Elif
Türker’in İletişim Yayınları’ndan
çıkan ilk romanı “Sevgili Alef” üzerine bir inceleme.
Türker’in İletişim Yayınları’ndan
çıkan ilk romanı “Sevgili Alef” üzerine bir inceleme.
“Roman”
diyerek hacmen gözümüzde büyütmeyelim, bitirmek bir gün sürmüyor. Tabii, bu
olumsuz bir eleştiri değil; aksine, hem uzunluğuyla yormuyor, hem de
kısalığıyla sığlaşmıyor. “Sevgili Alef”,
Elif Türker’in ilk romanı. En azından yaptığım taramada daha eski bir edebi
eseriyle karşılaşmadım. Çöpe attığım ilk iki romanımdan birinin adı “Alef”
olduğu için dikkatimi çekti esasen, kitaptan tadımlık bir bölüm okuyunca da
gerisini okumak istedim.
diyerek hacmen gözümüzde büyütmeyelim, bitirmek bir gün sürmüyor. Tabii, bu
olumsuz bir eleştiri değil; aksine, hem uzunluğuyla yormuyor, hem de
kısalığıyla sığlaşmıyor. “Sevgili Alef”,
Elif Türker’in ilk romanı. En azından yaptığım taramada daha eski bir edebi
eseriyle karşılaşmadım. Çöpe attığım ilk iki romanımdan birinin adı “Alef”
olduğu için dikkatimi çekti esasen, kitaptan tadımlık bir bölüm okuyunca da
gerisini okumak istedim.
“Alef”, Elif harfinin/kelimesinin
İbranice’deki karşılığı. (Bir de “Alfa” vardır, o ayrı konu.) Yazar, kendi
adını kahramanın adı haline getirerek bizi bir yanıyla hafif fantastik, yer yer
mistik, düş halinde bir hikayenin içine sokuyor daha en baştan. Notlarımı
paylaşmadan önce şöyle bir giriş yapabilirim: “Sevgili Alef”, her şeyden önce
post-modern yazma yöntemlerine bolca ve açıkçası çoğu yerde okurun gözüne sokarcasına
örneklerle dolu. Metinlerarasılık nedir,
ne değildir; en temel bilgilerle giriş yapmak iyi bir örnek. Burada amacım “post-modern
edebiyat nedir, iyi midir, kötü müdür” tartışmasına girmek değil; fakat Elif Türker, romanı oluştururken
göndermelerde bulunduğu yazarları ve eserleri, yalnızca bir hikaye yazmak için
bir araya getirmiş. Bu masum amacı görmek zor değil, yine de birçok riski var.
İbranice’deki karşılığı. (Bir de “Alfa” vardır, o ayrı konu.) Yazar, kendi
adını kahramanın adı haline getirerek bizi bir yanıyla hafif fantastik, yer yer
mistik, düş halinde bir hikayenin içine sokuyor daha en baştan. Notlarımı
paylaşmadan önce şöyle bir giriş yapabilirim: “Sevgili Alef”, her şeyden önce
post-modern yazma yöntemlerine bolca ve açıkçası çoğu yerde okurun gözüne sokarcasına
örneklerle dolu. Metinlerarasılık nedir,
ne değildir; en temel bilgilerle giriş yapmak iyi bir örnek. Burada amacım “post-modern
edebiyat nedir, iyi midir, kötü müdür” tartışmasına girmek değil; fakat Elif Türker, romanı oluştururken
göndermelerde bulunduğu yazarları ve eserleri, yalnızca bir hikaye yazmak için
bir araya getirmiş. Bu masum amacı görmek zor değil, yine de birçok riski var.
Okumaya
başlamadan önce kitabın girişindeki özgeçmişi okumasaydım, yine de “Bu kitap Hasan Ali Toptaş ve Oğuz Atay kokuyor” der miydim; ne yazık
ki evet. Şu aralar Doğuş Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olduğunu
öğrendiğimiz bu özgeçmişe göre Elif Türker, yüksek lisans tezinde “Hasan Ali Toptaş Romanlarında Belirsizliğin
Bilgeliği: Bir Okuma Önerisi” konulu bir tez yazmış. (Hatta ben de ŞU İNCELEMEMDE atıfta bulunmuştum bu teze. ) Çok normal olarak yazardan nasıl
etkilendiğini ise “Sevgili Alef” romanında okuyucuya göstermekten kaçınmamış
veya kaçınamamış.
başlamadan önce kitabın girişindeki özgeçmişi okumasaydım, yine de “Bu kitap Hasan Ali Toptaş ve Oğuz Atay kokuyor” der miydim; ne yazık
ki evet. Şu aralar Doğuş Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olduğunu
öğrendiğimiz bu özgeçmişe göre Elif Türker, yüksek lisans tezinde “Hasan Ali Toptaş Romanlarında Belirsizliğin
Bilgeliği: Bir Okuma Önerisi” konulu bir tez yazmış. (Hatta ben de ŞU İNCELEMEMDE atıfta bulunmuştum bu teze. ) Çok normal olarak yazardan nasıl
etkilendiğini ise “Sevgili Alef” romanında okuyucuya göstermekten kaçınmamış
veya kaçınamamış.
