O gün uyandım ve her gün yaptığım gibi kettle’daki sıcak suyla çayı demledim. Tezgahta duran zeytini peynire batırıp ağzıma attım. Ayten henüz gelmemişti, sanırım parasını vermediğim için bana kızmıştı. Radyoyu açtım. Bir adam hikâye okuyordu, sesi çok hoştu. Zaten hep sesi tok olan adamları sevmişimdir. Onlara şiir okutmaktan keyif alırım… Çayın kokusu burnuma geldiğinde akşamdan kalma romanın parçalarını dikiyordum. Ayaklanıp ocağa doğru giderken; ne çok yol kat ettiğimi düşündüm.
Ortalık kitap kaynıyordu, günde on bir saat kitap okuyordum. Deliren felsefe adamlarıyla aynı evde yaşıyordum. Dört yıldır hiç sevgilim olmamıştı ve Marx’la flört ediyordum. Onu daha fazla tanımalıydım… Bir de intihar eden yazarların hayal güçleri vardı sehpanın üstünde. Düşlerinden biriydim ben de onların; beni doğurup sokağa atan annemdi hepsi… Hepsi diyalektik bir şekilde ölmüş, Tanrı’nın yazgısını bana bırakmışlardı. Cam bardağa demi koyup 2 kaşık şeker atıp koltuğa geri döndüm. Adam ‘… üstünü çıkardı…’derken kulak kabartmıştım. Sonra aklıma mastürbasyonun materyalist bir sevişmeden daha tatminkar edici olduğu geldi. Sağ elin erkek, sol elin kadın olduğunu düşünürsek…
Önümde altı sayfa duruyordu, hepsinde benim el yazım. Gece bir şeyler yazmıştım. Yan daireden ‘gel babası, gel gel…’ diyen kadını duydum. Kadın baba değil koca çağırır gibi söylüyordu bunu. Sağ kolu yoktu belki… Varoluş hakkında birilerine danışmak üzereyken telefonum çaldı ve ses buzdolabının içinden geliyordu. Ben bulana kadar karşı taraf vazgeçmişti benimle tek tük cümleler kurmaktan. Gözünde gözlüğümün olduğu kedim içeri girdi, mamasının bitmiş olduğunu gördüm. ‘Çay koyayım mı sana?’ Sütü kaba boşaltıp bıraktım. Neden ben kedi bakıyordum? Anaç hislerle gidip mama almalıyım diye düşündüm ve 38 numara kırmızı şeritli spor ayakkabılarımı giyip kapıdan çıktım…
2 sokak üstteydi market. Kapıdan çıktığım an tuhaf bakışlarla karşılaştım. Tam köşeyi dönmüştüm ki polis arabası yanaşıp beni arabaya aldı. Ne oluyordu? Grev mi vardı? Hedef miydim? Telefonu açmalıydım! Anaç duygulara karışmamalıydım! Slogan astım ondan! Kahrolsun elitler! Üstünü çıkartırken duydum diye mi? Ah Ayten! Lenin…
Karakola oldukça kalabalık gelmiştik; ben ve evdekiler…
“Niye çıplak çıktın lan sokağa?”
“İnsanlık hali memur bey…”
Gerçekten çıplaktım, giyinmeyi unutmuştum! Aslında evet, insanlık haliydi çünkü insan çıplak doğar ve ölürdü. Âdem ve Havva da çıplaktı. Tanrı’yı ilk kim bulduysa o da anadan üryan dolaşıyordu ve Âdem ona karışmıyordu. Buna hakkı yoktu! Sonra kelimeler bulundu ve en sık kullanılan; günah kelimesi oldu. Bir delinin oyununa gelip her yerimizi örttük. Yalnızca çoğalırken çırılçıplak kalınabiliyordu. Ama ben çoğalıyordum ve giyinmeyi unutmuştum. Kafamın içinde binlerce ses çoğalıyordu o an. Bunun ne demek olduğunu bilmiyorlardı henüz, zira hepsi giyinikti! Ben de giyiniktim çoğu zaman. O an çoğalmasaydım; kitaplarını yakan kadınla açlık grevi yapan kız birbirlerini sevip, bana sığınmasalardı şu an giyiniktim! Pipo içen adam bana sürekli diyalektiği anlatmaya çalışmasaydı… Ayten evde olsaydı!
Duvarları olmayan bir oda… Tam karşıda ‘düşünmemeye çalış bak, delirecek gibi oluyorsun.’ diyen bir kadın, tam karşımda…
Kadın, feminist, sakat, Atatürkçü… 2017’de 31 yaşına giren. Yazmayı öğrendiğinden beri yazan. Babasına benzeyen, annesinin soyadını kullanan. Sözel bölümünden mezun. İlk olarak kendi sayfasında yazmaya başlayan. 2013’den bu yana www.kalemkahveklavye.com kültür sanat ve edebiyat sitesinde hikaye ve şiir pişiren ve çeşitli fanzinlerde yer alan. Pulbiber mahallesine uğrayan. Çok okumayı seven, arada hiç okumayan, güzel sesli insanlara şiir okutturan. Rock dinleyen, Sylvia Plath’a özenen, Van Gogh ile arasında bağ olduğuna inanan ve bütün sokak kedileriyle konuşan ve ilk kitabını yazan.