Mustafa Becit’in ikinci romanı “İnsan Çürümeye Başladığında”, Küsurat Yayınları etiketiyle raflardaki yerini aldı. Genç yazar, okurlarına her bölümde farklı bir ruh hali ve sayfalar ilerledikçe değişecek teoriler, yıkılacak önyargılar sunuyor. Son dönemde okuduğum en heyecan verici ve sürükleyici roman olan “İnsan Çürümeye Başladığında”yı, Kalem Kahve Klavye okurları için inceledim.
Roman, henüz giriş bölümüyle birlikte okurun kendini çok gerçek bir dünyada hissetmesini sağlıyor. Kurulan, aşina olduğumuz dünya, gündelik diyaloglar ve her an karşılabileceğimiz ya da zaten tanımakta olduğumuz karakterlerle sağlıyor bunu. Özellikle, ana karakter Başkomiser Rauf’la.
Rauf, alışılagelmiş “işkolik” polis tanımının dışında, uçuk meziyetleriyle insanları kendine hayran bırakmayan, karakteri ilgi çekici hale getirmek için uç noktalarda mazi yaratılmamış bir polis. Onu, kendi dünyasında özel kılan nitelikleri olmasa da okurun gözünde değerli hale getiren sebep de tam olarak bu; hemen empati kurulabilecek kadar samimi, hızlıca dünyasına girilebilecek kadar gerçek bir insan. Keza gerek iş arkadaşları gerek özel hayatındaki insanlar için de aynı şey geçerli.
“Uzaktan uzağa duyulan bu kişneme sesi, sanki Rauf’un ruhunda koşturduğu bir attan geliyordu. Acı bir kişnemeydi bu ve sadece Rauf duyuyordu.”
Birinci bölümde “Bir gün, bir cinayet ihbarı gelir ve her şey değişir,” klişesi beklerken, olayların gelişimi bundan çok bağımsız ilerliyor. Aynı yanılgıya ilerleyen sayfalarda “katilin peşindeki polisler romanı” beklerken de düşüyor insan. Evet, ortada çok ilginç bir cinayet, maktulün üzerinde ve olay mahallinde bir yere bağlanması imkânsız gibi görünen mesaj dolu detaylar var ancak konuyu ele alış biçimi tamamen farklı olmuş yazarın.
“Dalından koparılan bir elmaya, sen niye çürüyorsun diye hesap sorabilir misin?”
Aldığı akademik eğitimi de kalemine yansıtan yazar, insan psikolojisinin en savunmasız ve en güçsüz halini sade bir biçimde işlemeye başlıyor. Her biri bambaşka hikayelere sahip olan insanların, terazinin hangi tarafında olduğuna bakmaksızın hayatın getirileriyle konumlandığı bir dünyayı sunuyor ikinci bölümde. Hikâyeye sonradan dahil ettiği karakterlerle birlikte, yönünü tamamen değiştiriyor akışın. İkinci bölüm, yeni bir romana başlamış hissi verirken ilk bölümle de sağlam köprüler kurarak merak duygusunu arttırıyor.
“Hepimiz bir yanımızla eksiğiz. Hangi taraftan eksiksek oramızdan yaralıyız…”
Üçüncü kısımda ise çözülmeler başlıyor yavaş yavaş fakat her çözüm başka bir sorunu da beraberinde getiriyor. Çözdükçe karışan ve en sonunda çözümsüz hale gelen hikayelerin ortasında buluyor okur kendini. Yazar bu kısımda mantığıyla, vicdanıyla, tecrübeleriyle, hisleriyle yargıda bulunan karakterler üzerinden olayların her yüzünü gösteriyor tek tek ve aynı şansı okuruna da veriyor. Okuduğunuz romandaki karakterlerin hükümlerini siz veriyorsunuz bir nevi. Gerçek hayatta olaylara yaklaşımınızda hangi duygunuz ağır basıyorsa o düşünceyle gidiyorsunuz finale doğru. Adalete doğru.
“Adalet insana öyle ya da böyle bir bedel ödetir. Ama insan çürümeye başladığında adaletin bir önemi kalmaz.”
Mavi bir polis kulübesi bekleyengillerden…
Hiç aklımda yokken listeme yazdım kitabın adını tahlil beni buna mecbur kıldı 🙂 teşekkürler…