıyla, onlara yardım edebiliriz. Elbette bu ve diğer tüm araçların, cinayet ve benzeri insanlık suçlarının kökünü kazıyabilmesi, belki 100 yıl belki de 100 asır sürecek.
Fakat yaşadığı dünyayı birlikte paylaştığı insanlıktan haz etmeyen, hatta tiksinen Raito (Light)’ın eline çok güçlü bir araç geçiyor ve bu aracın nasıl kullanılabileceğini keşfetmesiyle; tüm insanlığı ideal dünyası için hazırlamaya başlıyor. Bu araç da tahmin edeceğiniz üzere, ‘Ölüm Defteri’.
Elbette her ışığın yarattığı bir karanlık olduğu gibi Light’ın da karşısında, en az onun kadar hatta belki daha güçlü, bir rakip bulması da kaçınılmaz oluyor. L ve Light’ın ilk hamleleri de böylece başlıyor. Bu hamlelerin sonucunda da birileri oyun tahtasından dışarı atılıyor. Kimileri ‘masum’ kimileri ‘suçlu’…
Anime serisini yıllar önce izleyip bitirdim. Toplamda 12 ciltten oluşan ve tamamını Türkçe basılı halde bulabileceğiniz mangasının, ilk cildini de yeni okudum. Lakin olacaklar ve olabilecekler karşısında yeniden heyecanlanıp meraklanmadım desem, yalan söylemiş olurum. Tsugumi Ooba olan biteni, çok ince düşünülmüş detaylarla, öyle anlarda size veriyor ki; realist bir polisiye macera çizgi romanından alacağınız hazzı, bu mangada da yakalayacağınıza neredeyse eminim. Fantastik öğeler yazarın şaşırtıcı ya da etkileyici anlar yaratabilmesi için bir araç olarak değil, sadece hikayeye varlığıyla lezzet katan bir sos şeklinde karşınıza çıkıyor. Nasıl bir tarif uygulanmış hiçbir fikrim yok, lakin iştah açıcı olduğuna garanti verebilirim.
Hatta öyle usta ellerden çıkmış bir eser ki; 2015 Nisan ayı itibariyle 12 cildinin basılıp dağıtılmış kopyası Dünya’da 30 milyona ulaşmış ve 2007 yılında Japonya Kültür Bakanlığı tarafından gerçekleştirilen anket sonrası, 10. sırada Tüm Zamanların En İyi Mangası olarak yerini almıştı.
Geçtiğimiz ağustos ayında aktörlerin oynadığı (Live-Action), dizi olarak devam edebileceği düşünülmüş Netflix yapımı filmi, Dünya’da gösterime girdi. Her ne kadar orjinaline sadık kalınmış bir film görmeyi beklesem de bunun olmayacağını anlamam ilk 5-10 dakika içinde açıkça belli oldu.
Elbette 1 saat 40 dakika 16 saniyenin içine, 2400 sayfadan oluşan 12 ciltlik bir efsaneyi sığdırabilmek için değişiklikler yapılacaktı. Ayrıca otaku kültürüne ait uç karakter özelliklerini törpüleyip ‘daha bizden biri’ haline getirirken; bir de senaryo ve karakterleri Amerikan kültürüyle harmanlayınca değişikliklerin devasa boyutta olması da kaçınılmaz olmuş. Lakin fazlasıyla gevşekçe temel alındığı kadar, bence başarılı da bir eser olmuş. Şahsen manga ya da animesini (seven bir çok IMDB kullanıcısı filme çok acımasız davranmış) daha önce tatmanızı tavsiye ederim. Fakat önce filmi izlerseniz, Ooba’nın eserinden de büyük haz alacağınıza eminim. Hatta yaklaşık 1 sene ara verirseniz; filmin yaratacağı spoiler etkisi muhtemelen sıfırlanacaktır. Eğer mangayı okumuş ya da okuyacak olan biriyseniz; izlerken azami oranda zevk almanız için bir önerim olacak.
Karşılaştırmayın. Karakterlerin neredeyse tüm nicelik ve nitelikleri değişmiş durumda; “kurallar” da bundan nasibini almış. Önce bildiğiniz Death Note’u kafanızdan mümkün olduğu kadar boşaltın ve değerlendirip eleştirme işine, filmin yönetmeni Adam Wingard’ın adını okuyana kadar, başlamayacağınıza dair kendinize bir söz verin. Fakat Death Note’un hayranıysanız ve özüne sadık bir film istiyorsanız, Netflix’in sürükleyici aksiyon gerilim tarzından farklı olarak yavaş tempolu denebilecek, 2006 tarihli Japon yapımı, oldukça başarılı polisiye gerilim tarzı iki filmi izleyin. Asla pişman olmazsınız.