Daha
açık ifade edeyim: Yazarların, öncüllerinden etkilenmeleri, onlar gibi
yazmaları ve hatta bunu bile isteye kendi eserlerine yansıtmaları, hatta ve
hatta doğrudan onlara “selam çakacak” göndermeler yapmak için onların
cümlelerini kullanmaları bir şekilde kabul edilebilir bana kalırsa; tıpkı, Divan
Edebiyatı’nda bahsedilen “nazire” yöntemi gibi. Tabii, bir nazire yazdığını
yazarın kabul etmesi şartıyla. Divan şairleri, kendilerinden önceki büyük
şairlerin ünlü şiirlerindeki beyitleri ya da rediflerini aynen alarak,
aralarına kendileri de birtakım eklemeler yaparlardı ve buna nazire derlerdi.
açık ifade edeyim: Yazarların, öncüllerinden etkilenmeleri, onlar gibi
yazmaları ve hatta bunu bile isteye kendi eserlerine yansıtmaları, hatta ve
hatta doğrudan onlara “selam çakacak” göndermeler yapmak için onların
cümlelerini kullanmaları bir şekilde kabul edilebilir bana kalırsa; tıpkı, Divan
Edebiyatı’nda bahsedilen “nazire” yöntemi gibi. Tabii, bir nazire yazdığını
yazarın kabul etmesi şartıyla. Divan şairleri, kendilerinden önceki büyük
şairlerin ünlü şiirlerindeki beyitleri ya da rediflerini aynen alarak,
aralarına kendileri de birtakım eklemeler yaparlardı ve buna nazire derlerdi.
Ben,
tüm samimiyetimle söylemek isterim ki “Sevgili Alef”teki yoğun Hasan Ali Toptaş
etkisini bir “taklit” olarak görmüyorum, görmek istemiyorum. Böyle görürsem,
romanın bu etki altındaki kısımları dışında, yazarın hayal gücü ve yaratıcı
zekası ile ilgili özgün kullanımlarına haksızlık etmiş sayılırım. Gelgelelim, aynı
soruyu 100 kişiye sorsak muhtemeldir ki çoğunluğu, bu tür bir kitabı taklit
olarak görecektir. Ha, kitap okur için mi yazılır, yazar kendisi için mi yazar;
ayrı konu. Lakin, her zaman özgün ve denenmemişin peşinde olacaksak, yani yeni
bir tuğla koyacaksak, o zaman zaten çok acımasız olan okurlar ve eleştirmenler “Sevgili
Alef” için bir tür “Hasan Ali Toptaş Tribute” derlerse alınmaca kırılmaca
olmasın. Bu eleştirimi sadece yazar için değil, yayınevi –üstelik Hasan Ali
Toptaş kitaplarını basan yayınevi- için de yapıyorum. Çünkü üslup
benzerlikleri, göndermeler, vesaireler kabul edilebilir; ama Hasan Ali Toptaş’ın
“Biz Hüzünlü Haz” kitabının girişindeki “Hayat
nedir diye sorarsan evlat, bilmiyorum. Sormazsan biliyorum” cümlesini aynı
şekilde “Sevgili Alef”te görünce, tadım kaçmadı değil:
tüm samimiyetimle söylemek isterim ki “Sevgili Alef”teki yoğun Hasan Ali Toptaş
etkisini bir “taklit” olarak görmüyorum, görmek istemiyorum. Böyle görürsem,
romanın bu etki altındaki kısımları dışında, yazarın hayal gücü ve yaratıcı
zekası ile ilgili özgün kullanımlarına haksızlık etmiş sayılırım. Gelgelelim, aynı
soruyu 100 kişiye sorsak muhtemeldir ki çoğunluğu, bu tür bir kitabı taklit
olarak görecektir. Ha, kitap okur için mi yazılır, yazar kendisi için mi yazar;
ayrı konu. Lakin, her zaman özgün ve denenmemişin peşinde olacaksak, yani yeni
bir tuğla koyacaksak, o zaman zaten çok acımasız olan okurlar ve eleştirmenler “Sevgili
Alef” için bir tür “Hasan Ali Toptaş Tribute” derlerse alınmaca kırılmaca
olmasın. Bu eleştirimi sadece yazar için değil, yayınevi –üstelik Hasan Ali
Toptaş kitaplarını basan yayınevi- için de yapıyorum. Çünkü üslup
benzerlikleri, göndermeler, vesaireler kabul edilebilir; ama Hasan Ali Toptaş’ın
“Biz Hüzünlü Haz” kitabının girişindeki “Hayat
nedir diye sorarsan evlat, bilmiyorum. Sormazsan biliyorum” cümlesini aynı
şekilde “Sevgili Alef”te görünce, tadım kaçmadı değil:
“Zaman
nedir, diye sordu ukalaca. Sorarsan bilmiyorum, sormazsan biliyorum, dedim
akıllıca.” (s.67)
nedir, diye sordu ukalaca. Sorarsan bilmiyorum, sormazsan biliyorum, dedim
akıllıca.” (s.67)
Cümlenin
orijinali aslında Hasan Ali Toptaş’ın yazdığı şekilde değil, Elif Türker’in
yazdığı şekilde. Ne var ki cümlenin asıl sahibi de Aziz Augustinus (Bkz,
İtiraflar, Augustinus, Kabalcı). Yani Elif Türker, göndermenin de göndermesini
yapıyor ama metinlerarasılık denilen şeyin sınırı ol(a)madığı için biz kime
nasıl kızalım bilemiyoruz okuyucu olarak. İnsan “En azından yayınevi oraya bir
tırnak açsaydı da, gönderme olduğunu bari anlasaydık” demek istiyor, daha az
kızmak için.
