Farklı yayın kurumlarında yayıncılığa emek veren, birçok dergi ve gazetede kitap eleştirileri yazan Çiğdem Aldatmaz, aynı zamanda “Aynada Yeni Bir Kadın” ve “Elli Kelime” gibi kitapların da yazarı. Hem yazar hem editör kimliğiyle ürünler veren Çiğdem Aldatmaz’la her iki konuyu ve fazlasını, dosya çerçevesinde konuştuk.
Fotoğraf: cigdemaldatmazhikayeler.blogspot.com
Editörlerin, gelen dosyaları değerlendirme yöntemleri hep tartışılageldi. Sizin için özellikle gelecek vadeden bir eser hangi özelliklere sahip olur?
Dosya değerlendirmelerini hem kişisel normlarıma hem de bağlı olduğum yayınevinin politikasına göre yapıyorum. Benim nazarımda bir eserin gelecek vadetmesi için öncelikle dile katkı sağlaması gerek. Ayrıca içinde edebi sanatlar, lezzetler barındıran bir dil ve üslubun peşindeyimdir. Bunların yanında, okurun kafasının içindeki, ruh dünyasındaki bir ya da birkaç tuğlayı yerinden oynatabilmeli yazar. Yani bilindiği üzere ısıran ve sokan metinler arıyorum. Eğer bir metinde bunlar yoksa ve sadece çağımızın hastalığı olan “akıcı”, “sürükleyici”, “çok enteresan” vs. gibi etiketler taşıyorsa benim için anlam ifade etmiyor. Zira her canlı ve cansız varlığın içinden geçtiği süreç zaten bir konu; önemli olan bunun nasıl işlendiği. Aynı zamanda teknik olarak çalışılmış, temiz görünen, iyi yapıtlardan esinlenmiş ama hiçbir şekilde ruh taşımayan metinler de ilgimi çekmiyor. Ne anlattığımız değil, nasıl anlattığımız mühim.
Bugün pek çok yazar, ajanslar aracılığıyla yabancı dillere çevriliyor. Dosya değerlendirme aşamasında “Bu eser falanca yabancı diller ve okuru için de elverişli,” açısından bakıyor musunuz yoksa öncelik Türkçe okuru mu?
Bu noktada önemli olan, yayıncının politikasıdır zannediyorum. Evrensel platformlara girmek, buralarda var olmak, bir yazar var etmek isteniyorsa, buna uygun bir metin seçilebilir. Önemli bir konu. Ama Tanpınar, Nâzım gibi devler de bugün birçok dilin okuruyla buluşuyor ve eserlerini bunu düşünerek yazmamışlardır zannederim. Benim gönlümden geçen her zaman Türkçe. Çünkü anadil tarifi zor bir büyü ve bu büyüyü aktarma hususunda asıl görev yine çevirmenlere düşüyor.
Türkiye’de hızlı yaşanan sosyokültürel ve politik değişimler karşısında geçmişten bugüne değişen okur zevkini nasıl yorumlarsınız? Yatırım yapılması gereken yazarın tanımı nerede, nasıl değişti?
Bu soru bugün can yakıyor. Zira okur zevkinin değişmesi sosyolojik bir durum. Okurun zevki yaşadığınız mahalleden gündelik hayata, işten aileye, devletten halka her alandaki değişimin bir toplamı olarak önümüzde duruyor. Bu aslında bir gerileme dönemi. Hepimiz bu değişime uyum sağlamaya çalışıyoruz. Bazılarımız hızla adapte oluyor, bazılarımız şaşkın. Hızlı adapte olanlar hızlı tüketilenin peşinde olduğundan yazar yatırımlarını da bu şekilde yapıyor. Hap gibi metinler, “inanılmaz(!)” yazarlar filan çıkıyor ortaya. Neresinden bakarsanız, bu da bir çeşit yatırım. Şaşkınlar ise, yaşanan iklimi iyi analiz etme çabasında olanlar. Her gerilemenin bir ilerleme olduğunu kavrayıp uzun vadede ses getirecek kalemlere yönelenler. Politik iklimi çoğumuzun fark etmediği bakış açılarıyla yorumlayan yazarlar ve bu yazarlara yatırım yapan yayıncılar kazanacak. Çünkü gittikçe sertleşen iklimde üretimlerimiz de geri dönülemez biçimde değişti, değişecek. Bu netameli de olsa bir iyilik hali getirebilir üzerimize.
Politik iklim herkese bir şey katıyor. Örneğin bir dönem, kişisel dünyama kentsel dönüşüm, şehirde ve kıyısında yaşayanların hikâyeleri öyle çok sinmişti ki son kitabımda bu konuyu işledim. Ardından bu meseleden etkilenmiş okurların paylaşımlarıyla karşılaştım. Çünkü hepimiz aynı koşulları yaşıyoruz. Bu değişim kendiliğinden geliyor.
Sadece size gelen dosyalar üzerinden mi ilerliyorsunuz yoksa başka platformları da takip edip yazar avcılığı yapıyor musunuz?
Son zamanlarda yazardan çok temalar ve planlı konular üzerine yoğunlaştığımdan yazarlarımı da buna göre seçiyorum. Zaten yayınevlerine bağlı çalıştığım yıllar içinde gelen dosyalar üzerinden iyi sonuçlar elde edildiğini çok nadir gördüm. Bu sıralar daha çok yeteneğine inandığım bir yazarın metnini hamken alıp yazarla birlikte bir forma büründürmek gibi çalışmalar yapıyorum.
Peki yayınevlerinin yatırım yapmayı/yetiştirmeyi gözettiği yazarların okurun gözündeki karşılığı nasıl oluyor? Bugünün okuru kalıcı olacak yazarı ilk görüşte tanıyor mu yoksa hep sonradan mı geliyor akıl başa?
Maalesef bugün, yayınevlerinin yazar yetiştirmek, yazara yatırım yapmak gibi özel bir çabaları yok. Dolayısıyla okura da bu konuda bir izlenim yansıdığını sanmıyorum. Genellikle çevresi çevresine yakın olan, halihazırda bir kitlesi olan, sosyal medya ve satış konularında özellikle, kendi getirisini sağlamış, mümkünse ünlü, değilse sansasyonel konuları yazmış insanların kitaplarını basmaya meyyaller. Çok az, çok sessiz bırakılmış köşelerden iyi kalemler yetiştiğini görüyoruz. Onlar da yayıncı desteği görmeden okurunu bulmaya çalışıyor. Oysa yazara yatırım yapmak yayıncılar açısından hayati bir konu. Bu olmadan nasıl gelişecekler, nasıl kalıcı olacaklar, yaptıkları işin güvenilirliği nasıl test edilecek? Sorulduğunda ekonomik alanı ve satışı da düşünmek zorunda olduklarını söylerler. Evet, kesinlikle haklılar. Fakat kavrayamadıkları şu ki bugün en büyük sektörler büyük satış rakamlarını pazarlama faaliyetleriyle, AR-GE yatırımlarıyla elde ediyor. Değerli hammaddeleri bulup çıkarıyorlar. Yayıncılığın hammaddesi de iyi metinleri bulup çıkarmak ve bunu dünya ölçeğine taşımak. Yayıncı misyon yüklenmezse okurun zihninin açılması zor.