Sedef Betil, 2015 yılında çıkan ilk kitabı Kısa Karanlıklar’ın ardından İletişim Yayınları’ndan çıkan ikinci kitabı Kırgınlığın Kuytusunda ile okurla buluştu. Kitabı Merve Açıkgöz inceledi.
Kozamın İçinde Yaşayabilirim
Sedef Betil, 2015 yılında çıkan ilk kitabı Kısa Karanlıklar’ın ardından, İletişim Yayınları’ndan çıkan ikinci kitabı Kırgınlığın Kuytusunda ile okurla buluştu.
Kırgınlığın Kuytusunda on yedi kısa hikâyeden oluşan, ele alındığında 99 sayfalık incecik bir kitap fakat içindeki kısacık hikâyeler okuru uzun süre etkisi altına alacak gibi duruyor.
Kitabın ismi gerçekten içerisindeki öykülerin temaları ile müthiş örtüşüyor. Öykülerde karşımıza çıkan anlatıcılar sürekli değişiyor. Bazen bir ergen genç kız, bazen kırklarında bazen ellilerinde bir kadın, bir adam, bir şirketin genel müdürü, ev hanımı bir anne, bir evlat. Hepsinin derdi farklı. Hepsi farklı bir zamanda, başka bir kozanın içinde, başka bir yürek sıkıntısı ile nefes veriyor sözcüklere. Fakat on yedi hikâye boyunca, onca farklı kimliğe rağmen Sedef Betil’in ustalıkla koruduğu bir ses var. Bu ses bazen yalnızlıktan, bazen ânın içindeki ufacık bir detaydan, bazen de her şeyin harika gittiği bir zamanda yürekteki sıkıntının nedenini anlayamamaktan çatlıyor.
“Alacakaranlık, ışığı açmadan kendime bir çay yaptım, odamdan yastığımı aldım. Salona geldim, kanepeye oturdum, başım yastığımda, ayaklarım masada. Kucağımda bohçam. Burak’ı seviyorum, yeni evimi seviyorum… Neden bu kadar mutsuzum?”
Yazarın öykülerinde, ‘’hatırlamak’’ büyük bir yer tutuyor. Anlatıcı kaç yaşında olursa olsun, aklına hep geride kalanlara atıyor ve cımbızla kıyıda köşede, ‘’kırgınlığın kuytusunda’’ kalan anları çekip, bugünün içinde tüm o yaşanmışlıklarla sessizce hesaplaşıyor. Kolilerin içinde taşınan eşyalar, gidenlerin arkasından akılda kalanlar, kimseye anlatamayacağını bilerek kaleme alınan mektuplar, seneler sonra yeniden karşılaşmalar, aile içi sıkıntılar, aşklar, ayrılıklar, birbirini bir parkta görüp tüm geçmişini kana kana ötekinin önüne serip, usulca vedalaşan insanlar. Bütün eve dönmek istemeyenlerin hikâyeleri…
Kırgınlığın Kuytusunda · Naif ve Buruk Hikâyeler
“İçi yenmiş, bitirilmiş, köşede unutulmuş boş bir şeker kutusuydum sanki. Atilla da salona geldi, ona baktım. Bu adamı sevmem mi lazım? Bir şeyler söylüyor, sözcükler bana doğru akıyor, ayaklarıma dolanıyor, bacaklarıma tırmanıyor, beni kuşatıyorlar, sıkıyorlar. Başkaları için yaşamak, özünden yemek, tükenmek. Nasıl bir varoluş? Çözümü yok mu?”
Çekip gidenin de kalıp direnenin de mutsuzluğuna, içindeki sıkıntıya, yalnızlığına çözüm bulamadığı, sonların okurda bir sonraki hikâyede yazarın ne anlatmış olacağını merak ettirdiği, iç çekişlerle dolu naif ve buruk hikâyeler var Kırgınlığın Kuytusunda’da. Dil apaçık. Ağdasız. Hiçbir karakterin ağzından büyük büyük beylik laflar duymuyoruz. Yazar, sözcükleri tüm gerçekliğiyle, hiçbir oyuna başvurmadan, müthiş bir ekonomik anlatımla kullanıyor. Fakat buna rağmen, bu kitap öyle ele alıp bir solukta okunacak türden değil. Bütün hikâyeler, ardını merak ettirmekle birlikte, bir soluk istiyor. Siz diğer hikâyeye geçtiğinizde, önceki yaşanmışlıkların etkisi yakanızı öyle kolay bırakmıyor.
Ve kitap, okura kendi kuytusunda, başka hayatların rüzgârını tüm derinlikleriyle içinde duyarak, hatırlayarak ve hatırladığı yerde kalıp, “Evet burası, burada kozamın içinde yaşayabilirim,” cümlesiyle son sayfayı kapattırıyor. Kitabın kapağında berrak bir deniz yüzeyi üzerinde minicik mavi bir deniz yatağı var. Bittiğinde kapağa bir süre bakmak daha bir anlam kazanıyor.
Anları, detayları, yaşamları, kendi kozası içinde yaşayanları önemseyenler için, iyi okumalar diliyorum.
Merve Açıkgöz. 1994 İstanbul’da doğdu. İstanbul Üniversitesi’nde Sinema Televizyon okudu. 2015 yılında Krokodil Yapım ismiyle bir prodüksiyon şirketi kurdu ve çalışmalarına burada senaryo yazarak devam ediyor.