orijinali aslında Hasan Ali Toptaş’ın yazdığı şekilde değil, Elif Türker’in
yazdığı şekilde. Ne var ki cümlenin asıl sahibi de Aziz Augustinus (Bkz,
İtiraflar, Augustinus, Kabalcı). Yani Elif Türker, göndermenin de göndermesini
yapıyor ama metinlerarasılık denilen şeyin sınırı ol(a)madığı için biz kime
nasıl kızalım bilemiyoruz okuyucu olarak. İnsan “En azından yayınevi oraya bir
tırnak açsaydı da, gönderme olduğunu bari anlasaydık” demek istiyor, daha az
kızmak için.
Tekrar
altını çizmek isterim: Kitap, aceleye getirildiği çok belli olan bir iş
olmasına ve metinlerarasılık örnekleriyle dolu olmasına rağmen bütünüyle çöpe
atılacak bir eser değil. Özellikle, kitabın yaklaşık ikinci yarısından sonra,
başlardaki yoğun andırmalar etkisini yitiriyor ve Elif Türker’in kendi saf ve
gelecek vadeden kalemini görmeye başlıyoruz.
altını çizmek isterim: Kitap, aceleye getirildiği çok belli olan bir iş
olmasına ve metinlerarasılık örnekleriyle dolu olmasına rağmen bütünüyle çöpe
atılacak bir eser değil. Özellikle, kitabın yaklaşık ikinci yarısından sonra,
başlardaki yoğun andırmalar etkisini yitiriyor ve Elif Türker’in kendi saf ve
gelecek vadeden kalemini görmeye başlıyoruz.
“Gelecek vadeden” ifadesini
kullanmak çok küstahça, biliyorum; ama gerçekten bir sonraki kitabını okumadan
son fikrimi söylemek istemediğim bir yazar oldu kendisi.
kullanmak çok küstahça, biliyorum; ama gerçekten bir sonraki kitabını okumadan
son fikrimi söylemek istemediğim bir yazar oldu kendisi.
Sözgelimi
şu örnek, hem özgün hem de zekice ve yazarın daha iyi bir eser ortaya
koyacağının kıvılcımı olabilir:
şu örnek, hem özgün hem de zekice ve yazarın daha iyi bir eser ortaya
koyacağının kıvılcımı olabilir:
“İspat
ve tespit kelimelerinin aynı kökten gelmesi, dilin güvenilmezliğinin bir
işareti gibi. Dil kaypaktır. Bir kelime bir gün aklınızı başınızdan alacak
kadar sizi sevindirebilirken aynı kelime başka bir zaman hayatınızı zindana
çevirebilir. Ama bu, zamanın kaypaklığıyla ilgili. Burada kelimenin bir günahı
yok. Neden kelimeyle aramı açtım durduk yere onu bilmiyorum ama severim
kelimeyi esasında. Hem de çok severim.” (s.41)
ve tespit kelimelerinin aynı kökten gelmesi, dilin güvenilmezliğinin bir
işareti gibi. Dil kaypaktır. Bir kelime bir gün aklınızı başınızdan alacak
kadar sizi sevindirebilirken aynı kelime başka bir zaman hayatınızı zindana
çevirebilir. Ama bu, zamanın kaypaklığıyla ilgili. Burada kelimenin bir günahı
yok. Neden kelimeyle aramı açtım durduk yere onu bilmiyorum ama severim
kelimeyi esasında. Hem de çok severim.” (s.41)
Ya
da çok severek okuduğum şu kısım:
da çok severek okuduğum şu kısım:
“Kadının
güzel gülüşünden kendimi sıyırmayı başardığımda, bu dünyada herkes yalnız uçar;
kanatlarımız, yalnızlıklarımızdır; o yüzden kitap şeklindedir, bakın, dedim ve
ona sırtımdaki kitap kanadımı gösterdim. Çok hoşuna gitti galiba. Sarı paltolu
kadına kanat yapmak için bir kitap aramaya yeltenirken ben, benim yanımda var,
dedi ve cebinden çıkardığı bir kitabı yüz seksen derece açarak güvenle sırtına
geçiriverdi.” (s.69)
güzel gülüşünden kendimi sıyırmayı başardığımda, bu dünyada herkes yalnız uçar;
kanatlarımız, yalnızlıklarımızdır; o yüzden kitap şeklindedir, bakın, dedim ve
ona sırtımdaki kitap kanadımı gösterdim. Çok hoşuna gitti galiba. Sarı paltolu
kadına kanat yapmak için bir kitap aramaya yeltenirken ben, benim yanımda var,
dedi ve cebinden çıkardığı bir kitabı yüz seksen derece açarak güvenle sırtına
geçiriverdi.” (s.69)
Roman;
bir bulanıklaşıp bir netleşen atmosferi içerisinde, anlatılanların olmakta
olduğuna ikna olmamıza asla izin vermezken, bir yandan tamamen yabancılaşmamıza
da engel oluyor. Bunu bir üslup başarısı olarak gösterebiliriz. Ormanda,
birtakım köylülerden kaçmakta olan Alef’in kaçışını izliyoruz ve Kırmızı
Başıklı Kız, Hansel ile Gretel gibi masallara göndermeler yapılırken dil de yer
yer masallaşıyor.
bir bulanıklaşıp bir netleşen atmosferi içerisinde, anlatılanların olmakta
olduğuna ikna olmamıza asla izin vermezken, bir yandan tamamen yabancılaşmamıza
da engel oluyor. Bunu bir üslup başarısı olarak gösterebiliriz. Ormanda,
birtakım köylülerden kaçmakta olan Alef’in kaçışını izliyoruz ve Kırmızı
Başıklı Kız, Hansel ile Gretel gibi masallara göndermeler yapılırken dil de yer
yer masallaşıyor.
Alef,
köylülerden kurtulmak ve ormandan çıkmak isterken sık sık bir romanın
içerisinde olduğunu vurgulayarak, okuru üstkurmacanın etkisi altında bırakıyor.
“Bu romandan çıkmam lazım” tadındaki cümleleri birkaç kez Alef’in ağzından
duyduğumuz için, Brecht tiyatrosunda olduğu gibi, daima bir romanın içerisinde
olduğumuzun farkına varıyoruz.
köylülerden kurtulmak ve ormandan çıkmak isterken sık sık bir romanın
içerisinde olduğunu vurgulayarak, okuru üstkurmacanın etkisi altında bırakıyor.
“Bu romandan çıkmam lazım” tadındaki cümleleri birkaç kez Alef’in ağzından
duyduğumuz için, Brecht tiyatrosunda olduğu gibi, daima bir romanın içerisinde
olduğumuzun farkına varıyoruz.
Kısaca;
“Bu buna benziyor, şu şunun taklidi” eleştirilerini yapmaktan haz etmediğim ve
başka yazarların etkisinde olsa da ortaya sağlam karışımlar çıkaracağını
hissettiren bir yazarın, üzerindeki
ödünç deriyi atacağı zamana kadar yanında durulmasını savunduğum için, “Sevgili
Alef”i okumayın diyemem. Ben, yazarın özgünlüğünü ortaya çıkardığı kısımları
sevdim ve özellikle Hasan Ali Toptaş seven birini daha tanıdığım için mutlu
oldum.
“Bu buna benziyor, şu şunun taklidi” eleştirilerini yapmaktan haz etmediğim ve
başka yazarların etkisinde olsa da ortaya sağlam karışımlar çıkaracağını
hissettiren bir yazarın, üzerindeki
ödünç deriyi atacağı zamana kadar yanında durulmasını savunduğum için, “Sevgili
Alef”i okumayın diyemem. Ben, yazarın özgünlüğünü ortaya çıkardığı kısımları
sevdim ve özellikle Hasan Ali Toptaş seven birini daha tanıdığım için mutlu
oldum.
1987, Ankara.
Türk Dili ve Edebiyatı lisansı, Yeni Türk Edebiyatı yüksek lisansı…
KalemKahveKlavye’nin kurucusu.
Evli ve iki kedi babası…
Bazı kitaplar yazdı: Kadran Kadraj (2015), Kaosun Kalbi (2020), Yeraltı Kütüphanesi (2020), Gecenin Kıyısından Gelen Suratsız ve Yaşlı Kuzgun: Edgar Allan Poe (2020)